Etiket arşivi: istanbul

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi | Ataşehir

İstanbul’un Ataşehir ilçesinde cennetten küçük bir bölüm var. Belki de sürekli önünden, yanından, sağından, solundan geçip duruyorsunuz ama içini bilmiyorsunuz.

 

Aşağıdaki krokide de göreceğiniz gibi çevre yollarının ortasında kalan (belki de bu yüzden hala var olabilen) küçük cennet bahçesi.

 

Bahçenin tarihçesi hakkında  bilgi almak isteyen olabilir diye kendi site linkini buraya bırakayım. NGBB

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), 1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve başlangıçta ‘hatıra parkı’ amacına yönelik bir bitkilendirme ve ağaçlandırma planı uygulanmıştır.”

Bizim için bu açıklama yeterli diyenler ile yazımıza devam edebiliriz. Zira birazdan fark edeceğiniz gibi, yazımızın amacı daha ziyade bahçenin doğal ve huzurlu güzelliğini size tanıtmak.

Bahçenin iki ayrı girişi var. Ataşehir ve Ümraniye girişleri.

Bu girişlerden hariç TEM bağlantısı üzerinden bir kapı görüp girmek isteyebilirsiniz ama bu kapıdan sadece gelin ve damatları alıyorlar, bu sebepledir ki evlenip gitmeniz gerek :)

Yok biz evlenmeden gitmek istiyoruz, eşimin gelinliğini güveler yedi, damatlık benim oğlanda diyorsanız, Ataşehir veya Baraj Yolu üzerinde ki Ümraniye girişi tercih edilmeli diye önemle öneriyorum. Zira biz TEM kapısından girmeyi denedik ama almadılar. Düğün yapmayacağız bizimki sadece nikah dedimse de dinlemediler, esefle kınıyorum. :)

Bahçeye biz Ataşehir tarafından çevre yolunun altlarından geçen, yukarıda fotoğrafını gördüğünüz, tünelden giriş yapıyoruz. Alın size Alice Harikalar Diyarında… Bu da  tavşan deliğimiz:)

Tünelden çıktığınızda hemen önünüze nilüfer havuzu gelecek. Daha ilk dakikadan burayı sevmeniz için yeterli bir sebep. Ha yetmez derseniz, kurbağalar var, kazlar var, mesire alanı, çocuk oyun alanı hepsi yan yana…

Adı bahçe diye gözünüzün önüne küçük bir alan gelmesin. 8 ayrı adaya ayrılmış, bir günde ancak gezebileceğiniz bir yerden bahsediyorum.

Dışarıda acımasız kapitalizm gökyüzünü yutarken, siz içeride çiçek kokuları ve kaz sesleri ile ömür boyu mutlu olacaksınız. Tamam bizim yazımızın edebiyat değeri Lewis Carroll gibi olmuyor, siz buraya takılmayın efendim, bahçeyi gezin, çiçekleri koklayın :)

Merkez Ada, Mesire Adası, Ertuğrul Adası, İstanbul Adası, Meşe Adası, Anadolu Adası, Trakya Adası ve Arboretum Adası olarak isimlendirilen ve hepsinin aslında sizin gördüğünüzden farklı işlevli  bölümlere ayrılmış olan bahçe için günlük geziciyi ilgilendiren kısmı çevresindeki yeşil ve rengarenk çiçeklerin verdiği huzur.

Ne gördüm burasını bilimsel bir yazı olarak ele almış olsaydı, burada yapılan veya yapılmaya gayret edilen şey için çok fazla bilimsel sözcük ile birlikte ne kadar değerli ve geleceğe yönelik olduğu konusunda da bir şeyler mutlaka eklerdi.

Yazılarının temel içeriği geziler olan bir site olarak, bizim değineceğimiz ve değinmeye çoktan başladığımız şey, hafta içi veya hafta sonunuzu  (bireysel olabilir, aileniz ile olabilir, ailenizde çocuk varsa olabilir, evleniyorsanız ve fotoğraf çektirecek yer arıyorsanız olabilir) keyifle değerlendirebileceğiniz güzel bir yer hakkında birkaç kelam söz söylemektir.

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçe’sine giriş aslında ücretsiz ama bağış yapmak isterseniz, gönlünüzden ne koparsa kaidesi devreye giriyor, bu 5 TL de olabilir, 20 TL de olabilir. Gönlünüzden bir şey kopmazsa giremezsiniz denmiyor.

Bu bahçe eşinizle el ele gezmeniz, çocuklarınıza ağaçları, çiçekleri, bazı hayvanları göstermeniz için düzenlenmiş. Amacınız mangal yapmak, çizgili pijama ile plastik top peşinde koşmak, askılı atlet ile küçük tüpteki çayın posasını nereye döksek diye düşünmekse, hayır burası size göre değil, zaten bunlar yasak.

Çocuklar için yukarıda fotoğrafını koyduğum keşif bahçesi küçük ama işlevsel, hemen yanındaki mini labirent bahçe de çok eğlenceli.

Labirent bahçenin kenarındaki ahşap kuleye çıkıp şöyle tepeden etrafı seyretmek, buradan fotoğraf çekmek ayrıca keyifli.

Bu eğlenceli alanları geride bıraktıktan sonra 50 hektar üzerine kurulmuş, bazıları üzerinde özel koruma ve araştırma yapılan bitkilerden oluşan bahçeyi gezebiliriz.

Bahçe çevre yolunun adalarına kurulduğundan, buralarda bazen üst geçitler bazen de alt geçitler ile geçişler sağlanıyor.

Eğitim çalışmaları da yapıldığından, her şey o kadar mükemmel düzenlenmiş ki,bahçede çocuklar için küçük sürprizler de oluşturulmuş.

Adaları kendi isteğinize göre belli bir sırada ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. Fotoğraf seviyorsanız her yerde çekmek ve çektirmek isteyebilirsiniz.

Bahçedeki tüm bitkilerin isimleri türkçe ve latince olarak belirtilmiş. Merakınız varsa sadece bakmalık değil aynı zamanda çok şey de öğrenebiliyorsunuz.

Merkez Ada kısmında küçük bir havuz var. İçinde her daim kazlar yüzüyor.

Havuz kazların yüzmesi için, siz sadece fotoğraf çekip, izleyeceksiniz. Yanına mayo almış olanlarınız varsa aman ha diyeyim. :)

Havuzun kenarında bizim çok sevdiğimiz bir heykel var.

Böyle uzanıp ağaç dallarının arasından gökyüzünü seyretmek, hele bir de mevsiminde gelmişseniz  buram buram yasemin kokusunu almak.

Havuza çok yakın bir yerde mini bir nilüfer havuzu da mevcut.

Yazımızın kapak fotoğrafı buradan. Burası biraz soluklanmanız için de iyi bir nokta.

Daha görülecek çok çiçek var.

Merkez Ada kısmını bitirdikten sonra, Ngbb’nin en değerli alanlarından olan Ertuğrul Adası bölümüne geçelim.

Tavşan deliğimize doğru ilerlerken yine bir nilüfer havuzu sizi karşılayacak.

Havuzun tam karşısındaki geçitte fotoğraflar ve Ertuğrul Adasının anlatıldığı sesli yayın var.

Bu bölüm için sitesi şöyle diyor: “2005 yılında açılan Ertuğrul adası, II. Abdülhamit’in emriyle 1890 yılında gittiği Japonya’dan dönüşte, fırtınada batan Ertuğrul Firkateynindeki 527 denizcinin anısına dikilen anıta ithafen adlandırılmıştır.” 

 

Biz ne zaman geldiysek hep sakinlik ve sükûnetle bizi karşılayan bir yer bulduk.

Bu bölümü özellikle çok sevmemizin ilk sebebi bahsettiğim gibi her zaman sakin olması, ikincisi nilüfer havuzlarının olduğu bir bölümü olması.

Üçüncüsü de burada dinlenebileceğiniz bir kaç yerin yan yana olması

ve çok güzel bir kokunun hem uzaklardan geliyor gibi hem de hemen yanınızdaymış gibi sizi sarması.

Bahçe için daha ne söylesek bilemiyorum. Gezerken, kendiniz keşfettikçe güzelleşen bir yer burası.

İçeride yiyecek ve içecek satılan bir bölüm yok. Siz abartısız bir şeyler getirip, yeşile yayılarak,  piknik moduna girmeden ama, atıştırabilirsiniz.

Bahçede tuvalletler mevcut bunu da belirteyim de çoluk çocuk ne yapacağız diye düşünmeyin.

Ertuğrul Adası’nın üst kısmına çıktığınızda da İstanbul Adası’nı görebilirsiniz. Burada da mini bir Galata Kulesi ve mini minnacık Boğaziçi Köprüsü ile Boğazı görebilirsiniz.

Bu bölümün fotoğraflarını kaybettim. Bir dahaki sefer çekip ekleme yaparım artık.

Siz ne kadar yaratıcı olursanız burası da size o kadar kendini gösterecektir.

Dönüş yolunda Tavuskuşlarının olduğu bir yer göreceksiniz. Merkez Ada’nin içinde Yönetim binasının alt bölümünde. Eğer siz de bizim gibi uslu olursanız böylesi bir manzara ile karşılaşabilirsiniz.

Sanırım bu kadar yazı yeterli.

Yeşilin ve kırmızının ve sarının…

Yani kısaca tüm renklerin, gittiğiniz mevsime göre size en güzel yönlerini gösterdiği bir cennet burası.

Siz de, kendinize hediye alırken, önce gözünüzü, sonra ruhunuzu doyurabileceksiniz.

Belki de içinizdeki sanatçı bir şeyler fısıldayacak size.

Keşfetmenin tadını çıkartırken, yapılan doğru şeyler için şükran duyacaksınız.

Velhasıl kelam küçük bir bahçe de olsa, umut etmekten vazgeçmemek gerektiğine sizi inandıracak.

Dünyamızın bizim sevgi ve saygımıza ihtiyacı olduğunu, bu minicik yer, bir ışık gibi içinize işleyecek. Hazır olun yeter.

Son söz, diyelim ki bizim gibi Ekim ayında geldiniz, yerlerde sarıdan kızıla bir sürü yaprak var ama siz birini bile elinize alıp yukarıdaki gibi fotoğraf çekmediniz. Bahçeden çıkartmıyorlar haberiniz olsun :)

Fotoğraflar için instagram hesabımıza, videolar için Youtube kanalımıza bakabilirsiniz.

Barış, Ekim 2018

Kuzey Kıbrıs | Girne – Lefkoşa

Her zaman merak ettiğim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni görme fırsatı bir grup gezisine kısmet oldu. Gezi Girne ile sınırlıydı ama ben yarım saat uzaklıktaki başkenti de gezmek istedim ve iki şehirli bir yazı ve de @negordum instagram hesabımız için bol fotoğraf fırsatı yarattım :)

İstanbul, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan saat 13:00’de kalkan uçağımız, saat 14:30’da Ercan Havalimanı’na iniş yaptı. Gidiş için Kimlik belgesi yani Nüfus Cüzdanınızın yanınızda olması yeterli oluyor. Beyaz bir kağıda çıkışta ve Kıbrıs’a girişte damga basıyorlar. Bu kağıdı Kıbrıs’tan çıkışta da ibraz etmeniz gerekiyor.

kıbrıs 1

Kıbrıs’a gelince ilk karşılaştığım sürpriz kullandığım Avea hattının burada kapalı olması oldu. Turkcell ve Vodafone sorunsuz olarak kullanılırken, Avea Yurt dışına açtırılarak Vodafone üzerinden kullanıyor. Yani kendi topraklarımız olarak gördüğümüz bir yerde kullanamadığım bir hattım olduğunu bu vesile ile öğrenmiş oluyorum.

kıbrıs 2

Ercan Havalimanı’ndan yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile Kıbrıs’taki iki sıradağdan biri olan Beşparmak Dağlarını aşarak, Girne’deki otelimiz olan Cratos Premium’a yerleşiyoruz.

Akdeniz kıyısındaki otelimiz, 5 yıldızlı otellerin bütün hizmetini sunuyor. Oda fiyatları konusunda bilgi sahibi değilim, keza bizler misafiriz.

kıbrıs 3

Otelin, neredeyse tüm Kıbrıs otellerinde var olan Casinosuyla da tanınmış bir otel olduğunu gidince öğrenmiş oluyorum.

Akşam yemeğinin ardından, bu yaşıma kadar hiç görmediğim casinoya uğradım ve 1-2 el şansımı denedim. Burada duyduğum sözlerin en güzelleri şunlardı; “kumarda sadece oynamayanlar kazanır”, “kasa her zaman kazanır” bu sözlerin doğruluğu için içerisini görmeniz ve içerideki insanların gözlerine bakmanız yeterli. İçeride fotoğraf çekmeniz yasak, bu yüzden otelin sayfasını ziyaret ederseniz oradaki neşeli insanları göreceğinizi düşünebilirsiniz ama maalesef öyle değil tabi…

Casinolar 24 saat olarak çalışıyor, oyunlar için bir kart alıyorsunuz ve bu kartları makinelere takarak oynuyorsunuz, bu kartın içerisine istediğiniz kadar meblağ yükleyebiliyorsunuz. İstediğiniz zaman da bırakıp kartın içindeki parayı alıyorsunuz. Tabi iradeniz güçlüyse…

Casinonun içerisinde rulet masaları, poker masaları, canlı bahis için dev ekranlar ve bolca çevirmeli makineler var. Etrafınızda sürekli içki ve yiyecek servisi yapan garsonlar geziyor. Her şey ücretsiz. Bu bizim otele ait bir durum değil tüm casinolar bu şekilde. En fena tarafı kapalı alan içerisinde herkesin sigara içiyor olması, belli bir zaman sonra boğulmaya başlıyorsunuz.

İrademin güçlü olduğunu öğrenmeme yetecek kadar durduğum casinodan çıkıp odama yollanıyorum ki yarın için güçlü olabileyim.

 

kıbrıs 4

Sabah kahvaltısının ardından benim için asıl Kıbrıs gezisi başlıyor. Otelimiz Girne merkeze 5 km uzaklıkta, Normalde Çatalköy – Girne minibüsleri bu hattı kullanıyor ve 2,5 TL’ye sizi merkeze kadar götürüyor ama ben yürümeyi tercih ediyorum.

kıbrıs 5

Yürüme yolumun üzerinde Ozanköy tabelası ilgimi çekince belki bir Kıbrıs köyü görme şansım olur diye giriyorum. Fakat köy sadece tabela ismi çıkıyor, sağlı sollu vilların olduğu bir yerleşim yeri. Merkezinde bir cami, bir kilise, bir bakkal ve birkaç lokanta var o kadar.

kıbrıs 6

Girne’ye girişte bu heykel karşılıyor sizi. Kıbrıs için Özgürlük Heykeli. Ben çok beğendim. İki genç elinde zeytin dalı tutuyor. Sağ taraflarında esaretten kurtulmak için kafesini kıran bir adam ve ailesi,

kıbrıs 7

Sol yanında ise şehit olmuş eşinin başında ağıt yakan kadın,

kıbrıs 8

ve içtikleri andı koymuşlar. Hiç bir bağımsızlık bedel ödemeden kazanılamıyor.

kıbrıs 9

Girne, merkezi küçük bir kasaba. Bir ana cadde, sahil, liman ve muhteşem kaleden oluşuyor.

Sağlı sollu turistler için alış veriş dükkanları ile dolu bir mecburiyet caddesi gibi bir caddeyi yürüyerek bitiriyoruz. Yolun sonunda Niyazi Restoranda ünlü şeftali kebabını yemek için duruyoruz. Benim damak zevkime uygun gelmiyor. Restoran fiyatları normal bir kebap dükkanı fiyatlarında.

kıbrıs 10

Yemekten sonra yürüyerek sahile iniyoruz. Sahil bizi Atatürk Heykeli ile karşılıyor. Biz liman için heykelin sağına dönüyoruz.

kıbrıs 11

Limana doğru yürüken, Arhangelos Mihail İkon Müzesi’ni görüyoruz ama tadilatta olduğu için ziyaret etme fırsatımız olmuyor.

kıbrıs 12

Yolumuza devam ederek Girne dendiğinde gidilecek en güzel yere geliyoruz; Liman…

kıbrıs 13

Limanın girişinde meyhane ve lokantalar var. Limanın sol tarafı ise doğal sığınak ve muhteşem kale…

kıbrıs 14

Girne Kalesi’ne giriş ücreti Türk vatandaşları için 7 TL

kıbrıs 15

Girne’ye geldiğiniz zaman mutlaka ziyaret için zaman ayırmanız gereken bir yer olduğunu belirtmem lazım. İçinde bölümler oluşturulmuş ve her bölüm inanılmaz ilgi çekici, kalenin üstünden manzara muhteşem ve tarih içinize işleyen bir ruh gibi sarıyor sizi.

kıbrıs 16

Kale ile ilgili tarih bilgisi için internet iyi bir kaynak olarak kullanılabilir.

kıbrıs 17

Kalenin bölümlerinden ilk girdiğimiz yer; St. George Kilisesi, İlk yapımında kalenin dışında yer alan 12. YY’a ait yapı, Venedik döneminde kale içerisine dahil edilmiş. Şu an kullanılır halde değil.

kıbrıs 18

Devamında kalenin bir dönemine ismini veren Lüzinyan adına yer alan kuleye çıkıyoruz. Burası Girne ve Akdeniz manzarası için fotoğrafçıların vazgeçilmez noktası.

kıbrıs 19

Buradan Lüzinyan döneminde yapıldığı düşünülen, Sarnıç’a gidiyoruz. Kale su ihtiyacını bu karanlık ürkütücü noktadan sağlıyormuş. Tabi aklınıza İstanbul Yerebatan Sarnıcı gibi bir yer gelmesin, burası sadece büyük bir depo gibi, tek oda.

kıbrıs 20

Kalenin orta kısmında yer alan büyük bahçe alanının içindeki sarnıcı gördükten sonra yolumu Girne’ye gelmeden önce ziyaret listeme aldığım ama kalenin içinde olduğunu bilmediğim Girne Batığı’na çeviriyorum.

kıbrıs 21

M.Ö 300 yıllarından kalma bir ticaret gemisi olduğu düşünülen batık, kaledeki en güzel ziyaret noktalarından biri.

kıbrıs 22

Tarih, ete kemiğe büründüğü anda insanı muhteşem etkiliyor. Batıkla beraber bulunan şarap amforalarının da mutlaka görülmesi gerekiyor.

kıbrıs 23

Bu etkileyici tarihi geçerek Akdeniz Köyü Mezarlarının buluntularının ve maketinin olduğu bölüme geçiyorum.

kıbrıs 24

Akdeniz Köyü Mezarın yan odasında, Kırnı Köyünde bulunan Tunç Dönemine ait bir mezar ve bu mezardaki buluntular sergileniyor.

kıbrıs 25

Mezarların ve tunç dönemine ait örnek yerleşkelerin bulunduğu bölümden Venedik Kulesi’ne geçerek, tekrar Akdeniz ve Beşparmak dağlarına yaslanmış Girne’yi izliyorum.

kıbrıs 26

Girne Kalesi tam bir nefes alma yeri, hele sadece kumarhane ve ucuz içki algısı ile yaşayan bir şehir için.

kıbrıs 27

Surların etrafından, dört tarafı yürüyerek, bahçe bölümüne iniyor ve buradaki çay satan yerde dinleniyorum.

kıbrıs 28

Girne ziyaretinizde Kale’yi mutlaka programınıza almanızı öneririm, pişman olmazsınız.

kıbrıs 29

Kaleden çıkınca, limana bakan yollardan geçerek merkeze yürüyorum, hava yavaş yavaş kararıyor. Dönüş için Çatalköy minibusu saat 19:00 a kadar olduğundan kaçırmak istemiyorum. Keza adım sayara baktığımda 18000 adıma ulaşmış görünüyorum.

kıbrıs 30

Ara sokak sürprizlerini de keyifle izleyerek, yarınki Lefkoşa seferinin hayali ile otele dönüyorum.

Sabah kahvaltısının ardından buraya kadar gelmişken görmeden olmaz diyerek Lefkoşa’ya gitmek için yola çıkıyorum. Otelimizin önünden bu yöne minibüs olmadığından önce Girne’ye geçiyorum (2,5 TL), son durakta inince de Lefkoşa minibüsüne 5 TL ödeyerek biniyorum 25 Dakikalık yolculuk bittiğinde Lefkoşa’nın girişinde Girne Kapısı bizi bekliyor.

kıbrıs 31

Bu kapının bulunduğu yer Lefkoşa’nın tam merkez girişi, burada yeni bir proje olarak Nicosia Master Plan adı ile Lefkoşa’nın Türk ve Yunan kesimi için bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yol üzerindeki tüm tarihi yerler restore edilmeye başlanmış.

kıbrıs 32

81 eser belirlenmiş ve bu eserlerin önlerine numaraları konulmuş. Camiler, kiliseler, eski evler gibi tarihi yapılar görülmeyi hakkediyor.

kıbrıs 33

Girne Kapısını geçer geçmez sağ tarafımızda Samanbahçe Evlerini görünce yürüyüş yolumuz kendi doğası gereği belirlenmiş oluyor.

kıbrıs 34

Osmanlı tarzı ilk sosyal konut projesi olan 72 konut, sokakları ve evlerin mimarisi ile “neden bütün Kıbrıs, hatta Türkiye bu şekilde değil” diye içimden geçirmeme neden oluyor.

kıbrıs 35

Evlerin çıkışından sola dönmemin nedeni bu gördüğünüz açık kahverengi kapı oluyor ve bu saatten sonra Lefkoşa için en unutamadığım şey kapılarının güzelliği oluyor.

kıbrıs 36

Bu proje ile düzenleniş eserlerin Türk kesiminde olanlarını 2-3 saatlik bir yürüme ile görme şansınız var. Hatta yürüyüş güzergahınızı bile düşünerek yolları mavi şerit ve adımlarla süslemişler.

kıbrıs 37

Böylece tüm numaralanmış eserleri rahatça bularak görme fırsatı buluyorsunuz.

kıbrıs 38

Dünya’nın ikiye bölünmüş tek başkentinin Arasta isimli Suriçi’ndeki çarşısı işte burası, buraya gelince (beklemediğim ve bilmediğim için) karşımda Güney Kıbrıs’a geçiş sınırı olan, Lokmacı Barikatı’nı görünce birden şaşırdım.

kıbrıs 39

Kıbrıs doğumlular için sadece kimlik ile geçiş yapılabiliyormuş, ayrıca Rum tarafından buraya da aynı şekilde geçiş serbest ve özellikle oradan gelenler oluyor çünkü burası ucuz. Günübirlik gelip, alışveriş ederek dönüyorlar.

kıbrıs 40

Şemsiyeli sokak konsepti de tabii ki  olmazsa olmaz turistlik yer çalışması olarak, altında fotoğraf çektirmek isteyenler için hazır :)

kıbrıs 41

Lefkoşa gezimin en etkileyici yerlerinden birine gelmiş bulunmaktayım; Bedesten…

kıbrıs 43

800 m2 alan üzerine kurulu alanda, mahallede ismini  veren Selimiye Camii ve Aziz Nicolas Kilisesi bulunuyor. Gotik mimarinin güzel örneklerinden biri olarak ihtişamlı bir yapı.

kıbrıs 42

Kilise’ye giriş için 2 TL ücret alıyor. Şu an kullanılan bir ibadethane değil ama tarihi evrimi açısından da, yapının mimarisi açısından da görülmesi gereken bir yapı.

kıbrıs 44

14. yy da Bizans, St. Nicolas Kilisesi olarak yapılan yapı, Venedik Döneminde Yunan Ortodoks Metropolisine verilmiş, Osmanlı zamanında yapı hububat ambarı olarak kullanılırken, çatısı Ömeriye Camii’den getirilen ahşap çatı ile değiştirilmiş ve içerisine Ortaçağ mezar taşları konularak ismi Bedesten yapılmış.

kıbrıs 45

Bedesten içerisindeki Selimiye Camii de Aziz Nikolas Kilisesi de görülmesi gereken muhteşem yapılar.

Bedesten’den ayrılarak mavi şeritli ve adımlı yolda, yolumu sürdürerek başladığım noktaya tekrar geri döndüm.

kıbrıs 46

Venedik Sütünu denilen yapıya geldiğim zaman artık güneş batmıştı. Girne minibüsleri tam Girne Kapısının yanından kalkıyor. 25 Dakikalık gece yolculuğum ile otelime geri döndüm.

Sosyal medya hesaplarımızı takip ederseniz, Girne ve Lefkoşa da çekmiş olduğum diğer fotoğrafları da görebilirsiniz.

Barış, Aralık 2015

İstanbul Oyuncak Müzesi

Kaç yaşındasınız?

İstanbul’da bir yer var sizi çocukluğunuza geri götürüyor dersek, ne düşünürsünüz? Hayır, hayır bir zaman makinesi keşfetmedik tabii ki ama zamanda yolculuk yapabileceğiniz bir yer keşfettik :)

oy müze 2

Ünlü edebiyatçılarımızdan, şair ve yazar Sunay Akın’ın tüm çocuklara ve çocukluklarının güzel anılarını hatırlamayı sevenlere armağanı olan bir müze…

oy müze 1

23 Nisan 2005 yılında İstanbul’un Kadıköy ilçesine bağlı Göztepe semtinde, tarihi bir köşkte, zürafa heykellerinin size “hoş geldiniz” dediği Dr. Zeki Zeren sokakta kurulmuş; İstanbul Oyuncak Müzesi. 

oy müze 3

Ulaşımı çok rahat bir bölgede müze, kendi aracınız dışında, Kadıköy’den kalkan ve Göztepe’den geçen otobüsleri veya minibüsleri kullanabilirsiniz. Giriş, zamanda yolculuk için çok ucuz denilebilir. Müzenin 10. yılında bulunduğumuz 2015’te yetişkin 12 TL, İndirimli ve çocuklar 9 TL.

oy müze 4

Biz özel aracımız ile gitmeyi tercih ettik. Müzenin önünde aracımızı park ettik. Park konusunda sıkıntı yaşayacağınız bir bölge değil. Müzenin kendine ait bir otoparkı yok ama, önüne ücretsiz park edilebiliyor.

ou müze 5

Girişte jeton almaya kadar sizlere dev kurşun askerler eşlik ediyor. Jetonunuzu alarak, turnikeden geçip masal diyarına giriyorsunuz.Artık siz Alice’siniz :)

oy müze 6

Tarihi 1820 ye kadar giden oyuncakların arasında eminim kendi çocukluğunuzdan da o kadar çok şey bulacaksınız ki, çocuğunuz ile geziyorsanız o mu gezecekti siz mi, kararsız kalacaksınız.

oy müze 7

Trenler,uçaklar,arabalar,hayvanlar,insanlar,masal kahramanları,masalların kendileri,evler, iş aletleri ve aklınıza gelecek, gelmeyecek yaklaşık 3500-4000 civarında oyuncak.

oy müze 8

Köşkün tüm kat ve odaları en ergonomik şekil de dizayn edilerek ziyaretçilerine sunulmuş. Takribi 2 saat civarında sürecek olan bir ziyaret yapacaksınız. Biz buraya sadece 1-2 örnek fotoğraf koymayı daha doğru buluyoruz, çünkü hem ziyaretinizde sizi şaşırtacak şeyleri engellemek, hem de müzeye haksızlık yapmak istemeyiz.

ay müze 9

Müze gezinizin bitiminde en alt katta oyuncaklarla süslü bir kafe var.Çay,kahve içebilir, atıştırmalık bir şeyler yiyebilirsiniz.

oy müze 10

Kapalı olan iç bölümün haricinde bir de yarı kapalı bahçe bölümü var.

ou müze 11

Müze ayrıca çocuklara yönelik olarak atölye çalışmaları da yapıyor. Bunlara çocuklarınızı götürerek güzel bir etkinlik yaptırma şansınız da var. Bu çalışmaların ücretleri farklı, müzenin internet sayfasından tarihler,etkinlikler ve ücretlerle ilgili bilgi alabilir, telefonla rezervasyon yaptırabilirsiniz.

oy müze 12

Keyifli bir gün geçirme garantili ziyaretimiz için bu kadar açıklama yeterli olacaktır. Biz çokça fotoğraf çekerek çocukluğumuzun vazgeçilmezlerine özlem ile tekrar tekrar bakma fırsatı yakaladık. Sizler de gezinizden keyif alarak, bizleri olumlu yadetmeniz umudu ile Nasrettin Hocamızın eşliğinde müzeden ayrılıyoruz.

oy müze 13

Barış, Temmuz 2015

 

 

Joan Miro | S|S|M

Şubatın başında, hazır bahardan bir gün çalmışken İstanbul, uzun zamandır ziyaret etmek istediğimiz sergiye gitmeye karar verdik. Sakıp Sabancı Müzesi‘nde 23 Eylül 2014’den beri devam eden ünlü İspanyol, daha doğrusu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miro’nun “Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisi. Serginin 8 Mart 2015’e kadar ziyarete uzatılmış olması “aman allahım kaçırmamalıyız” duygusu ile yola çıkmamıza neden oldu.

Sömestr tatili olduğundan ne kadar trafik olabilir ki diyerek şahsi arabamız ile çıktığımız yolculuk, Maltepe’den 13:00’de başladı Emirgan’da 15:00’de sonbuldu. Sizlerin bizim yanılgımıza düşmeyerek, Anadolu Yakasından Metro+Vapur+Otobüs tercihini kullanmanızı öneririm. Avrupa Yakasından gelecekler için ise Zincirlikuyu, Beşiktaş veya Sarıyer’den kalkan otobüs seferleri tercih edilebilir.

ssm 1

1927 yılında İtalyan mimar Edouard De Nari’ye yaptırılan Atlı Köşk’ün bahçesine girdiğinizde hemen karşınızdaki kulübeden müze giriş biletinizi alabilirsiniz.

ssm 2

Ziyaret Saatleri ve giriş ücretleri için yazıların üzerine tıklamanız yeterli.

ssm 3

14 yaş altındaki çocuklar ve yanında bir refakatçi müzeye ücretsiz girebildiğinden, 8 yaşındaki oğlumla bu ücretsiz giriş hakkından yararlanarak Atlı Köşk’e yöneldik. (Çarşamba günleri ise müze girişi herkese ücretsiz bilgisini tam burada vereyim.)

ssm 4

Kırmızı balıklı minik göl ve uzanmış kadın heykelinin arasındaki merdivenler müze köşke doğru çıkıyor. Merdivenleri çıkar çıkmaz sizi Anish Kapoor karşılıyor.

ssm 5

Müzeye girmeden önce şöyle bir İstanbul Boğazı’nın doyulmaz seyrine bakabilirsiniz.

ssm 7

Fatih Sultan Mehmet köprüsünden başlayan boğaziçi görüntüsü, tüm yorgunluğunuzu almak için birebir.

ssm 8

Bu manzaranın büyüsünden çıkabildiğimizde müzeyi gezmeye geldiğimizi hatırlayarak, güzel heykellerle bezenmiş müze girişine doğru yöneldik.

ssm 6

Sesli rehberlik hizmetinden faydalanmak isterseniz, tam 8 TL, indirimli 3 TL ve gruplar için 6 TL ücretle alabiliyorsunuz. Çocuklar için ücret 3 TL. Yanınızda kulaklık bulundurmanızda fayda var çünkü kulaklık vermiyorlar ve elinizde tutarak dinlemek zor olabiliyor. Sesli rehberlik hizmetini kesinlikle tavsiye ediyorum çünkü faydalı bilgilendirmeler eşliğinde eserleri daha iyi anlayarak takip edebiliyorsunuz. Cumartesi ve Pazar günleri 11:00-14:00 arası ücretsiz rehber eşliğinde de gezebileceğinizi not olarak düşelim.

Müzede ücretsiz vestiyer hizmeti mevcut. Montlarımızı ve sırt çantalarımızı bırakarak fazla yüklerimizden kurtuluyoruz. Artık büyülü bir yolculuğa hazırız.

ssm 9

Müzeye giriş “Bir ömür kronolojisi” olarak adlandırılan bölümle Miro’nun hayatının içinden geçerek yapılıyor.

ssm 11

Eserler tarih sıralaması ile değil çeşitli bölüm adları ile gruplandırılarak sunuluyor. İlk bölümün adı “Gizli Bir Dil Doğuyor”

Özel bir cam çerçeve içinde Miro’nun Andre Breton’un “Takımyıldızlar” kitabı için yaptığı taşbaskı ve röprodüksiyon eserler sunuluyor.

ssm 12

Tüm sergide eserlerin yanlarında eserin ismi, yapılış tarihi, nasıl yapıldığı ve nerede yapıldığı ile ilgili notlar Türkçe ve İngilizce olarak mevcut. Kulaklık sembolü içindeki numara ise elinizdeki cihazda tuşlamanız gereken rakamı gösteriyor.

ssm 13

Ayrıca tüm bölümlerin isimleri ve neden eserlerin bu bölüm içinde yer aldığını anlatan bir yazı her bölümün başında sunuluyor.

ssm 14

Sergide, Miro’nun ailesi tarafından ilk kez burada sergilenmesi için verilmiş bir eser de mevcut.

ssm 20

Miro’nun torununun Mayorka’daki evinden gelen,1973’te ahşap üzerine yapılmış bu eser bile, başlı başına serginin önemini ve değerini artıran bir unsur.

2. Bölümün adı “Simgeler Dünyası”.

ssm 15

Müze içerisinde flaş kullanmamak koşulu ile fotoğraf çekebiliyorsunuz. Ben de çektim ama buraya çektiğim fotoğrafların tamamını koymak, güzel bir kitabın veya filmin sonunu söylemek gibi geldiğinden sadece örnek teşkil edecek fotoğraflar koymayı uygun gördüm.

3.Bölümün adı “Form Dağarcığı / Birleştirme Heykeller”.

ssm 16

Birinci katta benim en fazla ilgimi çeken eserlerden biri 10 metrelik “Asya” isimli eserdi.

ssm 18

Eser hem sunumu hem muhteviyatı ile çok ilgi çekici.

ssm 17

Birinci katı bitirmeden 38 dakika süren ve 4.Bölüm olan “Film Odası: Joan Miro’nun Dünyası”nı izleyebilirsiniz.

ssm 19

Birinci katı bitirdikten sonra alt kata yönelebilirsiniz, daha çok Miro’nun heykellerinden oluşan bu kat ilginizi çekecektir.

ssm 21

Galeri 2’deki ilk bölümün adı “Stüdyo”.

ssm 22

Miro, eserlerini bir arada tutabilecek ve daha rahat çalışabileceği bir stüdyo isterken, 1958’de Unesco’nun Paris binası için yaptığı 2 seramik resmi Guggenheim ödülünü almış. Buradan kazandığı para ile stüdyosunun yakınındaki bir Mallorca çiflik evini alarak hayalindeki stüdyoyu yapmış. Bu evi 360 derece izlemek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

ssm 24

Galeri 2’de “Nesnelerden Esinlenen Eserler” etkileyici bir alan oluşturuyor. Özellikle Kaçan Kız (1967) ve ölümünden sonra onun eserlerinden etkilenilerek yapılan Josep Royo imzalı (1989-1991) duvar halısı.

ssm 25

“Baskıyla Diyalog” ve “Kitaplar ve Şiirler” diğer bölümler.

ssm 26

“Film Odası:Miro, Bir Afişin Taşbaskısı Heykeltıraş Miro” kısa filmi, üretim aşamasındaki sanatçıyı izleme olanağı sunuyor.

ssm 27

Ve son bölüm, Miro’nun eserleri içerinde hatırı sayılır bir önem taşıyan “kişi” heykeli’ne ayrılan “Kişi Heykeli ve Üretim Aşamaları”.

ssm 28

“Kadın diye adlandırdığım, kadın denen yaratık değil; o bir evren”

Yirminci yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olan sembollerin ve lekenin ustasının, 125 eserden oluşan renkli, sıradışı ve düşsel evrenine güzel bir ziyaret yapmış olduk.

Joan Miro, 20 Nisan 1893 yılından 25 Aralık 1983’e kadar yaşamış, hep üretmiş, evreni başka bir gözle resmetmiş, şekillendirmiş, kuralları yıkmış, kanıksanmışı reddetmiş, simgeleri şiirsel bir dille tablolaştırmış bir sanatçı olarak bize dokunmaya ve hayal gücümüzü zenginleştirmeye devam ediyor.

Kısa bir yazı ve basit bir anlatım ile bitirirken, sizler Miro ile ilgili şiirsel dili, özgürlük simgelerinden “kaçış merdiveni”ni, ayak ile oluşturduğu formları ve daha fazlasını keşfedecek, kendi içinizde bu yazıdan başka bir Joan Miro yaratacaksınız.

Barış, Şubat 2015

Heybelİada

İstanbul’a gezmeye gelenlerin muhakkak gittiği, İstanbul’da yaşayanların ise sıkça gitmeyi ertelediği Adalar’ın en ünlüsü Büyükada. Bu nedenle genelde çok kalabalık olur. Biz Burgazada’yı daha çok ziyaret etsek de bu sefer Heybeliada’ya gitmeye karar verdik.

Heybeliada hakkında bir yazı yazınca tarihinden, kiliselerinden, ruhban okulundan, ne yenip ne içileceğinden bahsetmek lazım ama biz öyle yazmadık. Zaten öyle de yapmadık. Bol bol yürüdük, sizi de motive ederiz belki diye de yürüyüşümüzü anlattık.

Anadolu yakasında oturanlar için Adalar yolu malum Bostancı’dan geçer. Avrupa yakasındakiler ise Kabataş’ı kullanmalılar. Son zamanlarda Bostancı iskelesine sefer sayısı iyice azaltıldığından güzelim ada vapuru ile gitmek zor ama iskelenin hemen yanından kalkan motorların seferleri epey sık. Buradan kalkan iki hat var, birisi Büyükada-Heybeliada seferi, diğeri ise Kınalıada-Burgazada seferi. Güncel sefer tarifelerini Şehir Hatları ve Mavi Marmara web sitelerinden öğrenebilirsiniz.

Motora bindiğinizde her zamanki gibi martılar etrafınızda uçuyor ve İstanbul uzaklaşıyor.

Açıldıkça adalar daha belirgin hale geliyor. Nedense her seferinde tatile gidiyormuşuz duygusu doluyor içimize.

Motor sefer tipine göre ya önce Büyükada’ya uğruyor ya da direkt Heybeliada’ya gidiyor. Bizim sefer önce Büyükada’ya uğradı ve çoğu yolcu burada indi. Ancak bu seferler aynı zamanda adalardan dönüş seferi de olduğundan binenler boş yerleri dolduruyorlar. Heybeliada’ya yaklaştıkça ada daha net görünüyor.

Adaya indiğimizde her ne kadar ufak bir kalabalık olsa da, İstanbul’da alışmış olduğumuz telaş hali yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor, insan sakinleşiyor.

Ben şöyle bir etrafta dolaşıp otursak bir şeyler içsek derken Ceren ufak ufak beni sola doğru çekiştirdi. Sol tarafta Askeri Deniz Lisesi var ve yol orada bitip sağa tepeye doğru çıkıyor. 50 metre kadar yukarıda Lozan meydanı ve parkına varıyor. Parkın arka tarafında adanın muhteşem ahşap evleri göz alıyor.

Parkın üstünde ise 1917 yılında açılmış olan Bahriye Nezareti Çeşmesi tüm güzelliği ile duruyor.

Çeşmenin önünden sağa doğru gidip bir yerde oturalım derken bir şekilde yine kandırılıyorum ve sola yokuş yukarı askeri bölgenin duvarını takip ederek yürümeye devam ediyoruz. Meğerse günümüzün güzel geçmesi bu anda başlamış. Yokuş diyorum ama aslında çok da uzun sürmüyor çıkması, rahat bir yokuş yani. Ya da işin sonunda bana öyle geliyor.

Biraz yürüyünce askeri tesisler azalıyor ve solda deniz ile Büyükada görünüyor. Burada Uçurum Kilisesi de denen Aya Yorgi Kilisesi’nin üstüne varıyorsunuz.

Manzara burada çok güzel. Kilisenin uçurum adıyla bilinmesinin sebebi uçurumun kenarında kurulmuş olmasıymış. Biraz daha ilerleyince yol uçuruma epey yaklaşıyor ve yüksekliği anlıyorsunuz.

İşte buralara kadar gelince Ceren asıl niyetini açıklıyor. Meğerse adada dağ çileklerinin olduğunu duymuş ve bulup yemeden dönmeyeceğini ilan ediyor. Meyve için neler yapabileceğini bildiğimden en yakın dağ çileğini bulup geri dönebilme umuduyla yola devam ediyorum. Karşımıza terkedilmiş halde Sanatoryum çıkıyor.

Atatürk’ün talimatıyla açılmış, yıllarca çalıştıktan sonra 2005 yılında kullanıma kapanmış. Gezilemiyor ama arka tarafına geçince ne kadar güzel bir yere yapılmış olduğu anlaşılıyor. Sanatoryum’un arkasında şahane Çam Limanı var.

Buradan bakınca ne kadar güzel olduğu pek belli olmuyor ama sonraki fotoğraflardan anlaşılacaktır. Bu limana yaz döneminde tekneler sık sık uğruyormuş. Denize de giriliyormuş ama biz pek uygun bir yer görmedik. Denizin dibi kum ama tipik Marmara yosunları bol.

Deniz seviyesine indikten sonra tabii ki tekrar bir yokuş çıkıyor önümüze.

Bu kadar yürüyünce insan bol oksijeni ne kadar özlediğini anlıyor. Bu tip yollardan genelde hep arabayla geçtiğimizden, yürümenin enerjisini unutuyoruz. Bu arada dağ çileğini henüz bulamadığımızdan, sağa sola bakınarak ilerlemek de iyice yavaşlatıyor. Zaten artık adanın tam arkasına geçmiş olduğumuzdan geri dönmek de mümkün değil, o nedenle yürüyüşe devam ediyoruz.

Faytonla geçenlere biraz özeniyorum tabi ama diğer yandan yürümek de iyi geliyor. İyice açıldık artık rahat yürüyoruz. Heybeliada diğer adalar kadar fazla yokuşu olmayan bir ada, yokuşlar uzak aralıklarla o nedenle fazla hırpalamıyor. Yukarıya çıktığımızda Çam Limanı’nın güzelliği gözlerimizin önüne seriliyor.

Koyun iki tarafındaki tepelerin bir tarafında Sanatoryum, diğer tarafında Terk-i Dünya Manastırı var.

İşte tam buraya geldiğimizde dağ çileklerini görüyoruz. Yolun az yukarısındaki bir kaç ağaçta bol meyve var ama henüz tam olmamışlar. Ceren elbette yine de tadına bakıyor ve çok memnun olmasa da bana da yediriyor.

Yoldan çıkıp ağaçların arasına girmek insana daha da iyi geliyor. Ağaçların canlılığı, renkler, havanın güzelliği hepsi birden mutluluk veriyor. Küçük pelitler açmış dallarda.

Koyun diğer tarafına geçince Terk-i Dünya Manastırına doğru sola saptık. Yoldan 300 metre kadar içeride, bir uçurumun kıyısında yapılmış.

Alışkın olduğumuz ihtişamlı yapılardan değil. Hayata veda etmek için adaya gelen bir keşişin kulubesini sonradan manastıra çevirmişler. Girişteki mezar herhalde o keşişindir. Güzel yer seçmiş kendisine.

Mezarın sol ve sağ tarafında bahçe duvarı olarak yapılmış alçak duvar dikkatimizi çekti. Duvar taşlar dizilerek yapılmış ama kullanılan taşlar arasında mermer parçaları da bulunuyor. Sanki tarihi kullanarak yapmışlar duvarı.

Basit bir bina yapılmış. Muhtemelen buranın bakımını yapan birileri burada yaşıyor çünkü bahçede sebze ekili bir çok yer var. İçeride küçük bir ışık da vardı ama etrafta kimseyi görmedik.

Rahatça girip bahçede dolaşıp, burunun en ucunda oturup yüksekten denizi seyredebiliyorsunuz. Yazın çok keyifli olur.

Buradan ayrılınca tabii ki adanın diğer tarafına doğru yürüyüp bari adayı dolaşmış olalım diyerek yola devam ettik. Artık Burgazada göründü.

Bu tarafta bir yaban hayat merkezi kurulmuş. Adalara özel bazı hayvanlar koruma altında tutuluyor. Etrafı çitlerle çevrilmiş ve insanların girmemesi umulmuş ama elbette çitler yıkılarak ilerideki düzlükte bolca piknik yapılmış. Yerlerdeki çöplerden belli oluyor. Yaban hayvanlarla ilgili bir takım tabelalar asılmış olduğundan bir şekilde ilgilenildiğini düşünüyoruz.

Bu tarafta yol denizden uzak devam ediyor. Sık bir ormanın içinden yürüyorsunuz. Yürüyüş hala çok keyifli ve insan sık sık gelmesi gerektiğini düşünüyor.

Yavaş yavaş etrafta yürüyen ve bisiklete binen kişi sayısı artıyor, dinlenenlere sorduğumuzda merkeze 20 dakika kadar yolumuz kaldığını öğreniyoruz. Bir buçuk saattir yürüyoruz ve artık yorulmaya başladık. Biraz daha ilerledikçe karşıdan Burgazada’nın merkezi görünüyor.

Artık merkeze iyice yaklaştığımız bir noktada ağaçların arasından Heybeliada Ruhban Okulu görünüyor. Heybeliada’yı yazıp da Ruhban Okulu’nu yazmamak olmaz ama o tarafa doğru yürümek bizim için artık imkansız.

Adanın o tarafında Değirmen Burnu, Heybeliada Spor Kulübü ve Ruhban Okulu var ama biz o tarafa gidemedik. Zaten Değirmen Burnu hariç diğerlerini ziyaret edemeyeceğimizden, bir sonraki ziyaretimize bıraktık.

Kent merkezine girdikçe güzelim yapılar tekrar başlıyor.

Bu tarafta adanın ünlü oteli Halki Palas Oteli var. Bir çok badire atlatmış olan bu otel şu anda Merit Otelleri tarafından işletiliyor.

Otelden biraz daha inince sağda İnönü Evi Müzesi’ne geliyoruz. Maalesef ziyaret saatini geçirdiğimizden gezemiyoruz.

Adanın renkli kısımları buralar. Güzel evlere baka baka sahile doğru iniyoruz. Bakımlı bahçelerden sarkan çiçekler çok hoş.

Sağda solda sokaklar, sokaklarda güzel evler var. Her sokağa giresi geliyor insanın ancak biz iki saatten fazla yürüdüğümüzden önlerinden geçip yolumuza devam ediyoruz..

Sonunda tekrar sahile geliyoruz. En yakın motora kırk dakika olduğundan küçük bir sahil yürüyüşü daha yapıp bir kafeye oturuyoruz ve birer çay içiyoruz. Sonrası motora biniş ve İstanbul’un telaşına dönüş.

Biz Heybeliada’ya tekrar tekrar gitmeye devam edeceğiz. Sadece pazar yürüyüşü yapmak için bile gidilebilecek bir yer burası. Sahilde yürüyeceğinize geçin Heybeliada’ya, yürüyün adanın etrafını, dönüşte motorda bir çay için, bakın ne kadar dinleneceksiniz.

Gürkan, Kasım 2014

 

Kız Kulesİ

Döner durur 360 derece de yine doyamaz bakmaya, seyreder yedi tepeli hengameyi, seyreder Ayasofya’yı, Sultan Ahmet’i, Topkapı Sarayı’nı, Galata Kulesi’ni de kime aşık bilinmez, bilinmez ona bakmak için mi dizilmiştir tüm bunlar önünü sıra, belli ki sevdadandır yıllarca uzaktan uzağa…

kiz kulesi 2

Herkes görsün beni diye gelip kurulmuş orta yerine İstanbul’un,  elini uzatsan değecek sanki, o kadar yakın ama hızla akar bu şehir önünden, bakar bakar gideriz de durmayız güzelliğinden.

kizkulesi 2a

“Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır / Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır”

Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur / Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır

Nedim

Şairimizin tüm İran’ı feda ettiği yer işte burası, her gün ıkına sıkıla, oflaya puflaya geçen hayatlarımızın yeri, hızla akan zaman sanki bu şehirde daha da hızlı… Peki duruyor muyuz hiç? Şöyle bir bakıyor muyuz etrafımıza? Bugün durduk ve şöyle bir baktık, gözümüzün önündeki güzelliğe sadece bakmışız yıllarca ve İstanbul’da yaşayanlar için keyifli bir gün, İstanbul dışından gelecekler için kesinlikle unutamayacakları bir gün gezisi…

İşte bu şehri yaşanılır kılan şeylerden biri daha… Kız Kulesi.

Üsküdar  – Harem arasındaki Salacak sahilinin tam karşısında bulunan Kız Kulesi’ne ulaşım her zaman çok hızlı olamayabilir ama nispeten rahat bir yolculuk yapacağınız da muhakkak. Zira Üsküdar’a hem vapur hem de motorla denizden ulaşım, otobüs, minibüs ve marmaray ile de karadan ulaşım mevcut. Ayrıca Harem’e feribotla geçebilir, yaya olarak Salacak’ı yürüyerek Kız Kulesi’nin önüne kadar gelebilirsiniz. Buradan motorlar sizi kuleye sevk ediyor. Bu motorların saatini denk getirebilirseniz Kabataş’tan geleni de mevcut.

kız kulesi 3

Aracınızla gelirseniz park yeri sıkıntısı çekersiniz. Şansınız varsa sahil yolundan ayrılıp iç kesimlere girip yer bulabilirseniz aracınızı park edebilirsiniz. Benim önerim özellikle Avrupa yakasından geliyorsanız toplu taşımayı kullanın.

Yetişkinler için 20 TL, 60 yaş üzeri ve öğrenciler için de 10 TL ücret ödeyerek kuleye ulaşıyorsunuz.

kız kulesi 1

1995 yılında restorasyon faaliyetine girişilen kule Hamoğlu Holding’e 49 yıllığına kiralanmış ve gündüzleri müze, akşam saat 20:00’den itibaren de restoran olarak 2002’de hizmete açılmış. Aslında 2000 yılında restorasyon tamamlanmış ama özel bir şirkete verilmesi ve yapılan çalışmanın tarihi yapının mimarisi ile ilgili açılan davalardan dolayı 2 yıl gecikmeli olarak açılmış.

kız kulesi 10

Kule özel statüsü sebebi ile halka kapalı olarak işletilemiyor. Biz restoran bölümünü kullanmadığımız için burası ile ilgili bir bilgi veremeyeceğim ama bu linkten bakabilirsiniz.

kız kulesi 4

Kulenin tarihi ile ilgili bir sürü söylenti ve efsane var. Kulenin terasına çıkarken katlar arasında bu efsanelerle ilgili resim ve bilgiler mevcut. Ayrıca ayrıntılı olarak buradan okuyabilirsiniz.

kız kulesi 5

En bilindik efsane Hero ve Leandros isimli gençlerin hikayesi. Hero, Üsküdar sırtlarındaki Afrodit tapınağında rahibedir ve evlenmesi yasaktır. Leandros bir tören için tapınağa geldiğinde birbirlerine aşık olurlar ama nasıl kavuşacaklardır. Hero Üsküdar’da Leandros ise boğazın karşı kıyısındadır. Leandros bir gece Hero’yu düşünüp boğazı seyrederken kulenin tepesinde ışık yandığını görür. Sevgilisi meşale ile ona yol göstermektedir. Yüzerek boğazı geçer ve kulede birbirlerine kavuşurlar. Her akşam süren bu sevişmeler, fırtınalı bir havada felakete dönüşür. Hero’nun elindeki meşale  rüzgardan söner ve Lenandro yolunu bulamayarak boğulur. Sabah sevgilisinin ölmüş bedenini gören Hero da boğaza atar kendini.

Bu efsaneler dışında, Battal Gazi’nin “atı alan Üsküdar’ı geçti” efsanesi, yılanlı efsane, aslanlı efsane ve şair Nazım Hikmet’e ait bir efsane de vardır. Ziyaretinizde bunlara ulaşabilirsiniz.

kız kulesi 6

Kızkulesi’nin asıl yapım amacı tam bilinemiyor ama 2.500 yıldır İstanbul’u seyrettiği tahmin ediliyor. Sanırım tüm tarihin canlı tanığı diyebiliriz bu mükemmel yapıya. M.Ö. 341 yılından itibaren mezar, kule, kale, depo, radar, su deposu, boğazdan geçen gemilerden vergi alınan bina olarak kullanıldığı belirtiliyor.

kız kulesi 8

Biz hızlıca geçerek tekrar kulenin bugününe dönüp katlar arasında gezmeyi sürdürüyoruz.

kız kulesi 9

Sanki Galata Kulesi’ne çıkıyormuş gibi uzun sürüyor çıkışımız çünkü her pencerenin önünde durup çekiyoruz manzaranın doyumsuzluğunu içimize, burası öyle bir duygu veriyor ki size sanki kaçmaması gerek hiç bir bakışın yoksa eksik kalacak bu şehre ait güzel izleniminiz.

kız kulesi 7

Kulenin en üst bölümünde teras ve kafe var. Kafede sıcak, soğuk içecekler ile atıştırmalıklar normal fiyatlardan satılıyor. Ayrıca arzu ederseniz içki servisi de var. Terasa adım attığınızda 360 derece olarak İstanbul’un doyumsuz manzarası ile karşı karşıyasınız.

kız kulesi 15

Nereden seyretmeli seni güzel İstanbul, nereden dinlemeli gözlerimiz dört açık. Döndükçe tüm boğazı seyrediyoruz keyifli keyifli. Yanımızdan geçiyor boğazın beyaz martılı işçileri…

kız kulesi 13

Bulunduğumuz yerin coşkusu ile el sallıyoruz, bulunmak istedikleri yer olarak karşılık alıyoruz insanlardan. Gülümsüyoruz karşılıklı.

kız kulesi 14

Her yerden fotoğraflar çekerek tamamlıyoruz 360 derecelik seyrimizi. Ne kadar baksak tadı yine de damağımızda kalarak.

kız kulesi 12

Çayımızı yudumluyoruz. Gitme zamanı gelmesin istiyoruz. İstiyoruz ama yeni insanları taşıyor motorlar, dedik ya hızlı akıyor bu şehirde zaman. Kız Kulesi bir an için durdursa da hayat koşuyor yanı başımızdan. Atıyoruz hafıza torbalarımıza yeni bir anımızı, daha keyifle döneceğiz artık hayatımıza.

kız kulesi 16

Biz kuleyi gezerken hava epey kötüydü, sizler gezinizi daha ılık bir İstanbul gününe ayarlarsanız daha uzun süre tadını çıkarabilirsiniz buranın. Ertelemeyin, güzel bir gün vadediyor Kız Kulesi, öylece boğazın incisi olarak bekliyor.

kız kulesi 17

Barış, Mayıs 2014

Borusan | Contemporary

Hafta sonumuzu nasıl değerlendirsek diye başladığımız araştırmamız bizi müzelere yönlendirmişken,  karşımıza Borusan Contemporary  çıktı. Aslında bizim için işin cezbedici kısmı 7 yaşındaki oğlumuz için çocuk atölyesi yazan bölümdü.

Eşimin çabaları ile, büyük şehrin yararlanamadığımız nimetlerinden birinden yararlanma kararı alındı ve İstanbul’da Küçükyalı’dan Rumeli Hisarı’na yolculuk da göze alınarak, pazar günü saat 11:00’de yola çıkıverdik.

Bu bölgeyi tanıyanlar için akla gelen ilk soru tabii ki benim de aklıma geldi, gidiyoruz ama aracımızı nereye park edeceğiz. Takribi 45 dakikalık akıcı bir pazar günü trafiği ile hedefe vardık. Borusan’ın maalesef otoparkı mevcut değil. Güvenlik görevlisi hemen yanında bulunan kafenin valelerine bırakabileceğimizi belirtti. Biz de kahvaltımızı yapıp aracımızı bu kafenin valesine teslim ettik. Aslında yapacak başka bir şey yok artık ne isterse düşüncesi ile verdik ama 3 saat sonra sadece 10 TL ödeyince şimdi mutlu ve huzurlu bir şekilde yazabiliyorum.

Borusan otopark durumları

Borusan’a girişte bir bankoda gayet güler yüzlü bir personel tarafından karşılandık.  Atölye ücreti 15 TL, 1 kişiyi refakatçi olarak kabul ediyorlar, diğer kişi 10 TL ile çekirdek aile 25 TL’ye hem çocuk için mükemmel bir aktivite, ki tam 2 saat sürüyor, hem de biz büyükler için mükemmel bir müze gezisi başlamış oldu.

Borusan 1

Borusan | Contemporary aslında Borusan firmasının çalışma binası. Hafta sonları ve resmi tatillerde ziyaretçilere açılıyor bu tarihi Perili Köşk. Modern sanatın ürünleri ile süslü çalışma ofisleri bizi kıskançlıktan çatlattı diyebilirim :)

Borusan 6

“West Coast Visions: SFMOMA Medya Sanatları Koleksiyonun’dan Eserler, San Francisco Modern Sanat Müzesi(SFMOMA), Medya Sanatları Bölümü Küratörü Rudolf Frieling tarafından Borusan Contemporary için düzenlenen özel bir sergidir. 14 Haziran 2014 tarihinde Borusan Contemporary’de açılacak 16 Kasım 2014 tarihine kadar sergilenecektir.” Tanıtım kitapcığının giriş cümlesi işte böyle. Bu da şu demek ki bizim gördüğümüz eserler sizler gittiğinde değişmiş olabilir. Borusan bir konsept belirleyip belirli tarihlerde bunu sergiliyor. Takip edip, ziyaret etmek gerekiyor.

Borusan 2

Perili Köşk’ün dışı aslına uygun restore edilmiş, içi modern çalışma ofisleri olarak tasarlanmış. Öncelikle belirli sanatçılar çağrılarak, köşkte kendilerine yer belirleyip buraya eser vermeleri istenmiş. Bunlar kalıcı eserler. Diğer eserler ise değişken. Borusan’ın deposunda 2.000 eser bulunuyormuş.

 

Borusan 5

Mış’lı ve muş’lu yazmamın nedeni şu, Perili Köşk’e girdikten sonra 2. kata çıkıyorsunuz, müze bu kısımdan 9. Kat kubbeye kadar devam ediyor. Çocuğumuzu eğitmenlere teslim ettikten sonra, kendisi de bir sanatçı olan Fatma Hn. (Soyadını bizimle paylaşmadığı için yazamıyorum) 2. kattaki kafeden gezi için 10 kişilik bir grup olarak bizleri aldı ve mükemmel bilgisi ve sanatçı bakışı ile süslediği sunumu eşliğinde 9. kata kadar 2 saat süren gezimiz başlamış oldu. Haliyle Fatma Hn. ne anlattıysa bilgim o kadar. Gördüklerim ise benim yorumum.

2. Katta 2  ayrı odada sergilenen video eserler var. Tanıtım gezisinde bilgi verildikten sonra gezi bitiminde arzu ederseniz tamamını izleyebiliyorsunuz. Doug Hall’un Chrysopylae (Altın Geçit) çalışması 28 dakika sürüyor. Ben kişisel bir tercihle bunu izlemeyi tercih ettim. San Francisco’nun Golden Gate köprüsünün altından geçen konteyner yüklü devasa gemiler, ses ve görüntü ile birleştiğinde inanılmaz bir rahatlama seansı gibi oldu.

West Coast Visions temalı eserler video olarak katlar arasında ve 2., 4. ve 9. katta sergileniyor. Diğer katlardaki eserler ise fotoğraf ve resim gibi görsel sanat eserleri.

Borusan 4

Tüm renkler 1 harf olan Maurizio Nannucci’nin Move isimli eseri, bana V for Vandetta’yı anımsatsa da, eserin kendisi, yapılış yılı itibari ile filme ilham verebilir ancak.

3. kat çalışanlara ait ve tüm duvarlar sanat eserleri ile bezeli ve pencerelerin tümü boğaz manzaralı. 4. kat tekrar video bölümü, özellikle 1977 yılında yapılmış Bill Viola’ya ait “Yansıtan Havuz” çok etkileyici bir çalışma, tabi dönemini düşünürseniz. 5. kat tekrar çalışanlara ve eserlere ayrılmış.

Borusan 8

Ivan Navarro’nun “Exodo” isimli eseri bizim favorilerimizden biri oldu, derinlik, sonsuzluk, bitimsizlik ve dünyanın merkezine seyahat. Korku ve heyecan ile merak duygusunu birlikte yaşatıyor eser.

6. kat yönetim katı ve Borusan A.Ş’nin kurucu Asım Kocabıyık için özel bir oda da hazırlanmış. Çok güzel ve doyurucu bir oda. Firmanın kuruluşundan bugüne kadar olan süreyi detaylı bir şekilde öğrenebilirsiniz. Ayrıca ziyaretçiler için küçük bir sürpriz yapılarak küçük notlar bırakabilecekleri bir bölüm oluşturulmuş.

Borusan 11

Artık sona yaklaşıyoruz. 7. katta kocaman metal masalı bir çalışma odası ile devasa bir teras mevcut. Bu teras Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü tam karşıdan görüyor.

Borusan 9

8. kat, 9. kata geçiş için bir ara kat ve Beat Zoderer’in “Patch Ball No:3” isimli eserine ev sahipliği yapıyor.

Borusan 7

Kubbenin bulunduğu son kat, çalışanların kahve molası verebilmeleri için bir sanatçı tarafından tasarlanmış bir oda. Sizin için ise geçen 2 saatin tüm yorgunluğunu atabilme olanağı.

Borusan 10

Rehberimiz bizi fotoğraf çekimi ve manzaranın tadını çıkarmamız için burada bırakarak bir sonraki grup için giderken, biz boğazı seyretmeye dalıyoruz.

Borusan 12

SON SÖZ

Borusan | Contemporary, modern sanatın hakkını vererek özel bir sergi hazırlamış. Çalışma binasını nefis bir müzeye çevirmiş. İsmi gibi çağdaş bir yer oluşturmaya çabalamış ve başarmış. Biz tüm gördüklerimizi ve duyduklarımızı anlatma kabiliyetine haiz değiliz. Kendimizce bir seçki ile ön bilgi aktarımı yaptık. Umarım beğenir, gidip görmek ister ve memnun kalırsınız.

Borusan atolye sonrası

Bu arada, atölyeden çıkan ürünümüzü, 2. kat kafede, türk kahvemizi içerken keyifle seyrettik.

Barış, Ağustos 2014.

 

Küçükyalı Bostanları

İstanbul dışına çıkınca yediğiniz sebzelerin lezzet ve koku farkını hissedenlerden misiniz? O tadı bulmak için marketin kolaylığından vazgeçip pazara gitsek de, her tezgahtaki domatesi koklasak da, istediğimiz doğallığı bulamıyoruz.

Kucukyali-Bostanlar-5

Anadolu yakasında Küçükyalı’ya yakın oturuyorsanız bu lezzeti bulmanız çok kolay. Adatepe civarında binaların ve yolların arasında hala bir kaç bostan bulunuyor. Mevsime göre taze sebzeleri bu bostanlardan alabilirsiniz.

Kucukyali-Bostanlar-2

Bizim en çok ziyaret ettiğimiz bostanın yeri çok kolay. Minibüs caddesi üzerindeki Adatepe İş Bankasının şubesinin yanından, eskiden yeddiemin otoparkı olan bahçeye giriyor ve bostana kadar ilerliyorsunuz. Eğer yaz mevsimindeyseniz, bahçeye ilerlerken havada uçuşan helikopter böcekleri sizi karşılayacaktır. Gittiğinizde kimseyi görmezseniz seslenmeniz yeterli, size yardımcı olmak için bahçenin bir köşesinden çıkıp geleceklerdir.

Kucukyali-Bostanlar-1

Evimize çok yakın olan bu bostandan yazın domatesimizi kendimiz topluyoruz, semizotumuz toplanırken izliyoruz ve bu doğallığı gördükçe mutlu oluyoruz. Yazın domates, biber, semizotu, fasülye, salatalık, kabak, patlıcan gibi sebzeleri, kışın ise pırasa, kereviz, marul, maydanoz, ıspanak gibi kış sebzelerini alabilirsiniz. Fiyatlar pazardan farklı değil.

Kucukyali-Bostanlar-3

İstanbul’un göbeğinde kalmış bu doğal bostanları keşfederseniz, sofranızda o arayıp bulamadığınız tazeliği ve lezzeti tadabilirsiniz.

Kucukyali-Bostanlar-4

Ceren, Ağustos 2014.