Etiket arşivi: Oda parası

Karadeniz | Rize – Artvin – Trabzon – Ordu – Sinop

Yıllardır ötelediğimiz memleket ziyaretini, uzun bayram tatilini de fırsat bilerek gerçekleştirmek için düşüyoruz yollara.

Biz sırayla anlatacağız, siz dilerseniz merak ettiğiniz şehire aşağıdaki listeden tıklayarak hızlıca ulaşabilirsiniz.

Fotoğraflarından aşık olduğumuz, yeşil ile beyazın en ihtişamlı buluşma yerlerine kavuşmak için, uzun bir araç yolculuğunu ve bayram tatillerinin vazgeçilmezi trafik çilesini de göze alarak, basıyoruz İstanbul’dan marşa. İlk hedef Rize. 1,100 Km :)

Akşam 18:00’de başlayan yolculuğumuz saat 24:00’te Ilgaz Öğretmen Evinde molaya dönüşüyor. Keza aklımızda mola vermeden gitmek gibi bir fikir yok. Ilgaz Dağları’nın eteklerinde konaklama yerimiz tek gece için bile kalınacak yer değil aslında ama fiyatı ucuz ve bu saatte başka yer bakmak istemediğimizden 8 saat geçiriyoruz. Eşim öğretmen olduğundan, 9 yaşındaki çocuğumuzla birlikte 25’er TL’den toplam 75 TL’ye kahvaltı dahil olarak geceliyoruz. Kamu çalışanıysanız 30 TL, normal vatandaş olarak ise kişi başı 35 TL olarak konaklama yapabiliyorsunuz.

İçerisi ne kadar kötü olsa da dışarısı muhteşem dağ manzarası ile her daim geçer not alabilecek bir yer.

Ilgaz1

Sabah kahvaltısının ardından Saat 09:00’da tekrar yola koyuluyoruz. Kurban Bayramına 2 gün var, Ilgaz’da Hayvan Pazarı kurulmuş, sabah saatleri olmasına rağmen epey kalabalık görünüyor.

hayvan-pazari-ilgaz

Radar radar diye o kadar korkuttukları için, hiç bir hız sınırını, 1 km bile aşmadan sürdüğümü belirtmeliyim.

samsun-yolu

Tosya, Osmancık (aman buraya çok dikkat, çakar dedikleri yol kenarı radarları çoğunlukta) ve Merzifon derken Samsun’a varıyoruz. Samsun’dan Ünye ve Fatsa ile birlikte Ordu merkeze Saat 15:30’da geliyoruz.

ORDU

Ordu merkezde mola veriyoruz. Aslında Ordu’yu o kadar beğendik ki durup, şöyle 1-2 saat geçirmek ihtiyacı duyduk. İyi ki de durmuşuz. Yemek, teleferik, Boztepe derken, Ordu’ya ayrıca gelmek lazım düşüncesi oluştu.

ordu-9

Ordu merkezde yemek için alternatifleriniz baya fazla, pidesi meşhurmuş tavsiye ediyorlar, Aktaşlar diye bir pideciye gittik ama o kadar sıra vardı ki bekleyemedik. Belediye binasının yanında, küçük bir meydanda yan yana lokantalar var, biz Kervansaray’ı tercih ettik, lezzetli ama pahallıca bir yer.

ordu-1

Yemek faslını bitirir bitirmez, tepemizin üstünden geçen teleferiklere binerek, Boztepe’ye çıkmak için 5 dakikalık bir yürüyüş yapıyoruz. Teleferik, tam Belediye Binasının karşısında, sahilde.

ordu-2

Gidiş dönüş yetişkin 10 TL, Öğrenci 8 TL, Tek yön alırsanız Tam 6, Öğrenci 5 TL.

ordu-3

2350 m. uzunluğundaki hatta, 28 kabin çalışıyor. Takribi 5 dakika gibi bir zamanda sizi 510 m. yüksekliğindeki Boztepe’ye çıkartıyor.

ordu-4

Ordu’ya komşu illerden sırf bunun için gelenler varmış. Boztepe’ye çıkıp da manzaraya karşı çayımızı içince hak verdik doğrusu.

ordu-teleferik

Teleferikle ilgili birkaç video için de Youtube kanalımızdaki teleferik listesi ilginizi çekebilir.

ordu-5

Boztepe’de yamaç paraşütü de yapma şansınız var. 175 TL kişi başı ücreti var, fakat değişkenlik gösterebilir, bağlayıcı olmasın.

ordu-7

Üstteki fotoğrafta solda uçuşa geçmiş olan arkadaşlar, altlarındaki ağaçlara çarparak seyire devam edince, biz atlamaktan vazgeçerek sadece izlemenin tadını çıkarttık.

ordu-6

Youtube kanalımızda normal bir atlayışın videosunu şuradan izleyebilirsiniz.

ordu-8

2 saatlik keyifli bir dinlenmenin ardından, trafik ile tatlandırdığımız :) yolculuğumuzun geri kalanı için tekrar yola çıkıyoruz.

RİZE

Akşam saat 20:00 civarında köyümüze varıyoruz. Giresun ve Trabzon illerini yoğun trafikte ve karanlıkta geçiyoruz. Ordu’dan sonra sahil yolu ile gittiğinizden, bolca tünel ve çift şeritli yoldan geçiyorsunuz, buralar rahat ama hız limitlerine mutlaka uymanızı tavsiye ediyorum. Şehir ve ilçe merkezleri hem radar hem de trafik anlamında sıkıntılı, tüm Türkiye’deki trafik ışığı sorunu bu yolda da mevcut.

rize1

Fakat artık bunlar geride kaldı, akşamın karanlığında Camidağı köyünün muhteşem manzarası ve ciğerlerinize çektiğiniz hava her şeyi bir anda unutturuyor.

rize2

Karadeniz gezimizin merkez üssü burası, gittiğimiz tüm yerlerde kalkışı ve dönüşü buraya yaptık. Bu bize fazlaca yola mal oldu ama sonuçta hem hepsinin ortasında hem de burası eşimin köyü olması sebebi ile bizim köyümüz, yani konaklama ücretsiz :)

rize3

Akşam güzel bir uykunun ardından, sabah daha da etkileyici olan manzaraya gözümüzü açıyoruz. Küçük balkonumuz şu an dünyadaki tartışmasız en mükemmel yer.

rize4

Bugün için yaptığımız planda Rize merkeze inmek ve köyü yaya olarak dolaşarak, dünkü yorgunluğu atmak var.

Burada şöyle bir soru gelebilir doğal olarak, bizim Karadenizde köyümüz yok, o halde biz nerede konaklayacağız diye?

İl merkezlerinde kalacak yer problemi yok, tüm illerde ve genel olarak ilçelerde konaklama yerleri mevcut. Fazlaca turistik olan yerlerde de, misal Ayder Yaylası, ya oteller ve pansiyonlar var, ya da çok yakın yerlerinde var.

Biz, git – kalacak yere geri dön, durumundan dolayı biraz fazlaca yorulduk, size tavsiyem uzaktan yakına olarak planlama yaparsanız, örneğin Artvin – Macahel’den başlayarak, planladığınız güne göre Trabzon, Ordu veya Samsun’a dönerseniz hem zamanı daha efektif kullanmış hem de daha az yorulmuş olursunuz.

rize5

Rize’ye geri dönelim; Camidağı köyünde yaya başlayan günümüz, buralara olan hasret ve özlemimizin nedenlerini bize çarpıcı olarak anlatmış oldu. Yeşilin tarif edilemez bir renk şenliği içinde her tonunu görebiliyorsunuz, köy evlerinde semaverler tütüyor ve hoşgeldiniz, hadi çaya, hadi baklavaya, hadi yemeğe ile akşamı ediyoruz.

rize6

Karadeniz’in, illerin şehir merkezleri dışındaki tüm köyleri yeşillik içerisinde ve inanılmaz dinlendirici. Önce gözünüz, sonra beyninize giden oksijen ve aldığı görselin bilgisi ile bir rahatlama yayılarak kalbiniz dinleniyor. Yeşil ve mavinin ne kadar enteresan bir etkisi var. Tabi biz fotoğraflarımıza toprağın, çiçeklerin kokusunu, etraftaki minik ve büyük canlıların sesini koyamıyoruz, artık burası siz ile beyninizin birleştirme yeteneğine kalıyor. :)

rize7

Tüm Doğu Karadeniz coğrafyasının ortak özelliği çay ve fındık ile bal, yani arıcılık.

rize8

İrili ufaklı her yerde kovanlar görmeniz mümkün. Balcılıktan memnun olan bir Karadenizli görmeniz mümkün değil :)

rize9

Tüm köylerde bu tarz binalar görebilirsiniz, bunlar çay toplama alanları.

rize10

Rize merkezi anlatmaya gerek var mı, bilmiyorum. Büyük şehirlerin alelade ilçelerinden biri gibi, düzensiz ve kalabalık, şehircilik anlayışı yok. Ordu merkezinin örnek olması gerekiyor buralara. Bu durum sanırım Ordu dışında tüm illerin merkezleri için geçerli.

rize11

Merkezde sadece bir akşam durduk. Kalot peyniri, tereyağı gibi buralara özgü ve buralarda daha doğal hallerini bulabileceğiniz yiyecekleri almak için büyük şarküteriler var. Biz annemizin tavsiyesi ile yılardır alış veriş ettiği, hatta kargo ile İstanbul’a da getirttiği Ri-Kar-Et Kopuz Gıda’dan aldık, biz memnunuz tavsiye edebiliriz.

rize12

Bir de dondurma çok lezzetli, sanırım doğal sütten dolayı, her yerin dondurması güzel.

Zilkale

Artık derin bir soluk alıp, şöyle bir arkanıza yaslanın. Buradan sonra gidip gördüğümüz yerler, aslında cenneti başka bir tarafta aramamamız gerektiğine bizi ikna etti.

zilkale-1

Rize merkeze yaklaşık 85-90 km. uzaklıktaki Zilkale, Ayder Yaylası’na çıkan yol üzerinde. Bu tarafa yapacağınız gezide aynı gün iki yeri de görebilirsiniz, biz öyle yaptık.

zilkale-5

Rize’den, Artvin istikametine çıkış yaptıktan sonra, Pazar’ı geçince Ardaşen’e gelmeden, Çamlıhemşin’e dönüş yapıyorsunuz ve Kaçkar Dağları Milli Park Alanı’na doğru yol alıyorsunuz. Bu bölge sadece 2-3 yerden ibaret değil tabi ki, yükseklerde yaylalar var ve hepsinin görülmesi gerekiyor, fakat aracınızın biraz yüksek olması ve zamanınızın daha çok olması tavsiye edilir.

zilkale-2

Ayder Yaylası ve Zilkale için önce Çamlıhemşin’e geliyorsunuz. Küçük, sevimli bir ilçe merkezi. 2-3 banka şubesi, lokanta ve alışveriş yeri var.

 

zilkale-3

Merkez’den sonra asıl sihir başlıyor, bir tarafınız Fırtına Deresi, diğer tarafınız Kaçkar Dağları ve yeşil ve bulutlar ve sis ve yağmur ve ciğerlerinizi yakan hava (yaşadığımız büyük şehirlerde ne soluduğumuzu  anlayamayacaksınız, çünkü bu hava ise, o nedir bilmiyorum).

Neyse, dağınık bir yazı oluyor, ama düzen denilen şey doğada dağınık halde bulunuyor ve doğa en güzel yaratıcı, renk ve ilham verici, yazımız da böyle darmadağın gitsin bakalım.

zilkale-4

Çamlıhemşin Merkez’den 100-200 m sonra yol çatallaşıyor. Çatalın sol tarafı Ayder Yaylası’na, sağ tarafı ise Zilkale’ye gidiyor. 15-20 dakikalık, büyük bölümü parke taşları ile döşeli tırmanışımızı bitirdiğimizde, insanoğlunun yaptığı yapı ve bu yapının yeri, sizi hayretler içinde bırakarak, Zilkale görünüyor.

Giriş 3 TL. Çocuktan ücret almadılar. Gayet güzel restore edilerek korunan bir kale ile karşı karşıyayız.

Tahmin edersiniz ki, bu bölge neredeyse her mevsim yağmurlu ve sisli.

Kaleye çıkar çıkmaz, manzaranız tam olarak üst fotoğraftaki gibi. Benim ilk tepkim donup kalmak oldu, nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum ama muhteşem sözcüğünün yetersiz kaldığı bir andı. Doğanın bize sunduğu manzara ile insanın burada doğaya karşı verdiği mücadeleyi hissediyor ve ikisine de hayranlık duyuyorsunuz.

Yağmur ve soğuk havaya rağmen, geniş tatilin de etkisi ile baya kalabalık bir insan topluluğu var. Türkiye’nin her yerinden burayı görmeye gelen insanlar var. Bu manzarayı görmeden önce buraya neden gelmeniz gerektiğini inanın anlayamıyorsunuz.

Kale ile ilgili geniş bir tarihi bilgiye sahip değiliz, kalenin içerisine yerleştirilmiş ahşap çerçeveli notlardan anlayabildiğimiz kadarı ile daha çok askeri amaçla kullanılmış bir kale. İçerisinde ilk yapıldığında ibadethane de buluyormuş.

Kalenin içerisine küçük ahşap banklar yerleştirilmiş, buralarda oturup manzaranın tadını çıkartarak dinlenebiliyorsunuz.

Zilkale bu yoldaki son durak değil. Zilkale yolunu devam ettiğinizde Çat Yaylası, Elevit Yaylası, Polovit Yaylası ve Polovit Yaylasındaki şelaleyi de görme şansınız var. Fakat daha önce de dediğim gibi, normal bir binek araba için çok zor yollar buralar. Araç durumumuzdan dolayı bu güzelim yaylaları göremedik.

Burada önemli olduğunu düşündüğüm bir notu da ekleyeyim. Karadeniz’e yazın mahşer sıcağında bile gitmiş olsanız, aracınızda mutlaka yağmurluk ve küçük bir uzun kollu bulundurun, her an ihtiyaç duyabilirsiniz. Örnek fotoğrafımız :)

Yavaş yavaş ve sindire sindire, biraz da geldik gitmeyelim diyerek 2 saat kadar kaleyi gezip, bol bol fotoğraf çektikten sonra artık dönüşe geçme zamanıdır deyip, hüzünleniyoruz. Dönüş işini biraz erken tutmanızda fayda var zira çıkışı aşağıda gördüğünüz yoldan yapacaksınız. Dönmeye çalışanlar, acemi şoförler, yolda yürüyenler derken, araç içinde minimum yarım saat, bilginize…

Karadeniz gezinizi planlarken, geçeceğiniz yerlerde durma zamanları mutlaka ekleyin, aracıma bindim hedefime 10 dakikaya giderim demeyin, zira bu Karadeniz’in doğasına hakaret olur çünkü neredeyse 500 metrede bir durmak isteyeceksiniz.

Zilkale’den Çamlıhemşin’e doğru dönüşe geçer geçmez, yukarıda yaptığım açıklamayı yaşamaya başladık, Fırtına Deresi resmen sizi çağırıyor, “dur dinle beni” diyor.

Üzerindeki tarihi kemerli köprüler “gel gel” yapıyor :)

Velhasıl kelam, Ayder Yaylası sapağına gidene kadar 4 veya  5 kere durduk. 1 saat böyle geçti.

Yanlış anlaşılmasın bu durumu zaman kaybı olarak görmüyorum, yolculuğun en keyifli bölümleri bunlar. Koştur koştur yapmayın, bu durumları hesaba mutlaka katın hatta bu zamanları yaratın. Yeşilin, derenin tadını çıkartın.

Ayder Yaylası

Zilkale ile Ayder Yaylası arası 20 km’lik mesafe ve yaklaşık yarım saat sürüyor. Hayatınız boyunca gidebileceğiniz en yeşil, en berrak, en muhteşem yolu gideceksiniz. Doğaya aşık olacaksınız. Yaratıcı ana tabirini burada anlayacaksınız. Tepenizde atmacalar, kartallar uçacak. Dağlardan aşağıya dökülen suları seyretmeye doyamayacaksınız.

Ayder Yaylası Milli Parkı girişi 9 TL. Araç başı ücret ödeniyor. Yolun muhteşem doğası, yaylaya geldiğinizde yerini otellere bırakıyor. Bir kilometrelik bir yol boyunca, sağınızda solunuzda sadece yapı göreceksiniz. Ayder Yaylası’nı dışına doğru doğayı tekrar görebilirsiniz.

Buraya geldiğinizde turistik yerin ne demek olduğunu anlayacaksınız, bunun anlamı; doğanın yok edilerek, gelen insanlara kalacak ve yiyecek yer sağlanması demekmiş.

İnsanlar çıldırmış gibi oradan oraya koşturuyor. Dere üstünden Zipline yapıyorlar ve çok mutlular. Benim tarzım değil maalesef. Ama zipline yapmak isterseniz 15 TL’ye yapabilirsiniz.

Şahsi fikrimi sorarsanız, giriş kapısına kadar gidip dönün, inanın bir şey kaybetmemiş olursunuz. Ama derseniz ki, kaplıca var, kalacak yerim yok, zipline yapacağım, yeşil yol denen şeyi görmek için ilerleyeceğim… o zaman bir şey diyemem.

Akşam çökmeye başlayınca, dönüş yoluna koyuluyoruz. Bu fotoğraf tek, sanırım merkezini çekmeye içim elvermemiş.

Fırtına Deresi başta olmak üzere, Artvin’deki Çoruh Nehri’nin de bir çok kolunda rafting yapılabiliyor. Bununla ilgili özellikle Çamlıhemşin yolu üzerinde bir çok yer var. Rafting fiyatları 70 TL’den başlıyor, kahvaltı, ulaşım vb. hizmetlere göre 150-200 TL’ye kadar çıkabiliyor. Merakınız bu konu üzerindeyse en iyi kaynak tabi ki internet :)

(Rafting merakınız varsa sitemizde bir yazı da mevcut. Merak edenler için bir tık uzakta. Melen Çayı’nda Rafting)

Muhlama yemek için Çamlıhemşin çıkışında bir yol kenarı barakasında duruyoruz. Mükemmel bir çay eşliğinde, nefis bir muhlama yiyoruz. Ayrıca sahibi olan ismini unuttuğum :( abi tulum sanatçısı çıkınca ve bölgeye fazlası ile gelen Arap turistler olunca, tulum ziyafetimiz ekstra oluyor. Biz de bu duruma 150 TL’lik  Ayder Kestane Balı alarak katkı veriyoruz.

ARTVİN

Bugün evimizden 2 gün ayrılarak, Maçahel yolarına düşüyoruz. Eşim Rizeli, ben Artvinliyim. Sıra benim cennetimde.

Rize’den çıktıktan sonra, sahil yolundan Hopa istikametinde devam ediyorsunuz. Hopa’dan Artvin Merkez için yol ayrımından girip Borçka yönünde, 1,580 m rakımlı Cankurtaran Geçidi’ni tırmanmaya başlıyorsunuz. Dağların  ve yarların arasındaki bu yol, bol virajlı ve ürkütücü gelebilir. Yazın rahat ama kışa doğru çok zorlu bir yoldur. Gerçi şimdi tünel yapılıyormuş, artık doğa ile baş başa değil, hızlıca ama bir şey görmeden geçilecek. Yukarı, yukarı ve yukarı tırmanışınızı sürdürüyor daha sonra da inişe geçiyorsunuz, yaklaşık 1 saat kadar. Yol sağlı sollu yeşilin her tonunu size gösteriyor.

Borçka yoluna girdikten sonra, yol kenarlarında eski köprü ve karadeniz evleri kesinlikle size 10’ar – 15’er dakikalık molalar verdirecektir.

Aslında bu coğrafyanın en enteresan tarafı şudur ki; nereyi güzel bulduysanız orada durabilirsiniz, zira kesinlikle görülecek bir yer vardır.

Bizim için bu gezi sadece turistik bir ziyaret olmadığından, yıllardır ziyaret edemediğim asıl adı Kadapghiya olan, Çavuşlu Köyüne doğru, Borçka merkezden dönüyoruz. 20 dakikalık yolculuk Çoruh Nehri’nin kenarından yapılıyor. Şimdi barajlardan dolayı tanımakta zorlandığım yerlerde, her gördüğümüz sarı renklisine “Sarıkız” dediğimiz inekler, tüm siyahların “Karabaş” olduğu köpekler, merhaba dercesine bakıyorlar. Sanırım, yollar yüzünden, bir sürü aracın geçmesi onları hala şaşırtıyor.

Çocukluğumda, yani daha anlaşılır olması açısından 30 yıl önce, sadece fındık tarlası olan yerlerde, şimdi yol var. Gelişim iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bilemiyorum!

Kadaphiya’da artık pek kalan yok, sayılı bir kaç ev var ve genelde yazın açılan evler. Yol ve baraj, sanki gelip, herkesi buradan alıp götürmüş gibi.

Kurban Bayramı, öncelik köyde olan teyzemde tabi ki…

Güzel teyzemin, güzel yemeklerini ve bayramın olmazsa olmazı baklavamızı yiyerek, dedemin artık sadece yengem tarafından kullanılan evine geçiyoruz.

İnsan insana aşık olur zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ev kavuşamadığım aşkım gibi duruyor karşımda. Benim önünde oynadığım, fındık, çay topladığım, inek otardığım, mereklerine mısır çıkardığım yerleri şimdi o yaşlarımda olan oğlumla ziyaret ediyorum.

Diyeceksiniz ki, arkadaş, bu gezi sitesi değil mi? Bize ne teyzenden, dedenin evinden… Gelsek buralarda biz ne yapacağız ki…

Haklı olduğunuz yer, evet ister istemez bu yazı duygusallık içeriyor. Haklı olmadığınız yer, bu fotoğraflar, sadece makinelerin objektifine sığdığı kadarını yansıtıyor, burası doğada eşi benzeri olmayan bir bölge ve ben özelde buralarda doğduğum için, siz de bu güzel vatanın bir ferdi olduğunuz için çok çok şanslıyız. Sadece 15 dakikalık bir duraksama için bile saatlerce yol gitmeye değer…

Borçka Karagöl

Bizim köyün en güzel taraflarından biri de, Karagöl ve Macahel gibi endemik özellikli 2 yere çok yakın olmasıdır.

Köyümüzde geçirdiğimiz 2 saatten sonra, doğal olarak teyzemin tüm ısrarlarını kırarak, önce Karagöl’e uğramak için çıkıyoruz Macahel yoluna…

Tarifi Borçka merkezden verirsek daha sağlıklı olabilir. Karagöl 30 km’lik bir mesafede, Macahel (Camili) yolu üzerinde tabelasını gördüğünüzde sağdan çıkıyorsunuz ve 6 km kadar daha yol alıyorsunuz.

Bu yol orman yolu, dar ve sağ tarafı tamamen orman. Dikkatli sürmenizde fayda var, zira çok virajlı ve bazı yerlerinde iki araba yan yana zor geçiyor.

Borçka Karagöl Tabiat Park alanına giriş için araç başına 9 TL ödüyorsunuz. Ödeme yapmak istemezseniz yaklaşık 1 km kadar yürümeniz gerekiyor.

Karadeniz’de doğa her daim sürpriz yapmayı sever, Karagöl’e geldiğimizde her yeri sis basıyor, göz gözü görmez bir durum. Gölü bile göremedik, o derece. Flora olarak eşi benzeri olmayan göl bölgesinin etrafını yürüme yolu olarak, taşlarla belirlemişler. Biz de bu yolu kullanarak ormanın içinde dolaştık.

Buradaki ağaç türleri, dünya üzerinde kendi türünde sadece bu bölgede bulunan ağaçlar. Nasıl olsa hayran kalacaksınız, bir şey yazmaya gerek yok :)

Bizim için sisin yayılmış olması mükemmel bir durum oldu, çünkü bu haliyle de burayı görme fırsatı bulduk. Sadece zararımız 9 TL, çünkü yarın Macahel dönüşünde tekrar buraya geleceğiz.

Gölün kenarında, çadır kuran gençlere çok imrensek de, bu siste Macahel yolunu nasıl geçeceğimizi düşünmek daha akıllıca.

O gelişte kullandığımız 6 km’lik yol dönüş anında, araçların da çıkması ile birlikte uzadıkça uzuyor. Anayola çıktıktan sonra sağa doğru dönüyor ve Macahel’e 30 km’lik yolun tırmanma bölgesine başlıyoruz. Başlıyoruz başlamasına da, bir sis var, göz gözü görmüyor. Yolu göremiyorum, gördüğüm sadece şerit çizgisi. Şimdi düşününce tam bir delilik, her tarafı uçurum böyle bir yolu, bu siste gitmek akıl kârı değil.Tavsiyem bu durumda Borçka’da kalın sabah geri gelin.

Macahel (Camili)

Saatte bazen 10 km hıza inerek gelmek zorunda kaldığım 30 km mesafe yüzünden yorgun argın olarak, Macahel’in merkezine iniyorum. Kalacak yer konusunda da önceden bir çalışmam olmadığı için, ne yapacağız, olmadı arabada uyuruz derken, Tema Vakfına ait yeri buluyorum.

Sabah ve akşam yemeği dahil oda fiyatı 180 TL olarak, çok da beğenerek buraya yerleşiyoruz. Hemen semaverde çay demleniyor ve akşam yemeğimiz hazırlanıyor.

Çalışanların hepsi o kadar ilgili ve güler yüzlü ki, alışık olmadığınız derecede, şaşıracaksınız. Gelen yemek ile baklava çok lezzetli ve ne kadar isterseniz o kadar veriliyor. Çay için ayrı bir parantez açmak lazım. Semaverde çay içmek, gerçekten çay içmek.

Güzel bir uykunun ardından, sol tarafı Türkiye, sağ tarafı Gürcistan olan bu manzaraya karşı kahvaltımızı yaparak köye ismini veren camiye doğru gidiyoruz.

Macahel’i (şimdiki ismi ahşap camisinden dolayı Camili) özel yapan şey, doğası. Kendine özel, yeryüzünde bir tek burada yetişen bitkiler ve özellikle Kafkas arı ırkı. Macahel aslında bahsedilen cennetin ta kendisi denilebilir.

Günübirlik ziyaret için uygun bir yer değil, yol uzak ama asıl mesele, bu özel bitki türlerini ve özel alanları görmek istiyorsanız yürümeniz gerektiği. Zira merkez sayılan, caminin olduğu bölgeden sadece etraftaki dağları görüyorsunuz, ama gerçek yaylalarda.

Buralarda en çok görmek istediğimiz yer Maral Şelalesi, fakat kısmet olmadı diyelim. 7 km’lik kötü bir yolu var, kesinlikle binek araba ile çıkmaya çalışmamanız gereken, daha doğrusu 6 km’lik taşlık yoldan sonra, 1 km yürümeniz gerekiyor. Jip kiralayayım dedim, o da olmadığı için gidemedik. Siz buraya kadar geldiyseniz, görmeden dönmeyin.

Gelelim köyümüze yeni ismini veren camimize, dış görünümü resimde gördüğünüz gibi, ahşap ve sac öylesine bir araya getirilmeye çalışılmış gibi, ama içini görmeden karar vermeyin.

II. Mahmut döneminde yapılmış olan camii, bir kaç kez yıkılmış, Arhavili ustalarca tekrar yapılmış. İç işlemeleri sanat eseri seviyesinde.

İçi huzur verici bir aydınlık ve ahşap kokusu ile dolu, tam bir köy camisi, girin oturun, kalkmak istemezsiniz.

Köylere yapılan yeni camilere anlam veremiyorum bir türlü, 30-40 haneli köye 300-400 kişilik beton cami neden yapılıyor birtürlü anlamıyorum. Camili’nin camisini görünce, bütün köylerin ibadethaneleri böyle olmalı diye düşünüyorum.

Macahel, dünyanın en güzel varlığı, seni hafızama çivi gibi çakıp çıkıyoruz yola.

Dağların arasından tekrar vuruyoruz kendimizi yollara, dün akşamki sis ile nereden geçtiğimiz, nasıl bir yol ile buraya geldiğimizi sabah daha iyi anlıyoruz. Bu yukarıdaki manzarayı yolun kenarında durarak çektim, tüm yolun bir tarafı böyle.

Dün sisten Karagöl’ü göremeden dönmüştük. 6 km gidilir tekrar diyerek sapıyoruz içeriye, şimdi her şey daha net, daha yeşil :)

Bu göl diyor ki, beni Eylül-Ekim gibi ziyaret et de bir gör bakalım, dünyada kaç renk varmış, yeşilden çıkan…

Güzelliği iyice içimize çekiyoruz, gözlerimize dolduruyoruz ki, bir daha ki gelişimize kadar yetsin bize.

Dönüşte Borçka merkezde durup, bu asma köprüden koşarak geçin, bu kadar diyorum, yapamayacak olanlar el kaldırsın :)

Bu arada bu tahtaların da bazen kırılıp ayağınızın içine girdiği oluyormuş, Borçkalıların en çok güldükleri zaman sanırım bu :)

Aslında Borçka’nın meşhur bir köprüsü vardır. 1935 yılında İsmet İnönü tarafından açılan Çelik köprü. Borçka’nın simgesi gibiydi ama şimdi yanına beton aşkımızla dolu, sıradan bir şey yapıp bu tarihi köprüyü de çürümeye terk etmişiz. Her tarihi eserin başına gelen şey burada da tecelli etmiş, ne diyelim.

TRABZON

Artvin’den Rize’ye dönüşümüz de müthiş bir yağmur ile oluyor. Karadeniz hep Karadeniz, her an ani bir yağmur ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz, buraların yağmurundan ama, öyle bir serpiştirip geçenlerden değil. Silecekler yetişmiyor, o derece…

Akşam fırtına, sabah güneş. Annemizin misafirliğinde, sabah kahvemizi de içtikten sonra, bugünkü seyahatimiz Sümela Mastırı’na doğru 2 saatlik yolculuk.

Sümela Manastırı

Sümela Manastırı, Maçka ilçesinin Altındere (Meryemana) Vadisindeki, muhteşem sözcüğünü yavan hale getiren bir yapısı. Burası için başka bir sözcük bulunup söylenmesi lazım.

Maçka, zaten başlı başına bir doğa harikası iken, M.S 360 – 395 yıllarında, doğanın bu güzelliğini bozmadan nasıl bir yapı yapmalıyız, diye düşünmüşler, ve ortaya Sümela Manastırı çıkmış. Keşke doğanın içerisine dokunuşlarımız hep böyle olsa.

Trabzon’dan 42 Km, Maçka ilçesinden de 16 Km’lik bol yeşillik yolu geçtikten sonra, Zigana Dağları’nın bir yamacında, gözlerinize inanamayacağınız bu yapı ile karşılaşacaksınız.

Manastırın Rumca adı Sümela, Yunanca adı Panagia, aslında gerçek ismi Meryemana Manastırı.

Manastırın önünden Meryemana Deresi, diğer ismi ile Panagia Deresi akmakta, önünden derken yanıltıcı olmasın, Manastır dağın tepesinde, dere ise eteğinde :)

Rize’den 2 saat yol geldikten sonra bir sürpriz ile karşılaşıyoruz. Manastır restorasyon nedeni ile kapalı. Haliyle gezme şansımız olmadı. Sadece dış cephesini görmek için bile gidilebilecek bir yol ama, gelmişken göremediğimiz için üzülmedik de değil hani.

Manastıra en yakın nokta olan bu kayalık bölgede fotoğraf çektik, manzaranın keyfini çıkarttık ve Manastıra çıkışta bulunan tesislere inerek, dere sesi ile çayımızı içmeye başladık.

Restorasyon çalışmaları 2 yıl kadar daha devam edecek denildi ama siz illa içerisini de göreceğiz diyorsanız, bitiş tarihini tam öğrenip öyle planlama yapın.

Bizim önerimiz ise, sadece bizim gördüğümüz kadarı ile bile çok eğleneceğiniz yönünde. 

Restorasyonla ilgili Trabzon Valiliğinin teleferik yapmak gibi, etrafına tesis kurmak gibi bizce ürkütücü açıklamaları var, inşallah bu doğayı turizm adı altında ranta açıp, mahvetmezler. Zira Ayder Yaylası’nı gördükten sonra tüm turistik gelişimlere kapadım kendimi.

Neyse biz tesislere geri dönelim. Manastıra çıkan yolun 1-2 km gerisindeki tesislerde çay çok güzel, derenin yanında şırıl şırıl ses ile tam bir dinlenme fırsatı. Hediyelik bir şeyler de alabileceğiniz yerler var.

Trabzon’un doğal güzellikleri saymakla bitmez tabi ki, her ilçesi ayrı bir doğa harikası, ama yapı olarak ben üç yer eklemiştim; Sümela Manastırı, Küçük Ayasofya Camii ve Atatürk Evi. Ancak Manastır dışında diğerlerini görme fırsatı bulamadık maalesef. Manastırı da tam göremedik. Bir daha gelmek için bahanemiz oldu diyelim :)

Artık geri dönüş zamanı. Planlarımızın içerisinde bir gün de Sinop’da geçirmek var. Hem dönüşte dinlenmiş olacağız, hem de methini çok duyduğumuz ama bir türlü görme fırsatı bulamadığımız Sinop’u da görmek istiyoruz.

Çıkıyoruz dönüş yoluna, bir tarafımızda Karadeniz, bir tarafımızda yeşilliklerle yol alırken, Akçaabat tabelasını görür görmez herkes acıktığını hissediyor. Hemen en doğru bilgiyi alabileceğimiz bir Akçaabatlı bularak kısa bir bilgi alıyoruz. Sorduğu şu; meşhur yer mi arıyorsunuz, lezzetli yer mi? Biz ikinci kısımdanız tabi ki ve en güzel köfte yeme noktasına ulaşıyoruz. En güzeli gönül rahatlığı ile söylüyorum çünkü Sebat Köfte hakikaten çok lezzetli. Lezzetin yanında fiyatlar da uygun.

Bir de semaver aldık yan dükkandan, arabayı da böylece artık sinek uçmaz derecesinde doldurarak doğru Sinop’a…

SİNOP

Yazının tümünde bahsettiğim gibi, geçtiğimiz yerler öylesine güzel görünüyor ki, gayri ihtiyarı durma ihtiyacı duyuyor insan, beş dakika buranın da havasından soluyalım diyerek, tekrar Espiye sahilinde mola veriyoruz.

Rize’den Sinop’a toplam 565 km yol var, normalde yedi saatte gidilebilir ama mola, trafik derken 11 saatte ancak varıyoruz Sinop’a.

Konaklama işini yolda ayarladık, Google’dan bulduğumuz Efua Otel’i aradık, fiyat aldık. Oda fiyatı 4 Kişi için 160 TL. Öğretmen evinden bile ucuza geliyordu. Önce biraz çekindim açıkcası, gece vakti varacağız, nasıl bir yer çıkacak, konuştuğum adam nasıl biri diye.

Abi, kardeş işletmesi pırıl pırıl bir otel, kesin tavsiyemdir gidin. O kadar özenli ve temizler ki inanamazsınız, çarşafından kahvaltısına, dekorasyonundan güler yüzlülüğüne bizden tam puan aldılar. Güzel bir uykunun ardından yeni güne hazırız.

Sinop da Türkiye’nin başka bir cennet köşesi. Doğa çok cömert davranmış, ama insanoğlu nankörlük etmiş diyebiliriz. Sinop’un en tepe noktalarından Şahin Tepesi’ne çıktık.

Tepenin manzarası yukarıdaki gibi. Etraf pislik içinde, baraklardan derme çatma bir yer yapılmış, ama kapalı mı, değil mi belli değil. İnsan üzülüyor, hem yapılaşma çirkin, hem de elinizde böyle bir yer var, çer-çöp içinde, yazık!

Tepenin sol tarafı bu şekilde, sağ tarafı da aşağıdaki gibi.

Şahin Tepesi’nde yapabileceğiniz bir şey yok, arabadan inip bir-iki fotoğraf çekersiniz o kadar. Biz de merkeze inip Sinop Kalesi’nin surlarından birine çıktık.

Bu sur tam limana bakıyor.

Diğer kısımlarını bilmiyorum ama bizim gezdiğimiz bölüm gayet güzel korunmuş ve restore edilmiş.

İçinde akşamları canlı müzik yapılan, içkinizi de içebileceğiniz bir yer bile mevcut.

Surdan biraz deniz havasını ciğerlerimize doldurarak aşağıya iniyoruz. Tam surun dibinde bir büfe var, burada bir Türk kahvesi için mutlaka, hem merkezin tatlı koşturmacasını izlersiniz, hem de bizim gibi büyükşehir yollarına düşecekseniz dinlenmiş olursunuz.

Tam limanın oralarda, birbirinden güzel restoranlar ve hediyelikçiler var. Biz el yapımı tekne yapan dükkanlara bayıldık.

Sinop’un neşe kaynakları bunlar sanırım. İçeride bir yandan satış yapılıyor, bir yandan da ahşaplar oyularak, rengarenk teknelere dönüştürülüyor. Tekneye isminizi veya teknenizin ismi ne olsun istiyorsanız onu da yazdırabiliyorsunuz.

Hediyelerimizi de alarak, Sinop’u şöyle bir arabayla gezip dönüşe geçiyoruz. Burasını yazıyoruz hafızlarımıza. Hatta bir sonraki tatil planımızı Efua Otelde mi planlasak?

Maalesef ki artık müze olan Sinop Cezaevini görmeye zamanımız yok. Yolumuz çok uzun. Artık dönme vakti, ama büyük yazar ve şairimiz Sebahattin Ali’yi yad etmeden gidemeyiz, güzel insanların büyük acılar çektiği bu mekanı ölümsüz kılan, Sinop Cezaevi’nde kaldığı dönemde yazdığı dizeler şöyle;

Maphushane Türküsü

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Aldırma gönül aldırma, kötüler unutulur, iyiler hep hatırlanır.

Tabi hepsini satın almadık ama artık evimizi süsleyen bir balıkçı teknemiz var. Sanırım dönüşün en güzel kısmı zihninizde getirdiğiniz anılar ve elinizdeki küçük objeler oluyor.

Barış, Eylül 2016