Amsterdam yazımızda bahsettiğimiz gibi, gezimizin bir gününü Brüksel ve Brugge’a ayırdık. Otobüsle sabah 8:00 gibi çıktık ve gece 21:00 gibi geriye döndük. Önce Brüksel, sonra Brugge’e gittik, iyi ki de öyle yapmışız çünkü önce Brugge’e gitmiş olsaydık ayrılmak istemeyeceğimizden muhtemelen Brüksel’e gitmezdik. Çok detay veremesek de ne gördüğümüzü anlatalım. Brugge kısmına gitmek isteyenler buraya tıklayarak yazının o kısmına atlayabilirler.
Brüksel
Belçika’nın ve Avrupa’nın başkenti olan oldukça büyük bir şehir. Şehire girmeden önce Atomium isimli enteresan bir yapıda mola verdik. Bir demir atomunun 165 milyar kez büyütülmüş halini gösteren bu yapı Eyfel misali Expo 58 fuarı için yapılmış ve 102 metre yükseklikte. Orijinali aluminyum kaplıymış ancak 2007 yılında biten renovasyonda kaplama paslanmaz çelik ile değiştirilmiş.
Sonrasında Brüksel’in merkezine varmamız trafik nedeniyle yarım saat kadar sürdü. Yol üzerinde gördüğümüz bazı yapıları pek bilgi veremesek de burada paylaşalım.
Oldukça eski bir tarihi olan bu şehirde eski yapılar da göze batıyor.
Elbette Avrupa şehirlerinin tipik özelliği olan büyük parklar burada da mevcuttu.
Sonunda otobüsümüz merkeze yakın bir yere park etti ve yürümeye başladık. Önce küçük bir meydana vardık. Bol turist olan hoş bir meydandı.
Buradan sola yürüyerek şehrin merkezi olan Grand Place Meydanı’na vardık.
Muhteşem yapılarla süslü bu meydan Brüksel’in en görülesi yeri. Meydanı daha iyi hissetmeniz için burada çektiğimiz küçük bir videoyu paylaşalım.
Meydandan sola devam ederek ünlü işeyen çocuk heykeli Manneken Pis’i gördük. Hakkında onca efsane olan 61 cm yüksekliğindeki bu heykel, gerçekten çok küçük ve turistik bir nokta olmuş. Yüzlerce kostümü olan ve sık sık kostüm değiştiren heykeli biz şansımıza çıplak gördük.
Brüksel’in ünlü, lezzetli ve oldukça pahalı çikolata mağazalarını dolaşıp, bir de waffle yedikten sonra Brugge’e doğru yola çıkmak üzere otobüsümüze döndük.
Brugge
Masal gibi bir kent. İkinci Dünya Savaşı’nda zarar görmediği için Orta Çağ özelliklerini hala koruyor. Şehrin girişinde otobüsler ve arabalar için büyük bir otopark yapmışlar ve merkeze 15 dakika kadar yürüyorsunuz. Elbette yürümek çok keyifli.
Kente geldiğinizi şu aşağıda gördüğünüz küçük meydana gelince anlıyorsunuz.
Bol turistin bulunduğu sokaklarda yürüyerek kentin içlerine gidiyorsunuz.
Brugge de bol kanal bulunan bir kent. Kanallarda gezinti yapmak için kanal turları da bulunuyor.
Sokaklarda çikolata mağazalarını ve ünlü Brugge dantellerini yapan teyzeleri görebilirsiniz.
Belçika’nın diğer ünlü ürünü olan bira için şu mağazanın camında yazan “Suyu koru, Belçika birası iç!” yazısı, 500’den fazla bira çeşiti bulunduğunu çok güzel anlatıyordu.
Kanalların yanında kurulmuş bir bit pazarında çok eski ve orijinal ürünler bulmak mümkün. Modern Çin işi ürünler çoğunlukta ama yine de bakmakta fayda var.
Sokaklarda yürümek çok keyifli. Sanki yüzlerce yıl önce geziniyormuş gibi hissediyorsunuz.
Sonunda ünlü Markt yani Market Meydanı’na çıkınca Brugge’ün neden bu kadar ünlü olduğu anlaşılıyor. Daha 3 saat önce Brüksel’in ünlü meydanını görmüş olmamıza rağmen bu meydan bizi gerçekten çok etkiliyor.
Orta Çağ’dan kalma haliyle bu kocaman meydanın ortasında bir orkestra vardı ve müzik her yanı sarmıştı. Burada da kısa bir video çektik.
Meydanın bir kenarını kaplayan adliye binası ve arkasında görünen büyük Belfry Kulesi gerçekten çok ince işlenmiş ve muhteşem yapılar.
Meydanın diğer kenarı ise restoranlarla kaplıydı. Deniz ürünlerinin bol olduğu bu restoranlarda oturan turistler güzel zaman geçiriyorlardı.
E biz de buraya kadar gelmişken midye yemeden geri dönemezdik, buralara gelirseniz siz de mutlaka deneyin.
Brugge’de geçireceğimiz zaman elbette çok çabuk bitti. Otobüse doğru dönerken kaçırdığımız bazı manzaraları da yakalama fırsatı bulduk.
Kanalların güzelleştirdiği başka bir şehir olan Brugge’a biz doyamadık. İnanın aklımız orada kaldı ve elbet bir gün tekrar gideceğiz.
Bir gün içinde Amsterdam’dan çıkıp hem Brüksel’i hem de Brugge’ü görmek mümkün ama yetersiz. Özellikle Brugge için en az tam bir gün ayırmak gerekli. Sadece görmüş olmak değil, sokaklarında gezinmek, kafelerde dinlenmek ve kenti yaşamak için bu zamanı ayırmak lazım. Doyamasak da bu iki kenti görmüş olmak bizim için mutluluk verici oldu.
Gürkan, Mayıs 2016