Her zaman merak ettiğim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni görme fırsatı bir grup gezisine kısmet oldu. Gezi Girne ile sınırlıydı ama ben yarım saat uzaklıktaki başkenti de gezmek istedim ve iki şehirli bir yazı ve de @negordum instagram hesabımız için bol fotoğraf fırsatı yarattım :)
İstanbul, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan saat 13:00’de kalkan uçağımız, saat 14:30’da Ercan Havalimanı’na iniş yaptı. Gidiş için Kimlik belgesi yani Nüfus Cüzdanınızın yanınızda olması yeterli oluyor. Beyaz bir kağıda çıkışta ve Kıbrıs’a girişte damga basıyorlar. Bu kağıdı Kıbrıs’tan çıkışta da ibraz etmeniz gerekiyor.
Kıbrıs’a gelince ilk karşılaştığım sürpriz kullandığım Avea hattının burada kapalı olması oldu. Turkcell ve Vodafone sorunsuz olarak kullanılırken, Avea Yurt dışına açtırılarak Vodafone üzerinden kullanıyor. Yani kendi topraklarımız olarak gördüğümüz bir yerde kullanamadığım bir hattım olduğunu bu vesile ile öğrenmiş oluyorum.
Ercan Havalimanı’ndan yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile Kıbrıs’taki iki sıradağdan biri olan Beşparmak Dağlarını aşarak, Girne’deki otelimiz olan Cratos Premium’a yerleşiyoruz.
Akdeniz kıyısındaki otelimiz, 5 yıldızlı otellerin bütün hizmetini sunuyor. Oda fiyatları konusunda bilgi sahibi değilim, keza bizler misafiriz.
Otelin, neredeyse tüm Kıbrıs otellerinde var olan Casinosuyla da tanınmış bir otel olduğunu gidince öğrenmiş oluyorum.
Akşam yemeğinin ardından, bu yaşıma kadar hiç görmediğim casinoya uğradım ve 1-2 el şansımı denedim. Burada duyduğum sözlerin en güzelleri şunlardı; “kumarda sadece oynamayanlar kazanır”, “kasa her zaman kazanır” bu sözlerin doğruluğu için içerisini görmeniz ve içerideki insanların gözlerine bakmanız yeterli. İçeride fotoğraf çekmeniz yasak, bu yüzden otelin sayfasını ziyaret ederseniz oradaki neşeli insanları göreceğinizi düşünebilirsiniz ama maalesef öyle değil tabi…
Casinolar 24 saat olarak çalışıyor, oyunlar için bir kart alıyorsunuz ve bu kartları makinelere takarak oynuyorsunuz, bu kartın içerisine istediğiniz kadar meblağ yükleyebiliyorsunuz. İstediğiniz zaman da bırakıp kartın içindeki parayı alıyorsunuz. Tabi iradeniz güçlüyse…
Casinonun içerisinde rulet masaları, poker masaları, canlı bahis için dev ekranlar ve bolca çevirmeli makineler var. Etrafınızda sürekli içki ve yiyecek servisi yapan garsonlar geziyor. Her şey ücretsiz. Bu bizim otele ait bir durum değil tüm casinolar bu şekilde. En fena tarafı kapalı alan içerisinde herkesin sigara içiyor olması, belli bir zaman sonra boğulmaya başlıyorsunuz.
İrademin güçlü olduğunu öğrenmeme yetecek kadar durduğum casinodan çıkıp odama yollanıyorum ki yarın için güçlü olabileyim.
Sabah kahvaltısının ardından benim için asıl Kıbrıs gezisi başlıyor. Otelimiz Girne merkeze 5 km uzaklıkta, Normalde Çatalköy – Girne minibüsleri bu hattı kullanıyor ve 2,5 TL’ye sizi merkeze kadar götürüyor ama ben yürümeyi tercih ediyorum.
Yürüme yolumun üzerinde Ozanköy tabelası ilgimi çekince belki bir Kıbrıs köyü görme şansım olur diye giriyorum. Fakat köy sadece tabela ismi çıkıyor, sağlı sollu vilların olduğu bir yerleşim yeri. Merkezinde bir cami, bir kilise, bir bakkal ve birkaç lokanta var o kadar.
Girne’ye girişte bu heykel karşılıyor sizi. Kıbrıs için Özgürlük Heykeli. Ben çok beğendim. İki genç elinde zeytin dalı tutuyor. Sağ taraflarında esaretten kurtulmak için kafesini kıran bir adam ve ailesi,
Sol yanında ise şehit olmuş eşinin başında ağıt yakan kadın,
ve içtikleri andı koymuşlar. Hiç bir bağımsızlık bedel ödemeden kazanılamıyor.
Girne, merkezi küçük bir kasaba. Bir ana cadde, sahil, liman ve muhteşem kaleden oluşuyor.
Sağlı sollu turistler için alış veriş dükkanları ile dolu bir mecburiyet caddesi gibi bir caddeyi yürüyerek bitiriyoruz. Yolun sonunda Niyazi Restoranda ünlü şeftali kebabını yemek için duruyoruz. Benim damak zevkime uygun gelmiyor. Restoran fiyatları normal bir kebap dükkanı fiyatlarında.
Yemekten sonra yürüyerek sahile iniyoruz. Sahil bizi Atatürk Heykeli ile karşılıyor. Biz liman için heykelin sağına dönüyoruz.
Limana doğru yürüken, Arhangelos Mihail İkon Müzesi’ni görüyoruz ama tadilatta olduğu için ziyaret etme fırsatımız olmuyor.
Yolumuza devam ederek Girne dendiğinde gidilecek en güzel yere geliyoruz; Liman…
Limanın girişinde meyhane ve lokantalar var. Limanın sol tarafı ise doğal sığınak ve muhteşem kale…
Girne Kalesi’ne giriş ücreti Türk vatandaşları için 7 TL
Girne’ye geldiğiniz zaman mutlaka ziyaret için zaman ayırmanız gereken bir yer olduğunu belirtmem lazım. İçinde bölümler oluşturulmuş ve her bölüm inanılmaz ilgi çekici, kalenin üstünden manzara muhteşem ve tarih içinize işleyen bir ruh gibi sarıyor sizi.
Kale ile ilgili tarih bilgisi için internet iyi bir kaynak olarak kullanılabilir.
Kalenin bölümlerinden ilk girdiğimiz yer; St. George Kilisesi, İlk yapımında kalenin dışında yer alan 12. YY’a ait yapı, Venedik döneminde kale içerisine dahil edilmiş. Şu an kullanılır halde değil.
Devamında kalenin bir dönemine ismini veren Lüzinyan adına yer alan kuleye çıkıyoruz. Burası Girne ve Akdeniz manzarası için fotoğrafçıların vazgeçilmez noktası.
Buradan Lüzinyan döneminde yapıldığı düşünülen, Sarnıç’a gidiyoruz. Kale su ihtiyacını bu karanlık ürkütücü noktadan sağlıyormuş. Tabi aklınıza İstanbul Yerebatan Sarnıcı gibi bir yer gelmesin, burası sadece büyük bir depo gibi, tek oda.
Kalenin orta kısmında yer alan büyük bahçe alanının içindeki sarnıcı gördükten sonra yolumu Girne’ye gelmeden önce ziyaret listeme aldığım ama kalenin içinde olduğunu bilmediğim Girne Batığı’na çeviriyorum.
M.Ö 300 yıllarından kalma bir ticaret gemisi olduğu düşünülen batık, kaledeki en güzel ziyaret noktalarından biri.
Tarih, ete kemiğe büründüğü anda insanı muhteşem etkiliyor. Batıkla beraber bulunan şarap amforalarının da mutlaka görülmesi gerekiyor.
Bu etkileyici tarihi geçerek Akdeniz Köyü Mezarlarının buluntularının ve maketinin olduğu bölüme geçiyorum.
Akdeniz Köyü Mezarın yan odasında, Kırnı Köyünde bulunan Tunç Dönemine ait bir mezar ve bu mezardaki buluntular sergileniyor.
Mezarların ve tunç dönemine ait örnek yerleşkelerin bulunduğu bölümden Venedik Kulesi’ne geçerek, tekrar Akdeniz ve Beşparmak dağlarına yaslanmış Girne’yi izliyorum.
Girne Kalesi tam bir nefes alma yeri, hele sadece kumarhane ve ucuz içki algısı ile yaşayan bir şehir için.
Surların etrafından, dört tarafı yürüyerek, bahçe bölümüne iniyor ve buradaki çay satan yerde dinleniyorum.
Girne ziyaretinizde Kale’yi mutlaka programınıza almanızı öneririm, pişman olmazsınız.
Kaleden çıkınca, limana bakan yollardan geçerek merkeze yürüyorum, hava yavaş yavaş kararıyor. Dönüş için Çatalköy minibusu saat 19:00 a kadar olduğundan kaçırmak istemiyorum. Keza adım sayara baktığımda 18000 adıma ulaşmış görünüyorum.
Ara sokak sürprizlerini de keyifle izleyerek, yarınki Lefkoşa seferinin hayali ile otele dönüyorum.
Sabah kahvaltısının ardından buraya kadar gelmişken görmeden olmaz diyerek Lefkoşa’ya gitmek için yola çıkıyorum. Otelimizin önünden bu yöne minibüs olmadığından önce Girne’ye geçiyorum (2,5 TL), son durakta inince de Lefkoşa minibüsüne 5 TL ödeyerek biniyorum 25 Dakikalık yolculuk bittiğinde Lefkoşa’nın girişinde Girne Kapısı bizi bekliyor.
Bu kapının bulunduğu yer Lefkoşa’nın tam merkez girişi, burada yeni bir proje olarak Nicosia Master Plan adı ile Lefkoşa’nın Türk ve Yunan kesimi için bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yol üzerindeki tüm tarihi yerler restore edilmeye başlanmış.
81 eser belirlenmiş ve bu eserlerin önlerine numaraları konulmuş. Camiler, kiliseler, eski evler gibi tarihi yapılar görülmeyi hakkediyor.
Girne Kapısını geçer geçmez sağ tarafımızda Samanbahçe Evlerini görünce yürüyüş yolumuz kendi doğası gereği belirlenmiş oluyor.
Osmanlı tarzı ilk sosyal konut projesi olan 72 konut, sokakları ve evlerin mimarisi ile “neden bütün Kıbrıs, hatta Türkiye bu şekilde değil” diye içimden geçirmeme neden oluyor.
Evlerin çıkışından sola dönmemin nedeni bu gördüğünüz açık kahverengi kapı oluyor ve bu saatten sonra Lefkoşa için en unutamadığım şey kapılarının güzelliği oluyor.
Bu proje ile düzenleniş eserlerin Türk kesiminde olanlarını 2-3 saatlik bir yürüme ile görme şansınız var. Hatta yürüyüş güzergahınızı bile düşünerek yolları mavi şerit ve adımlarla süslemişler.
Böylece tüm numaralanmış eserleri rahatça bularak görme fırsatı buluyorsunuz.
Dünya’nın ikiye bölünmüş tek başkentinin Arasta isimli Suriçi’ndeki çarşısı işte burası, buraya gelince (beklemediğim ve bilmediğim için) karşımda Güney Kıbrıs’a geçiş sınırı olan, Lokmacı Barikatı’nı görünce birden şaşırdım.
Kıbrıs doğumlular için sadece kimlik ile geçiş yapılabiliyormuş, ayrıca Rum tarafından buraya da aynı şekilde geçiş serbest ve özellikle oradan gelenler oluyor çünkü burası ucuz. Günübirlik gelip, alışveriş ederek dönüyorlar.
Şemsiyeli sokak konsepti de tabii ki olmazsa olmaz turistlik yer çalışması olarak, altında fotoğraf çektirmek isteyenler için hazır :)
Lefkoşa gezimin en etkileyici yerlerinden birine gelmiş bulunmaktayım; Bedesten…
800 m2 alan üzerine kurulu alanda, mahallede ismini veren Selimiye Camii ve Aziz Nicolas Kilisesi bulunuyor. Gotik mimarinin güzel örneklerinden biri olarak ihtişamlı bir yapı.
Kilise’ye giriş için 2 TL ücret alıyor. Şu an kullanılan bir ibadethane değil ama tarihi evrimi açısından da, yapının mimarisi açısından da görülmesi gereken bir yapı.
14. yy da Bizans, St. Nicolas Kilisesi olarak yapılan yapı, Venedik Döneminde Yunan Ortodoks Metropolisine verilmiş, Osmanlı zamanında yapı hububat ambarı olarak kullanılırken, çatısı Ömeriye Camii’den getirilen ahşap çatı ile değiştirilmiş ve içerisine Ortaçağ mezar taşları konularak ismi Bedesten yapılmış.
Bedesten içerisindeki Selimiye Camii de Aziz Nikolas Kilisesi de görülmesi gereken muhteşem yapılar.
Bedesten’den ayrılarak mavi şeritli ve adımlı yolda, yolumu sürdürerek başladığım noktaya tekrar geri döndüm.
Venedik Sütünu denilen yapıya geldiğim zaman artık güneş batmıştı. Girne minibüsleri tam Girne Kapısının yanından kalkıyor. 25 Dakikalık gece yolculuğum ile otelime geri döndüm.
Sosyal medya hesaplarımızı takip ederseniz, Girne ve Lefkoşa da çekmiş olduğum diğer fotoğrafları da görebilirsiniz.
Barış, Aralık 2015