Mayıs sonunda 3 gece 4 günlük bir Amsterdam turuna katıldık. Bir günümüzde de Brüksel ve Brugge’e gittik ama özellikle Brugge muhteşem bir yer olduğundan o geziyi şuradaki yazımızda anlattık. Amsterdam’daki son günümüzü Zaanse Schans, Volendam ve Marken Adası’nı da kapsayan bir geziyle geçirdik ve tüm bu güzel yerlerde gördüklerimizi burada anlattık. Hızlı gitmek isteyenler aşağıdaki listeyi kullanabilirler.
Uçuşumuz KLM havayolları ile idi. Koltuk aralıkları fena değil, uçuş sırasında sandviç ve içecek veriyorlar. Schiphol havaalanı çok büyük terminallere sahip ve kısıtlı süreli ücretsiz internet mevcut. Biz özel bir turla gittiğimizden terminal çıkışında otobüsümüz bizi bekliyordu, o nedenle şehire gidişte treni kullanmadık.
Amsterdam’ın tipik hava durumu olan yağmur, gezi boyunca peşimizi bırakmadı. Siz siz olun şemsiyesiz ya da yağmurluksuz gitmeyin. Sabah erken bir uçuşla gittiğimizden önce kısa bir şehir turu yaptık. Merkez tren istasyonunun karşısına otobüsümüz parketti ve Dam meydanına kadar yürüdük.
Amsterdam’ın merkezi yürüyerek rahat gezilecek büyüklükte. Neredeyse her köşesine tramvay ya da otobüse binmeden rahatlıkla yürüyebilirsiniz. Ama zamanı dar olanlar için hem otobüslerde hem de neredeyse her yerde olan tramvaylarda geçen günlük kartlar oldukça uygun. Dam meydanının bir tarafında yukarıda gördüğünüz Kraliyet Sarayı bulunurken, diğer tarafında Ulusal Anıt bulunmakta.
Bu meydan Amsterdam’ın en bilinen buluşma noktası. Meydandan hangi yöne giderseniz gidin, ünlü kanalların üstünden geçen köprüler ve sakin sokaklarla karşılaşıyorsunuz.
Şehirde genel bir sakinlik hakim. Kafe ve restoranlar kalabalık, sokaklar ise güzel yapılarla ve bisikletlerle dolu.
Kanalların üstünden farklı tipli köprülerle geçiliyor. Kimi köprüler gerektiğinde açılacak şekilde inşa edilmiş. Aşağıdaki modelin bir çok farklı boyutunu gördük.
Kısa bir yürüyüş ve yemek molasından sonra, ünlü Rijksmuseum’a geçtik. Amsterdam’ın en büyük müzesine maalesef girecek zaman bulamadık ancak arka tarafındaki bahçede biraz zaman geçirdik. Bahçede bulunan su fıskiyesi durunca içine giren kişiler, fıskiye çalıştığında ıslanmadıkları halde suların içinde kalıyorlardı.
Amsterdam’ın sembolü haline gelmiş olan Iamsterdam yazılarından birisi de burada bulunuyor. Bu yazı, turistler için fotoğraf çekme noktalarının başında geliyor.
Buraları da gördükten sonra Amsterdam’ın ünlü kanal turlarından birine başlamak üzere kısa bir yürüyüş yaptık ve teknemiz yola çıktı.
Üstü ve yanları camla kaplı basık ve uzun teknelerle yapılan kanal turunu yapmak ilk başta çok gerekli değilmiş gibi geliyor. Ancak suyun üstünden şehri izlemek çok hoş.
Kanalların kenarına bağlanmış teknelerden bazılar ev olarak kullanılıyor. Bazıları çok güzel ve oldukça özenli hazırlanmış.
Bazıları ise ticari olarak kullanılmakta. Bu tür teknelerde oldukça dikkat çekici modeller kullanılmış.
Bazı yerlerde daracık bir kanaldan diğer kanala koskoca tekneyi ustaca döndüren kaptanın becerisine hayran olmamak mümkün değil.
Kanal turu bir ara ana istasyonun arkasındaki nehire de çıkıyor. Bu taraftan istasyonun arkasındaki bisiklet parkının ne kadar farklı göründüğünü de belirtmek lazım. Küçücük alanlara yüzlerce bisiklet parkedebiliyorlar.
Yaklaşık bir saat süren tur oldukça keyifli. Hazır bisiklet parkından bahsetmişken, bisikletlerin neredeyse tüm yolların kenarında bulunan bisiklet yollarında geçiş önceliğine sahip olduğunu da belirtelim. Yayaya çarpmaları çok olası, her an bir yerden hızla bir bisikletli gelebiliyor, alışmak zaman alıyor. Başka bir bölgede gördüğümüz şu aşağıdaki bisiklet parkı, şehirde ne kadar çok bisiklet olduğunu biraz daha iyi anlatabilir.
Kanal turundan sonra otelimize geçip dinlendik. Otelimiz şehirden biraz uzak olan Ibis Schiphol Airport idi. Oldukça basit ve kullanışlı bir odası vardı ancak çok kalabalık ve insana sanki yoğun bir tren istasyonundaymış gibi hissettiriyor, gelen giden bitmiyor. Yakınında tramvay veya metro yok, havaalanına yakın olduğu için ücretsiz havaalanı servisi var, havaalanına gidip metroyla şehire gidilebiliyor. Ya da otelin önündeki otobüs istasyonundan (durak değil, kocaman istasyon) şehir merkezine yakın bir noktaya gidilebiliyor. Otelin lobisinde karşılaştığımız şu gençlerin de ileride çok ünlü futbolcular olma ihtimali bulunmakta, şurada dursun.
Turumuzun bir gününü de şehirde serbest dolaşarak geçirdik. Yağmur yağan sürelerde kafelerde otursak da sokaklarda yürümek gerçekten çok keyifliydi. Her köşeyi döndüğünüzde kanalların farklı bir pozunu fotoğraflamak istiyorsunuz.
Büyük kanallarda kocaman tekneler olsa da, dar kanallarda bağlanmış küçük tekneler sanki insanların işlerine bu araçlarla gidip geldiği gibi bir duygu yaratıyor.
Köprülerin üzerinden geçerken sağa sola bağlanmış bisikletlerin yarattığı mizansen çok hoş. Aşağıdaki gördüğünüz ve neredeyse her Amsterdam fotoğrafında görebileceğiniz kanal ve bisiklet teması gibi.
Ara sokaklar genelde konut ağırlıklı ancak her sokakta bir kaç kafe bulunuyor. Genelde dolu olan kafelerde dinlenen kişilerin çoğu turist.
Yürümesi çok keyifli bir şehir. Çok büyük olmadığından gitmek istediğiniz yere zamanın nasıl geçtiğini anlamadan varıyorsunuz. Bu kadar dolanmışken, gece gitme fırsatımız olmasa da, ünlü Red Light District’in de bir fotoğrafını gösterelim.
Dikkatli gözlerin görebileceği duvarlardaki lambalar geceleri kırmızı yandığından kırmızı ışıklar bölgesi deniyor. Gündüz gayet sakin ve insanlar dolanıyor. Gecesini bilen anlatır, biz sadece son olarak bu bölgede ayrıca bir üne sahip olan aşağıdaki coffee shop’un da fotoğrafını koyalım, fazlasına yorum yapmayalım.
Serbest günümüzün sonunda topluca yemek yiyeceğimiz restorana da yürüyerek gittik. Ancak restoran istasyonun arkasındaki nehirin karşı sahilindeydi ve taksiyle ya da otobüsle gitmek gerekir gibi göründü. Ancak biraz araştırınca, istasyonun arkasından karşı kıyıya her 15 dakikada bir ücretsiz küçük feribotların gittiğini öğrendik. Böylece istasyonu da yakından görme fırsatı bulduk. Şehrin her yeri gibi bu bina da çok güzel.
İstasyon oldukça kalabalık ancak yol bulmak için güzel yönlendirmeler yapılmış. İstasyonun arkasına geçtiğimizde yukarıda bahsettiğimiz bisiklet parkının yanına çıktık.
Bu taraftan sağa doğru yürüyüp feribota bindik. Bisikletlerin, motorsikletlerin ve elbette yayaların binebildiği bu feribot, bizim deniz otobüslerinin küçüğü gibi. Oturacak yer yok ama zaten karşıya geçmeniz 7-8 dakika sürüyor. Aşağıdaki resimde karşı taraftan hem feribotu hem de istasyonu görebilirsiniz.
Amsterdam – Veer IJplein denen bu feribotla geçilen karşı taraf şehrin merkezinden oldukça farklı. Sanki bir anda yeşillikler içinde bir bölgeye ışınlanmış gibi hissettiriyor.
Turumuzun bir tam gününü de Brüksel ve Brugge’e giderek geçirdik ama onları ayrı bir yazıda yazacağız. Amsterdam’daki son günümüzde ise Zaanse Schans, Volendam ve Marken Adası’na gittik. Bu güzel yerleri de aşağıda biraz anlatalım.
Zaanse Schans
Zaanse Schans, Amsterdam’ın biraz dışında, basitçe çalışan yel değirmenlerini görebileceğiniz bir park. Daha detaylı anlatmaya çalışırsak ise, içinde bir de müze bulunan, Hollanda’nın sanayileşmesi sırasında geleneksel atölyelerin nereden nereye geldiğini anlatmak için hazırlanmış, 1961 yılından itibaren bir çok evin ve yel değirmeninin kamyon, tren, tekne vs kullanarak taşınması ile kurulmuş şahane bir park.
İçinde bir çok yapı bulunmakta ve bu yapılarda Hollanda’nın geleneksel ürünlerinin nasıl üretilmiş olduğunu görebiliyorsunuz. Aşağıda gördüğünüz atölye, ünlü ahşap ayakkabıların üretimini gösteriyor.
Aynı bina içinde bu ürünlerin satışı da yapılıyor. Aşağıda gördüğünüz kadar çok renkli ve çeşitli ayakkabıyı her yerde bulamazsınız.
Hollanda dendiğinde akla gelenlerin başında peynir geldiğinden, elbette bir de peynir üretim yeri mevcut. Burada çeşit çeşit peynirin hem tadına bakabiliyorsunuz, hem de satın alabiliyorsunuz.
Ancak, Zaanse Schans’ın en ilgi çekici ve en güzel yanı, çalışır durumdaki yel değirmenleri. Bu değirmenlerin bazısı çok eski ve buraya taşınmış, bazıları ise aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş.
Her değirmenin bir de ismi var. Değirmenlerin isimleri ve hangi amaçla kullanıldıklarına dair detaylı bilgiyi Zaanse Schans web sitesinden öğrenebilirsiniz.
Biz yağmurlu ve epey rüzgarlı bir günde gittiğimizden, değirmenlerin dönüşünü oldukça yakından gördük. Sizler de görün diye bir de video çektik, aşağıda görebilirsiniz. Merak edenler için, videodaki ilk değirmen De Zoeker (the seeker), arkasındaki De Kat (the cat), kamera dönünce görülen de Het Jonge Schaap (the young sheep).
Zaanse Schans’ta yürüyüş yapmak da çok keyifli. Sıcak bir günde giderseniz çok daha keyif alacağınızdan eminiz ama biz yine de yağmurluklarımızla dolanırken güzel evleri izlemekten çok keyif aldık
Volendam
Zaanse Schans’ın biraz daha uzağında, deniz kenarında kurulu küçük bir kasaba olan Volendam, geleneksel Hollanda evlerini görebileceğiniz turistik bir yer.
Bu sakinlikle başlayan kasaba, merkeze geldiğinizde hediyelik eşya satan mağazalar ve restoranlarla renkleniyor.
Biraz daha ileride şirin bir limana çıkan bu yol üzerinde hoşunuza gidecek pek çok mağaza var.
Bize enteresan gelen ve bir çok örneğini gördüğümüz fotoğraf stüdyolarında yerel Hollanda kıyafetlerini giyerek fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Biz denemedik ama belli ki bu işin bir pazarı var.
Volendam’a giderseniz muhakkak denemeniz gereken bir yiyecek var. Limanda göreceğiniz seyyar görünümlü arabalarda satılan çiğ balık.
Haring adı verilen, çiğ ringa balığının soğanla birlikte sunulduğu bu sandviçi ben çok beğenerek yedim, ama gruptaki diğer kişiler sevmediler. Yine de giderseniz bir tane alıp tadına bakmanızı öneririm, beğenirseniz bir tane daha yemek istersiniz.
Marken Adası
Sessizlik, huzur ve yeşillik. Volendam’ın karşısında bulunan Marken Adası’nı en güzel tanımayacak kelimeler.
Sanki yüzlerce yıl önceden kalmış gibi görünen küçük bir köy olan Marken’i dolaşırken insanın aklına kendi yaşadığı yerler geliyor.
Amsterdam’a çok da uzak olmayan bu köyde yaşayıp büyük şehirde çalışmanın mümkün olduğunu düşünüyor insan. Bizde şehirlerin çevresindeki köylerin apartmanlarla doldurulmasına alışmış halimiz, bu durumu oldukça yadırgıyor ve insan rüyadaymış gibi hissediyor.
Sanki oyuncak evlerden yapılmış bir maketmiş gibi gelen bu köyde kuş seslerinden başka hiç bir gürültü yok. Sokaklarda yürürken çektiğimiz aşağıdaki videoda siz de bizim duygularımızı hissedebilirsiniz.
Amsterdam ve yakın çevresindeki şahane köyleri biz çok sevdik. Her ne kadar yağmurlu ve rüzgarlı olsa da, her köşesinden ayrı zevk aldık. Siz de bir gün yolunuzu düşürürseniz eminiz memnun ayrılacaksınız.
Son bir not olarak, Schiphol havaalanından KLM ile dönecekseniz, kaç kişi olursanız olun, yanınızda götüreceğiniz her bir valizin 20 kg civarında olmasına dikkat edin. 2 kişiyiz, toplam 40 kg hakkımız var, bir valiz 25 kg, diğeri 15 kg olsun demeyin, 25 kilo olanı açıp diğerine ağırlık aktarmak zorunda kalırsınız, başımıza geldi, oradan biliyoruz.
Gürkan, Mayıs 2016