2015 Mayıs ayı sonunda 3 gece 4 günlük bir Barselona turuna katıldık. Klasik bir turistik tur oldu ve Barselona haricinde Girona ve Figueres’teki Dali Müzesi’ni de gördük. Turdan bağımsız olarak sadece bir gün gezebildiğimiz halde Barselona’nın en güzel yerlerini görecek zamanımız oldu.
Barselona’ya Sabiha Gökçen’den Pegasus Havayolları ile gittik. Siz böyle bir hata yapmayın, hem koltuk araları çok dar, hem de çok pahalı olduğu halde almak isteseniz de sandviç bile alamıyorsunuz, ön koltuklardan servis gelene kadar sandviçler bitiyor. Neden beceremiyorlar bilmiyorum ama dönüşte de durum böyleydi.
Barselona havaalanında 30 dakikalık kablosuz interneti mail adresinizi vererek kullanabiliyorsunuz. Doğru bir adres olmak zorunda da değil. Gelişte oldukça yeterli ama dönüşte bekleme süresi uzun olduğu için pek yeterli olmuyor. Havaalanı oldukça büyük ve rahat. Turla gittiğimiz için havaalanından şehire gidiş hakkında bilgi veremiyoruz ama tren istasyonu yönlendirmeleri mevcuttu.
Öğle saatlerinde indiğimiz için otelimize gitmeden önce tur otobüsüyle tipik bir şehir turu yaptık. İlk durağımız Barselona’nın panaromik manzarasını gördüğümüz Montjuic tepesi oldu.
Bu tepede daha görülecek epey yer var. Olimpiyat köyü ve bizim gitmeye fırsat bulamadığımız Poble Espanyol bunlardan bazıları. Poble Espanyol, içinde İspanya’nın değişik bölgelerinin mimarisinin ve kültürünün görülebildiği bir açık hava müzesi.
Tepede mola verdikten sonra şehrin belli başlı yerlerinden geçerek Barselona’nın en önemli turistik noktası olan La Sagrada Familia katedraline yakın bir yerde otobüsten indik.
1882’de yapımına başlanan, 1883’de ünlü mimar Antoni Gaudi tarafından devir alınarak 1926’da ölümüne kadar tamamlanamayan bu dev kilise, halen inşa edilmeye devam ediliyor.
Müze giriş ücretleri ve halkın yardımlarıyla devam eden inşaatın en büyük sorunu ise Gaudi’nin tasarımının Gaudi olmadan yapılmasının zorluğu. Kilisenin içine girmek için bilet almak gerekiyor. Turlar genelde çevresini dolaştırıp devam ediyor, bizde de böyle oldu. Ama biz iki gün sonrası için biletimizi zaten almıştık, ileride anlatacağız.
Kilisenin arka cephesi daha değişik. İnsan bu yapının nasıl ayakta durduğuna şaşmadan edemiyor.
La Sagrada Familia çevresinde kısa bir süre dolandıktan sonra otobüsümüze binerek otelimize gittik. Bu turu birlikte iş yaptığımız bir firma düzenlediği için, akşam yemeğini de hep beraber yemek üzere akşam tekrar toplandık. İlk akşam yemeği için Flamenko gösterisi sunan bir yeri ayarlamışlar.
Palacio del Flamenco isimli bu yerde gösteriyi izlerken bir yandan da yemeğinizi yiyorsunuz.
Bu güzel ve neşeli şovun ardından biraz daha dramatik bir gösteriden de küçük bir kısmı paylaşalım.
Yemeklerin de gayet başarılı olduğu bu yer için ne kadar ücret ödendiğini bilmiyoruz ama her gece üç seans yapıyorlarmış ve yukarıda restoranın adında verdiğimiz linkten rezervasyon yapılabiliyor.
Girona
İkinci günümüzde hep beraber Barselona’ya bir saatlik mesafede olan Girona kentine gittik.
Girona, eski güzelliklerini kaybetmemiş şirin bir yer.
Şehrin tarihi dokusu ilk andan kendisini belli ediyor. Daracık sokaklarda yürümek insana keyif veriyor.
Şansımıza, biz Girona’yı gezerken Google Maps’in aracı merkezdeki kilisenin önünden geçiyordu.
Özellikle mi yapmışlar bilmiyoruz ama ilkokul çocukları kilisenin merdivenlerinde toplanmış kameraya el sallıyorlardı.
Çok neşeli ve canlı bir görüntüydü. Girona’nın eski kısmında bir çok hediyelik eşya dükkanı bulunuyor. Sokaklar arasında daracık geçitler var.
Eski şehiri bitirip tekrar ırmak kenarına çıkınca, Floransa’ya benzeyen bir manzarayla karşılaşılıyor.
Irmağın diğer tarafı ise daha yeni görünümlü. Özgürlük Meydanında mola verdik ve civarda biraz dolaşma fırsatı bulduk.
Sessiz ve sakin bir şehir burası. Tam turistik hale gelmediğinden olsa gerek, halk normal yaşantısına devam ediyor.
Girona’ya Barselona’dan trenle de ulaşılabiliyor ama saatlerini incelemeniz lazım. Yine de Barselona’yı bitirmeden Girona’ya zaman ayırmaya pek gerek olmadığını düşünüyoruz.
Figueres – Dali Müzesi
Girona’dan yarım saat kadar daha ileride bulunan Figueres kentinde Salvador Dali’nin müzesi bulunuyor.
Dali’nin eşi Gala ile beraber yaşadığı kente hediye ettiği bu muhteşem müze muhakkak görülmesi gereken bir yer.
Müzedeki eserlerle ilgili rehberimiz oldukça fazla bilgi verdi. Ama bu bilgileri hatırladığımız kadarıyla burada anlatmak bize doğru gelmiyor.
Uzmanlık alanımız olmadığı için buradaki detayları sizin incelemenize bırakıyoruz.
Ancak en beğendiğimiz eserlerin resimlerini paylaşarak bir nebze neyle karşılaşacağınızı gösterebiliriz. Mesela, aşağıda gördüğünüz fotoğraftaki portre, çıplak gözle bakıldığında bir portreymiş gibi görünmüyor. O görüntünün fotoğrafı elbette çekilemiyor, gidip görmeniz lazım.
Dali’nin sadece sürreal eserler yaptığı sanılmasın, çok güzel tabloları da var. Alttaki resimdeki ekmek gerçek gibiydi.
Farklı eserleri inceleyerek müzeyi gezmeye devam ettik.
Üst katlara çıktıkça Dali’nin farklı çalışmalarıyla karşılaşıyorsunuz. Aşağıda gördüğünüz eser bir odanın tavanı. Burada kendisini ve karısı Gala’yı resmetmiş olduğunu öğrendik.
Bazı mekanlar özellikle Dali tarafından sergiye hazırlanmış.
Müzenin merdivenlerinde bile değişik sürprizler bekliyor sizleri.
Dali’nin standart dışı eserlerinden bazıları da, aşağıda gördüğünüz gibi anlamsız görünen bir çizimin, merkezine aynalı bir şişe konunca kafatası şekline bürünmesi gibi sizi şaşırtıyor.
Müzeyi gezmeyi bitirince yapının diğer tarafından dışarıya çıkıyorsunuz. Bu tarafta bir kilise bulunca içine bakalım dedik. Hem biraz oturup dinlenmek için hem de biraz serinlemek için bulduğumuz kiliselere genelde girip bir bakarız. Sakin ve güzel bir yapıydı.
Dönüşte otobüsteki herkes Barcelona FC’nin stadyumu olan Camp Nou’yu da görmek isteyince, otelimize yakın olduğundan uğrayıp bir kaç fotoğraf çektik.
Stadyumu kişi başı 23 € ücretle gezmek mümkünmüş ama bizim zamanımız yoktu.
Barselona’da serbest bir gün
Turumuzun üçüncü gününde serbest kaldık. Bu günü baştan programladığımız için Barselona’da görülmesi gereken yerleri görmek amacıyla erkenden yola düştük. Otelimiz merkeze biraz uzak olduğundan, metroya ulaşmak için 10 dakika kadar yürüdük. Yürüyüşümüz içinde geçtiğimiz Cervantes Parkı ve içindeki gül bahçesi çok güzeldi.
Metro’ya vardığımızda, 4 kişi olduğumuz için tek tek bilet alacağımıza, 10’lu bilet aldık ve yola çıktık. Bu bileti peş peşe 4 kez turnikeden geçirerek kullanabiliyorsunuz, tek biletlerden daha ekonomik. Bilet makinelerinden ingilizceniz varsa kolayca alabilirsiniz. Tüm gün dolaştığımız rotayı aşağıda veriyoruz.
İlk durağımız muhteşem La Sagrada Familia katedrali idi. Metrodan inip sokaklarda yürümeye başlayınca Barselona’nın yeşilliği daha iyi anlaşılıyor.
Biraz erken geldiğimiz için bir durak önce inip yürümeyi tercih ettik. Katedral uzaktan göründükçe insanı gerçekten heyecanlandırıyor.
Daha önce bahsettiğim gibi katedralin içine girmek için biletlerimizi gelmeden önce internetten almıştık. Bu linkteki adresten Rehbersiz Sagrada Familia turu bileti alıyorsunuz. Her saat için belli sayıda bilet satıyorlar. Biletin yazıcıdan çıktısını alıp o saatte ön taraftaki kapıda olursanız, barkodu okutarak içeriye hemen giriyorsunuz. Ön kapı hangi taraf derseniz, aşağıdaki resimdeki taraf.
Bileti olmayanlar arka kapıda uzun bir kuyruk bekliyorlar. Uzun derken öyle böyle değil, en az 2 saat sürer. Kesinlikle gelmeden biletinizi alın deriz. Bizi önceden uyaran arkadaşım Gökhan’a orada binlerce kez teşekkür ettik. İçeriye girince cephenin yakından ne kadar güzel olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.
İlk gün ziyaretimizde rehberimizin bahsettiği bir hikaye burada aklımıza geldi. Bu taraftaki heykellerden bir kısmı bir sebeple kırılmış ve uzakdoğulu bir heykeltraş yeniden yapmış. Biraz taraf tutmuş belli ki, artık heykellerdeki kişiler çekik gözlüymüş. Bu heykelleri bulduk, aşağıda görebilirsiniz.
Gelelim katedralin içine. Tek kelimeyle söylemek gerekirse “inanılmaz”. Buraya gelip de içine girmeden dönmemek lazım. Bir çok fotoğraftan önce, girer girmez çektiğimiz şu videoyu bir izleyin deriz.
Burayı anlatmak için yeterli kelimeleri bulmak çok zor.
Bugüne kadar gördüğümüz hiç bir yapıya benzemiyor.
Yukarıya bakmaktan vazgeçemiyorsunuz.
Sandalyelere oturup tavana baktığınızda şu garip görüntü çıkıyor önünüze.
Alt kattaki müzede, kilisenin bir maketini gördük. Bu maket biraz daha kolay anlamanızı sağlayabilir. Güzel bir kesit yapmışlar, buyrunuz.
Detaylara baktıkça insan daha çok şaşırıyor.
Her köşede farklı bir geometrik hareket var.
Bu kadar karışık bir yapının bir bütün halinde nasıl bu kadar güzel göründüğüne insan şaşırıyor.
Diğer yandan inşaatin hala bitmemiş olması da biraz anlaşılır geliyor insana.
Kilisenin arka tarafına geçtiğinizde ise daha değişik bir mimari ile karşılaşıyorsunuz.
Bu taraftan yukarıda bahsettiğim alt kata iniliyor ve binanın tarihi ve yapım prensiplerini gösterdikleri müze gezilebiliyor. Çıkış da buradan.
Bir sonraki durağımız olan Park Güell’e yakın bir metro durağı yok. En yakın metrodan bir müddet yürümeniz lazım. Biz 4 kişi olduğumuz için bir taksiye bindik, 10 dakikada kapıya geldik, 8 € verdik.
Bu park da Barselona’ya Gaudi’nin armağanı. Girişteki sevimli yapılar bir masal dünyasına gelmişsiniz gibi hissettiriyor. Bu parkın en önemli kısmı olan merdivenlere giriş için de bilet almak gerekiyor. Gelmeden önce şuradan biletinizi almanızı tavsiye ederiz, çünkü kapıdan almak için en az 2 saat beklemeniz gerekir. Bilet ücreti 7 €. Parkın geneli ücretsiz ancak ortadaki merdivenleri görmek ve üstteki terasa çıkmak için bilet almanız gerekiyor.
Biz maalesef önceden buraya bilet almayı akıl edemediğimiz için biletli kısıma giremedik. Kapıdan yukarıdaki fotoğrafı çekmekle yetindik. Ama parkta başka güzellikler de var.
Çok güzel bir park ve şehri tepeden görebiliyorsunuz.
Biletli kısımdan ulaşılan terası da üstten yine görebiliyorsunuz. Esasen bu kısıma girmeniz çok da önemli değil, ama merdivenleri yakından görmek güzel olabilir. Teras dediğimiz de şöyle bir şey.
Biletli girenlerin de burada fazla zaman geçirdiklerini sanmıyoruz.
Bu arada terasın üst kısmındaki seyyar satıcılarda en ucuz hediyelikleri bulabileceğinizi de söyleyelim.
Parkı gezdikten sonra tekrar taksiye binip Casa Mila’ya en yakın yere, Passeig de Gracia caddesine 9 €’ya geri döndük.
Casa Mila, Gaudi’nin en ünlü eseri. Binanın içini gezebiliyorsunuz ama bizim gibi sadece bir günlük serbest zamanınız varsa buna fırsat bulamıyorsunuz. Kişi başı 20,50 € ücretle giriliyor, özellikle çatısı görmeye değer. Mimariye meraklıysanız içerideki mobilyalar sizi çok etkileyecektir, Art Nouveau’nun en güzel eserleri Gaudi imzalı. Caddenin biraz aşağısında yine Gaudi’nin Casa Batllo binası bulunuyor.
Bu binayı da gezmek için kişi başı 21,50 € ödemeniz gerekiyor. Tabi biraz da kuyruk beklemek ve gezmek için zaman ayırmalısınız. Maalesef biz zamansızlıktan giremedik. Caddenin sonunda Plaça de Catalunya, yani Katalonya meydanına geliyorsunuz. Barselona’nın merkezi işte tam burası. Meydandan katedrale giden Portal de l’Angel bulvarına girerek devam ettik.
Sağlı sollu mağazalarla dolu olan bu caddede bir kaç yere girip çıkmadan olmuyor. İndirim zamanı olmadığından fiyatlar çok uygun değildi ama özellikle Massimo Dutti mağazası Türkiye’ye göre çok ucuzdu. Eski şehire girdikçe sokaklar daralıyor.
Geniş bir meydanda bulunan Barselona Katedrali, her Avrupa şehrinde görmeye alıştığımız türden bir kilise.
Cephesine ve içerisine çok özenilmiş.
Epey turist gezdiğinden pek sakin değil ama yine de sıralara oturup biraz dinlenmek iyi geliyor.
İhtişamlı ve etkileyici bir kilise. Genelde bu tip kiliselere girerken pek bakmazlar ama buraya kadınları kısa şortla almıyorlar, diz üstü eteğe de izin vermiyorlar, aklınızda olsun.
Katedralin arkasında klasik dar sokaklarda yürümek ve mağazalara girip çıkmak çok keyifli.
Bu bölgeden ünlü Les Rambles, Rambla caddesine yürümeye devam ettik ve Barselona ile ilgili her yerde karşımıza çıkan ve çok merak ettiğimiz ünlü sabit pazar Mercado de La Boqueria’ya geldik.
Burası meyvesiyle ünlü, 1,50 € verip taze meyve salatası alıp, atıştırarak dolaşıyorsunuz.
Ancak aslında meyve yanında et satan yerler de mevcut, burada oturup bir şeyler yiyip içebiliyorsunuz.
Ama bize en ilgi çekici gelen kısım deniz mahsülleri satılan kısım oldu.
Hani evimiz yakın olsa torbalar dolusu deniz mahsülü alıp eve koşarak giderdik, çok bol çeşit vardı ve hepsi çok taze görünüyordu.
Sonuçta alıp getiremedik ama o akşam yemeği için ayarlanmış olan restorana gittiğimizde bolca karides, kerevit ve midye yeme fırsatını da bulduk.
Son gününde her yeri görme telaşıyla koşturduğumuz Barselona’yı biz çok sevdik. Keşke daha çok zamanımız olsaydı diyerek ertesi gün öğlen uçağıyla İstanbul’a döndük. Son bir not, havaalanı duty free mağazası şehirdeki marketlerden daha pahalı, alışverişinizi havaalanına bırakmayın.
Bir fırsat daha yaratıp Barselona’ya bir haftalığına gitmek ve doya doya tadını çıkarmak lazım.
Gürkan, Mayıs 2015