Etiket arşivi: yunanistan turu

Kos ve Kalymnos

Ya da Türkçe isimleriyle İstanköy ve Kilimli adaları. Yazılarımızı takip edenler bilir, yukarıdan aşağıya Taşöz, Midilli, Sakız, Samos derken artık bu adaları da görme zamanımız gelmişti. Yine bilenler bilir, eğer bir adaya arabayla gidilebiliyorsa, biz arabamızla gideriz. Bu sefer de Bodrum’dan Kos’a ve Kos’tan Kalymnos’a araba ile gidip geldik. Hem de tek başımıza değil 3 aile, 3 araba ile. Çok da rahat gidip geldik. Anlatalım. Ama önce ne nerededir diye genel bir bakış sağlamanız için aşağıdaki haritaya bir göz atın.

Bu iki ada Bodrum yarımadasını çevreliyorlar. Her iki adada da üçer gün kaldık, o nedenle tek tek anlatsak daha doğru olacaktır. Aradığı konuya daha hızlı gitmek isteyenler, aşağıdaki listeden seçim yaparak ilgili konuya atlayabilirler.

Arabayla Kos’a gidiş

Kos’a arabayla gitmek için sadece Bodrum’dan kalkan feribotları kullanabilirsiniz. Arabasız gidecekler için ise Turgutreis’ten de hem Kos’a hem de Kalymnos’a seferler var. Biz Bodrum Express Lines ile internetten bilet alarak gittik. Gidiş-dönüş, araba için 100 €, kişi başı ise 30 € ücret ödedik. Ağustos sonunda gideceğimiz için biletlerimizi erkenden temmuz ortası gibi aldık ve bu sayede 3 araç için rahatça yer bulduk. Feribot sabah 9:30’da kalkıyordu, o nedenle erken bir kahvaltının ardından 7:30 gibi limanda olduk. Feribotun kalktığı liman Bodrum Kale diye geçiyor, ki tam da kalenin önünde. Çevreyolundan ayrılıp otogardan devam ederek deniz kenarına indiğiniz noktada, tam caminin önünden sola kaleye doğru girmeniz gerekiyor.

Yukarıda gördüğünüz noktada belediye görevlilerine Kos feribotuna gideceğinizi söylediğinizde bariyeri açarak yol veriyorlar. Genişçe kaldırımın üzerinden devam ederek liman girişine geliyorsunuz.

Arabanızı uygun bir yere parkedip tam karşıda Bodrum Ferryboat tabelası bulunan ofisten pasaport ve ruhsatlarınızla gemiye biniş kartlarınızı almanız gerekiyor. Sonrasında aracınızla binanın yanındaki dar aralıktan gümrüğe doğru giriyorsunuz.

Az ileride gümrük girişinde arabayı park edip valizlerinizi indiriyorsunuz ve güvenlik kontrolünden geçirip tekrar arabaya yerleştiriyorsunuz. Sonra arabanın evraklarını da yanınıza alarak pasaport kontrolüne geçiyorsunuz. Pasaport kontrolünden sonra binadan çıkar çıkmaz soldaki odada arabanın çıkış işlemlerini yapıyorsunuz ve tüm araçlar tamamlanınca gümrük görevlileri kapıyı açarak arabaları içeriye kabul ediyorlar.

Burası oldukça dar bir alan ve feribotun girişi biraz zahmetli. Ancak görevlilerin de yardımlarıyla arabalar gemiye düzenli bir şekilde yerleştiriliyor.

Tüm araçlar ve yolcular bindikten sonra bir saat kadar sürecek olan yolculuk başlıyor. Kos’a yaklaştıkça uzaktan heybetli kale görünüyor.

Limana yanaşıktan sonra pasaport kuyruğuna giriyorsunuz. Biz gitmeden kısa süre önce büyük bir deprem olduğundan polisler geçici kulübelerde görev yapıyorlardı. Aynı anda üç gemi geldiğinden pasaport işlemleri epey uzun sürdü.

Herkes girdikten sonra arabaların işlemlerini yapıyorlar, o nedenle gemide gölgede beklemek en iyisi.

Kos adasında konaklama

Konaklamaya geçmeden önce biraz adadan bahsedelim. Kos oldukça düz bir ada. Öyle ki bisikletle yolculuk eden bolca kişi var. Hani neredeyse Amsterdam gibi herkes bisiklete biniyor ve bisiklet kiralamak da oldukça yaygın. Ancak oldukça büyük bir ada ve güney kenarı çok dağlık. O nedenle o tarafta kuzeye bakan dağ köyleri haricinde pek yerleşim yok. Kuzey tarafı uzun kumsallara sahip ama kuzey rüzgarı nedeniyle neredeyse her zaman dalgalı. Adanın en doğusu olan Kos merkezden adanın ortasında bulunan ve Kalymnos gemilerinin de kalktığı Mastichari’ye kadar olan aşağıda görülen düz ovada bolca otel var.

Ancak bu otellerin çoğu deniz kenarı değil. Denize yakınlar ama daha çok bolca turistin geleceği, güzel havuzlara sahip ve merkezden ve diğer köylerden uzağa yerleşmiş tatil köyleri bulunmakta. Biz büyük otel pek sevmeyiz, bu nedenle Tigaki’ye yakın olan Byron Hotel‘de kaldık. Adayı tanıdıkça ne kadar şanslı bir tercih yaptığımızı daha iyi anladık.

Deniz bir gün hariç hep dalgalıydı. Plaj ince kum, girişte çok kısa bir bölgede iri çakıl taşları var ama sonrası yine kum. Dalga olmadığında şahane bir deniz. Yan bahçede Irına Beach Hotel var, onun havuzunu ve geniş bahçesini de kullanabiliyorsunuz.

Tigaki, adanın merkezine ve büyük marketlerine yakın bir bölge, o nedenle kalınabilecek makul bir lokasyon. Merkezden uzaklaştıkça her türlü imkanın azaldığı bu adada bu bölgeyi tercih etmek iyi bir fikir ve denize kıyısı olan fazla tesis yok. Diğer yandan üstteki resimde karşıda görülen yer Turgutreis olduğundan bu tarafta Turkcell ve Vodafone çekiyor.

Kos –  merkez, köyler ve plajlar

Kos adasının merkezi 3-4 saatte gezilebilecek bir büyüklüğe sahip. Gümrükten çıkınca vardığınız sahilde hem sıra sıra tavernalarda yemek yiyebilirsiniz hem de biraz ilerideki plajdan denize girebilirsiniz.

Ancak şunu belirtmeden geçmeyelim, bu bölge bolca Türk turistin kısa süreliğine geldiği bir bölge olduğundan fiyatlar nispeten pahalı. Aynı zamanda Türkçe bilen de çok, o nedenle günü birlik gelenler için oldukça pratik. Ancak, aşağıdaki gezinti treni haritasında göreceğiniz gibi asıl dolaşılacak bölge aşağıda. İndiğiniz iskelenin yerini kırmızı daire ile işaretledik.

Dolayısıyla, iskele civarında yemektense denizi solunuza alıp kaleye doğru yürümenizi tavsiye ederiz. Bu bölgede keyifli sokaklarda dolaşarak zaman geçirebilirsiniz.

Hediyelik eşya mağazaları ile dolu sokaklarda zaman geçirmek oldukça keyifli ve dinlendirici.

Arada nefes almak için bir kafede kahve içmeye ve dinlenmeye de durabilirsiniz. Aşağıdaki büyük ağacın altı gibi.

Genişçe bir meydana bakan aşağıdaki cami, son büyük depremde minaresi yıkılan cami. Depremde bir tek bu yıkımda can kaybı olmuştu.

Ancak bu cami adadaki tek cami değil. Kaleye daha yakın br başka cami daha var ve onun minaresi hala sağlam.

Cami sağlam ama önündeki çeşme yıkılmış. Tamir etmeyi düşünüyorlar mı bilinmez ama şimdilik tüm caminin etrafını korumaya alıp bırakmışlar.

Kos’un ünlü dondurmacısının adı Special. Merkez de dahil bir çok şubesi var. Biz adanın ana yolu üzerinde Zipari köyünde bulunan şubesine neredeyse her geçişimizde uğradık. Normalde çok da dondurma düşkünü değiliz ama buraya uğramanızı tavsiye ederiz.

Kos’un diğer bir ünlü etkinliği de bir dağ köyü olan Zia’dan güneşin batışını izlemek. Oldukça turistik hale getirilmiş olan bu manzarayı izlemek için adanın dört bir yanından turistler geliyor ve köy çok kalabalık oluyor. Aşağıda hem kalabalığı hem de manzaranın bir kısmını görebilirsiniz.

Bu nedenle erken gitmekte fayda var. Bizim gibi Zia’ya yetişemezseniz de dağa tırmanırken yeterince yüksek bir noktadan güneşin batışını izleyebilirsiniz. Açıkcası biraz şişirilmiş bir etkinlik. Gidemezseniz de üzülmeyin.

Gelelim plajlara. Otelimizi anlatırken basettiğimiz plaj Tigaki. Uzun ve geniş bir kumsala sahip. Sörf yapmayı sevenler için iyi olsa gerek, biz bu bölgede kalmasak burada denize girmezdik.

Batıya devam edince gelinen bir diğer sahil bölgesi ise Mastichari. Kalymnos feribotu da buradan kalktığından buradan geçerken plajı da gördük. Bir özelliği yok, Tigaki’den farkı da yok.

Ancak, adanın her yerinde yemek yemiş olmasak da, geçirdiğimiz üç gün içinde en lezzetli ve en doğru fiyatlı bulduğumuz taverna buradaydı. Zamanınız olursa Kali Kardia isimli bu tavernayı tavsiye ederiz.

Adanın batısına doğru devam ettiğinizde havaalanını geçince solda Paradise Beach de denen, yine geniş bir plajlar bölgesine geliyorsunuz.

Bölge diyoruz çünkü yan yana bir çok plaj var. Hepsinin farklı farklı isimleri var. Bizim bir günümüzü geçirdiğimiz plajda bir çok su sporu imkanı vardı. Deniz ise tek kelimeyle muhteşemdi. İnce kumdan oluşuyordu, giriş epey sığ, ileriye gittikçe de üç dört metre civarında bir derinliğe sabitlenen keyifli bir denizdi.

Adanın daha da batısına gittiğinizde ise, Kefalos’a geliyorsunuz. Durmayıp dağları aşarak adanın batıya bakan sahiline indiğinizde, Kavo Paradise denen bir plaja geliyorsunuz. Tamamen açık denize bakan bu bölge oldukça tenha. Yalnızlığı seviyorsanız buraya kadar gelmeye değer.

Plaj derken, enteresan bir plajdan daha bahsederek bitirelim. Empros Thermes denen ve içinde kaplıca olan plaj. Aslında kaplıca suyu denize akıyor ve tam bu noktaya kayalarla bir havuz yapmışlar, dolayısıyla kaplıca suyuna girip sonra denize geçebiliyorsunuz. Sülfür kokusunun yoğun olduğu bölgeye ulaşmak çok kolay değil, suda zaman geçirmek de pek keyifli değil ama her yerde böyle bir yapı görülmüyor, zamanınız kalırsa uğrayabilirsiniz.


Kos’tan Kalymnos’a geçiş

Kos ile Kalymnos’un en yakın olduğu köy olan Mastichari’nin büyükçe limanından Kalymnos’a hem arabalı feribot hem de yaya taşıyan deniz otobüsleri kalkıyor.

Yukarıda gördüğünüz meydanda solda küçük bir kulübede gemi kalkış saatinden bir saat öncesinde açılan bir gişe var. Firmanın adı Anem Ferries ve buradaki linkten güncel kalkış saatlerine ulaşabilirsiniz. Genelde haftanın her günü sabah, öğlen ve akşam seferleri var, bir iki gün ise öğlen seferi yok. Gemi kalabalık olmuyor, saatinden yarım saat önce gitseniz rahatlıkla binersiniz.

En azından bizim gidip geldiğimiz öğlen seferleri çok boştu. Bilet fiyatları tek yön araba için 17 €, kişi başı da 6 € idi. Bileti önceden online almak mümkün değil, zaten bizim Harem-Sirkeci gibi olduğundan bileti olan gemiye biniyor.

Yaklaşık 45 dakika süren yolculuk sırasında yakınlaştıkça Kalymnos’un ne kadar çorak bir ada olduğu dikkatinizi çekiyor.

Tam karşıda görülen iki dağın arasındaki vadinin denizle buluştuğu korunaklı noktada Kalymnos limanı bulunuyor.

Kahverengi yamaçların altındaki beyaz evler pek alışkın olmadığımız bir görüntü. Kos gibi oldukça yeşil bir adadan bu kadar yakında böylesi çorak bir ada beklemiyor insan. Yemyeşil Bodrum yarımadasının da çok yakınında bulunan bu ada, bizi gerçekten çok şaşırttı.


Kalymnos adasında konaklama

Kalymnos oldukça küçük bir ada. Merkez ve Masouri köylerinden ve bir kaç küçük yerleşim yerinden oluşuyor desek yanlış olmaz. Merkezin yerleştiği vadi adanın yukarısına doğru devam ediyor ve batı kıyısında tekrar denize kavuşuyor. Bu vadi sağlı sollu evlerle dolu ve adanın tümü neredeyse bu vadiye yerleşmiş. Kalymnos merkezde konaklama imkanı az olduğundan Masouri’de kalmaktan başka pek seçenek kalmıyor. Biz de Masouri civarında Elena Village adlı tesiste konakladık. Sabah kahvaltısı, havuzu, kocaman odası ve aşağıda gördüğünüz şahane manzarasıyla gerçekten çok memnun kaldık.

Karşıdaki ada Telendos. Adanın batı tarafının hakim manzarası bu küçük adadan teşkil. Teknelerle karşıya geçilebiliyor ancak biz geçmedik. Kalymnos’tan gelirken vadinin sonunda aşağıdaki manzarayı gördüğünüz anda bu küçük adayı seviyorsunuz.

Bu bölgeye adanın en yeşil bölgesi desek yanlış olmaz. Adanın oldukça zengin olduğunu ve doğanın insan gücüyle nasıl değişebileceğinin sağlam bir örneği olduğunu da belirtelim.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim, bu adada deniz kenarında kalma şansı pek yok. Çorak olduğu kadar kayalık bir ada ve bizim otelimiz de denizden 30 metre kadar yukarıda, oldukça yaman bir sahilin üstünde bulunuyordu. Otele varana kadar deniz kenarında olduğunu düşündüğümüz için özellikle belirtmekte fayda var. Yine de Kalymnos’ta konaklamak için en merkezi, en ferah, en manzaralı ve en denize girilebilir bölgenin Masouri bölgesi olduğunu tekrar söyleyelim.

Kalymnos – merkez ve adanın plajları

Kalymnos adasının merkezi dar sokaklardan oluşuyor. Vadiyi kaplayan kent yukarıdan şöyle görünüyor.

Önünde limanı var ve bu ada yüzyılarca sünger ticaretinden para kazanmış. Artık süngerin çok bir ekonomik değeri yok ama hala tezgahlarda hediyelik olarak bulmak mümkün.

Deniz kenarında yakın bölge restoranlar, kafeler ve tavernalar ile dolu.

Genel olarak görülecek pek bir şey yok, herkes işinde gücünde. Turist sayısı fena değil ama hayat turiste göre düzenlenmemiş. Kos gibi değil yani, daha yerel bir hayat var.

Ara sokaklar ise labirent gibi. Daracık aralıklardan biraz ilerleyince hemen sokak yükseliyor ve tırmanmaya başlıyorsunuz.

Ancak adanın batı tarafına, yani Masouri’ye geçtiğinizde daha turistik bir bölgeyle karşılaşıyorsunuz. Adanın en ünlü etkinliği ise kaya tırmanışı. Bir çok tırmanış şirketi ve tırmanış aksesuarları satan mağazalar bulunuyor. Ada yollarının kenarında aşağıda gördüğünüz gibi nişan taşları, üzerlerinde de tırmanış rotaları ile ilgili bilgiler bulunuyor.

Özellikle sabah erken saatlerde bu rotalardan yukarıya doğru tırmanışa geçen ekiplerle karşılaşabiliyorsunuz. Aşağıdaki resimde tırmanmaya başlarken görülen kişileri, bir müddet sonra arka planda gördüğünüz oyuklara tırmanırken uzaktan gördük ama o kadar uzaktan insanlar minicik kaldığından fotoğraflayamadık.

Masouri tarafında restoranlar ve diğer mağazalar denizin yukarısından geçen yolun kenarında bulunuyorlar. Plaja inmek için daracık sokaklardan aşağıya inmek gerekiyor.

İlk günümüzü geçirdiğimiz Masouri plajı çakıl taşlı ve girmek için deniz ayakkabısı oldukça faydalı. Aşağıdaki fotoğraftaki geniş kısımdan başlayan plaj ileride oldukça daralıyor.

Her yerde olduğu gibi burada da kafelerde bir şeyler içtiğinizde şezlonga para vermiyorsunuz. Akşam üstü karşıdaki Telendos adası üzerinden batan güneş çok güzel bir manzara sunuyor.

Kalymnos ile ilgili bir diğer notumuz da tavernalarla ilgili. Hem porsiyonları küçük, hem fiyatları pahalı, hem de garip garip yemekler hazırlıyorlar. Diğer adalarda her tavernada rahatlıkla bulabileceğiniz basit sardalya bile bulunmuyor. Ahtapot isteseniz küçük geliyor, kalamar yarım geliyor, değişik artistik tabaklar hazırlamışlar, dolayısıyla doya doya deniz mahsülü yiyemiyorsunuz. Bizim Masouri’de gittiğimiz ve değişik olsa da lezzetinden memnun kaldığımız Kokkinidis tavernasının bir görünüşünü burada paylaşalım, tavsiye edelim ve plajlara devam edelim.

Otelimizin 200 metre kadar ilerisinde bulunan, yürüyerek gidip geldiğimiz Kastelli plajı tam bir doğa harikası. Küçük çakıllardan oluşan plajdan özellikle aşağıdaki gibi dalgalıyken denize girmek biraz ürkütücü olsa da çok keyifli.

Kastelli’den kuzeye doğru ilerlediğinizde Arginonta koyuna geliyorsunuz. iki dağın arasında kalan bu koyda sakin bir deniz umarken hakim rüzgara karşı durduğundan dalga ile karşılaşmak hoş olmuyor.

Bu plajın akşam üstü güneş batışında çok güzel bir manzarası olduğundan biz de bir akşam güneşi burada batırdık. Sol tarafındaki yüksek dağ nedeniyle gölgenin çabuk gelmesini saymazsak burada akşam etmek çok keyifli.

Daha ileriye gittiğinizde Emporios köyüne doğru yol alıyorsunuz. Yol üzerinde güzel manzaralarla karşılaşıyorsunuz.

Emporios köyüne geldiğinizde deniz kenarında sağa doğru bir taverna ve deniz kenarına atılmış şezlonglar bulunuyor. Burası çok küçük bir köy.

Aynı plajın sol tarafında ise ağaçların altında oturup denize girebiliyorsunuz. Bu taraf daha keyifli göründüğünden biz burada denize girdik. Deniz pırıl pırıl görünse de şnorkel ile yüzdüğünüzde o kadar da berrak olmadığını anlıyorsunuz. İlerideki koylarda uzaktan bir balık çiftliği görünüyordu, muhtemelen onun yüzündendir. Özetle, bu kadar yolu gelmeye değmeyecek bir yer.

Emporios’tan dönüşte Arginonta’ya gelmeden sola dönüp adanın doğu sahiline giden yola girdiğinizde kısa sürede döne döne dağın zirvesine varıyorsunuz. Arkanızı dönüp baktığınızda adanın belki de en etkileyici manzarasını görüyorsunuz.

Bu yolun da üzerinde bir çok tırmanış rotası mevcut. Dağın diğer tarafından yine döne döne indiğinizde yolun bittiği yerde Pailonnisou plajına geliyorsunuz. Dalgasız, sakin ve sessiz bir koy. İki taverna var, şezlonglar ücretsiz, telefon çekmiyor, şnorkel için güzel ama su çok berrak değil. Dağlardan dolayı akşam güneş çok erken batıyor.

Adada gittiğimiz son plaj ise Kalymnos merkezden güneye doğru tepenin üstünden atlayarak gidilen Vlichadia plajı. Girişte solda ve sağda iki koy var. Biz soldakinde denize girdik. Sakin bir koy ve solda ileride görülen kayalıklar koy çıkışına kadar şnorkel için çok uygun. Ama yine erken güneş batıyor.

Sağ taraftaki koyda ise güneş daha uzun kalıyor, ama en çok yirmi dakika fark eder. Bu tarafta denize girmedik ama çok farklı olacağını düşünmüyoruz.

Gidemediğimiz bir iki plaj daha kaldı ama onların da bu plajlardan çok farklı olacağını düşünmüyoruz. Sakinliğin hakim olduğu bu adada en iyisi eğitimini alıp tırmanış yapmak sanki.

Dönüş zamanı geldiğinde limanda bekleyen ve yine oldukça boş olan gemimize bindik.

Sonrası Kalymnos’a el sallayarak Kos’a doğru yola çıkış.

Kos’tan Bodrum’a dönüş feribotu için limana geldiğinizde öncelikle deniz kenarındaki kulübelerden biniş kartlarınızı almanız gerekiyor. Sonra pasaport kuyruğuna geçerek çıkış yapıyorsunuz. Pasaport sonrası aracınız olduğunu söyleyerek aracın işlemlerini de tamamlıyorsunuz ve gidip arabanızı getirip gemiye alıyorsunuz. Yani işlemler bizim taraftan daha basit. Bu arada Kos tarafında da Duty Free var, Bodrum tarafında da. Bodrum girişinde kontrol biraz fazla sıkı, o nedenle fazla içki ya da sigara getirmenizi tavsiye etmeyiz.

Gürkan, Ağustos 2017

 

 

Yunanistan ile ilgili diğer yazılarımıza da göz atmak isterseniz buyrunuz ⇒ Yunanistan Yazıları

Selanik & Halkidiki

2014 yaz başında, Selanik ve Halkidiki’yi kapsayan bir tura katıldık. Selanik’te bir gece, Halkidiki’de üç gece geçirdiğimiz bu tur sayesinde Yunanistan’ı biraz tanımış olduk. Bu tur için Yunanistan’ın bize verdiği uzun süreli vize sayesinde de Prag ve Samos‘a gitmemiz kolay oldu.

Aslında Halkidiki, Selanik’in güneyindeki yarımadaların adı. Biz tam olarak, trident şeklinde olan bu üç yarımadadan batıda olanına yani Kassandra’ya gittik. Bu trident’in mitolojideki deniz tanrısı Poseidon’un asasını sembolize ettiğini de söyleyelim.

Otobüsle yaptığımız ve grup dışında gezme imkanımızın pek olmadığı bu turda, serbest gezemediğimiz için fazla detaya sahip olamadık. Ama yine de, Selanik ve Kassandra bölgesinin güzelliğini biraz olsun anladık.

Selanik’e Gidiş

İstanbul’dan saat 22:30 gibi otobüse bindik. Yolda bir mola vererek gece 1 gibi İpsala Sınır Kapısı’na vardık. Daha önce otobüsle sınır geçmediğim için bana ilginç geldi. Özel tur otobüsü olduğumuz için, rehberimiz pasaportları topladı ve toplu bir şekilde çıkış işlemini gerçekleştirdi. Otobüsü sayan polis haricinde kimseyle bir karşılaşmamız olmadı. Türk tarafından çıktıktan sonra Duty Free’ye uğradık. Fiyatlar havaalanı ile neredeyse aynıydı. Yanımıza bir kaç şey aldıktan sonra Yunan tarafı sınırına geldik.

Yunan tarafında sıkı bir kontrol var. Biz özel bir tur otobüsü olduğumuzdan pek kontrol edilmedik. Ama tarifeli otobüs seferi yapan firmaların araçları sıkı bir şekilde kontrol ediliyor. Valizler indiriliyor, içleri açılıyor. Önümüzdeki otobüslerin kontrolden geçmelerini beklemek epey zaman aldı ama sıra bize gelince hızlı geçtik. Özel araçla geçenler ayrı bir sıradan geçiyorlar ve gördüğüm kadarıyla da epey hızlı geçiyorlar. Sınır bölgesinin tümünde fotoğraf çekmek yasak.

Sınırı geçtikten sonra güzel bir otoyol ile sabah 6’ya kadar yol aldık ve sabah bir tesiste kahvaltı için mola verdik. Sonrasında saat 8 gibi Selanik’e girdik.

Selanik

Selanik, girişten itibaren düzenli bir kent olduğunu hissettiriyor. Giriş yolu çevre yolu gibi, sağda solda büyükçe mağazalar olan bir yol. Şehre yaklaştıkça yollar daralıyor ve binalar çoğalıyor. Rehberimizin açıklamaları sayesinde biraz şekillendirebildik ama tur harici gitsek de şehri kolay anlardık.

Otel giriş saatinden çok erken şehre vardığımızdan, öğlene kadar şehir turumuzu yapalım dedik ve ilk durak Aziz Dimitrios Kilisesi oldu.

Selanik-Dimitrios

Eski bir Roma hamamı üzerine kurulmuş olan bu kilise, 400 yıl kadar cami olarak kullanılmış. Sonrasında tekrar kilise haline getirilmiş. Sabah erken saat olduğu halde, işe giderken ibadet için uğrayan kişiler vardı. Yunanlar epey dindarlar gibi geldi bize.

Kiliseyi ziyaret ettikten sonra Selanik Kalesi’ne çıktık.

Selanik-Kale

Yedi Kule olarak da bilinen kale, şehrin tepesinde bir seyir terası gibi. Tüm turist otobüsleri burayı ziyaret ediyorlar. Surların arka tarafında da şehir devam ediyor.

Selanik-Kale2

Ama ön tarafta şahane bir manzara var. Tüm Selanik şehrini görebileceğiniz bu nokta, uzun seyahatin sonunda bir ferahlık hissi veriyor.

Selanik-Kaleden

Buradan bakınca tam karşıda görülen, denize inen geniş aralıktaki yuvarlak yapıyı insan merak ediyor. Kalenin önünde bir çok hediyelik eşya satıcısı var. Daha Selanik’e gelir gelmez hemen hediyelik almak insana garip geliyor ama daha sonra gördük ki en çok çeşit ve en uygun fiyatlar buradaymış. İyi ki birkaç magnet almışız.

Selanik-Kale3

Kale’den inince Atatürk’ün evini ziyarete gittik. Selanik’te özellikle Kale’ye çıkarken ve inerken geçtiğiniz mahallelerde Osmanlı etkisini rahatlıkla görüyorsunuz. Yüzyıllarca Osmanlı hakimiyetinde kalmış bu şehirde, 1917’de çıkan büyük yangın olmasa, bugüne çok daha fazla yapı kalırmış. Atatürk’ün doğduğu ev de tipik bir Osmanlı evi.

Selanik-Ataturk-1

Ev yeni restore edilmiş. Müze olarak kullanılıyor ve giriş ücretsiz. Ancak tüm turlar buraya uğradığından ve ev ahşap olduğundan, içerisi çok kalabalık olmasın diye turları teker teker içeriye alıyorlar. Rehberimizin anlattığına göre, restorasyon öncesi evde birçok eşya varmış. Ancak şu anda içerisi neredeyse boş. Birkaç küçük maket yapılmış, duvarlar bembeyaz, resimler ve yazılar var, birkaç da multimedya var. Boş bir ev haline gelmiş. Pek sevimli olmamış. Ama Atatürk’ün balmumu heykeli çok başarılı olmuş.

Selanik-Ataturk-2

İnsan mutlu oluyor Ulu Önder’i bu şekilde karşısında görünce. Özellikle küçük çocukların yoğun ilgisi derinden etkiledi beni. Keşke restorasyon daha sıcak bir sonuç verseydi. Restorasyon öncesi halini göremediğimiz için üzülmedik desek yalan olur.

Selanik-Ataturk-3

Evin bahçesi çok hoş olmuş. Evi gezdikten sonra fotoğraf çektirenler bahçeyi şenlendiriyor.

Müze ziyaretine biraz da dinlenme süresi eklendiğinden, etraftaki kafelerde demli çay içme şansı da bulunuyor. Biz müzeye girmeden önce birer bardak çay içmiş olduğumuzdan, kalkış saatine kadar civardaki sokaklara ufak bir kaçamak yaptık. İyi ki de yapmışız. Kale’den gördüğümüz yuvarlak yapıya meğerse çok yakınmışız.

Selanik-Rotunda1

Bu yapının adı Rotunda imiş. Rehberimize sorunca öğrendik ki, Roma döneminde mozole olarak yapılan, sonra kilise olan, Osmanlı döneminde Hortacı Süleyman Efendi Camii olan bu yapı, şu sıralar restorasyonda ve müze olarak kullanılacak. Bahçesindeki minare, Selanik’te kalan son minare imiş.

Selanik-Rotunda3

Bahçeye girdiğinizde çok güzel bir şadırvanla karşılaşıyorsunuz. Önce bize kapalıymış gibi geldi ama kapıdaki görevli içeriye girmenin serbest olduğunu söyleyince içeriye girdik. İçerisi iskeleler ile kaplı ve Osmanlı döneminde üzeri sıvanmış olan mozaikleri tekrar açığa çıkarıyorlar. Ya da bize öyleymiş gibi geldi çünkü içeride hiçbir bilgi ya da görevli kişi yoktu.

Selanik-Rotunda-Tavan

Kısa da olsa küçük bir tur dışı kaçamak güzel oldu. Sonradan öğrendik ki, tur zaten bu yapıya uğramayıp önünde kısa bir bilgi veriyormuş. İyi ki gelmişiz.

Rotunda’nın diğer kapısından çıkıp arka taraftan otobüse dönerken gördük ki bu bölge Selanik’in üniversiteler bölgesiymiş. Gençlerin oturduğu bir çok kafe var. Bir binanın duvarındaki şu kocaman graffiti de pek hoşumuza gitti.

Selanik-Graffiti

Sonrasında tam vaktinde otobüse yetiştik ve turumuz deniz kenarına doğru devam etti. Deniz kenarındaki en dikkat çekici yapı Beyaz Kule.

Selanik-BeyazKule-1

Beyaz Kule Selanik’teki en turistik nokta bence. Deniz kenarındaki en ihtişamlı süsü. Beyaz isminin verilmesi ile ilgili rivayetler, belki de gerçekler var ama uzmanlık alanımız değil, bu konuda bir çok kaynak bulunabiliyor.

Burada kısa bir süre durduktan sonra Aristoteles Meydanı’na gittik ve öğle yemeği için serbest zamanımız oldu. Selanik’in en canlı meydanı olan bu bölge restoranlar, mağazalar ve kafelerle dolu. Denize kadar inen bu geniş açıklıkta zaman geçirmek güzel.

Sonrasında otelimize geçtik ve odamıza yerleştiğimizde tüm gecenin yorgunluğu üstümüze çöktü. Otelden çıkıp gezmeyi planlıyorduk ama uykuya yenik düştük, akşama kadar dinlendik. Otobüsle gelmek gerçekten çok yorucu. Şehri daha çok gezmek istesek de kafamızı kaldıramadık desek yeridir.

Neyse ki akşam üstü Beyaz Kule’nin önünden kalkan bir tekne ile denizden bir tur yaptık. Selanik’i neden İzmir’e benzettikleri denizden bakınca daha iyi anlaşılıyor.

Selanik-Denizden

Ama bize göre kordon harici İzmir’e hiç benzemiyor. Deniz kenarındaki bir şehir için denize parelel binalar olması da pek garip değil aslında. Benzetme çabası ile benzetildiğini düşünüyoruz hala.

Akşam bir rum tavernasına gittik. Grup olarak giderseniz, tur ücretine dahil olsa bile, bize kalsa bu tip bir yere gitmeyin. Grup Türk olunca canlı müzik bizim de bildiğimiz rum şarkılarından oluşuyor, hatta Türkçe sözlerle söyleniyor, yemekler de fiks menü olunca lezzetsiz oluyor. Arkadaşlarla geçen zaman her türlü güzel ama bize kalsa herhangi bir taverna’ya gidip istediğinizi yiyip içseniz çok daha güzel olur. İleriki günlerde bunu anladık zaten.

Halkidiki

Ertesi sabah otelden ayrılıp Halkidiki’ye doğru yola çıktık. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası, öğleye doğru, otelden önce son köy olan Kallithea köyünde mola verdik. Burada markete uğradık ve karnımızı doyurduk. Bizim tatil yerlerimizde olduğu gibi her tarafı turistlere göre tasarlanmış, deri mağazaları ve her tür yemeğin satıldığı kişiliksiz restoranları ile bu köy pek de hoşumuza gitmedi.

Bu bölgede büyük otel yok denecek kadar az. Daha sonra da gördüğümüz gibi genelde küçük pansiyonlar var. Epey eskiden yapılmış olan bizim de kaldığımız Pallini Beach Hotel, dört yıldızlı ama bana göre üç yıldız bile etmez. Grup olduğunuzda bu tip büyük otellerden başka seçeneğiniz olmuyor. Otele giriş yapıp odamıza çıktığımızda güzel bir manzara gördük ama yağmur başlamıştı.

Halkidiki-Otel-Yagmur

Aslında son gün hariç her gün yağmur yağdı. Yağmursuz bir anda bu tarafın manzarası şöyle.

Halkidiki-Otel-Manzara-2

Denizin turkuaz kısımlarında zemin kum. Çok temiz, berrak bir denizi var buranın. Biraz güneş çıktığında sahil hemen doluyor.

Halkidiki-Otel-Sahil

İncecik kum denizi bulandırmıyor. Haziran ayında sezon tam açılmamış olsa da deniz epey kalabalıktı. Temmuz ve Ağustos ayında çok kalabalık olacağına eminim. Otelde kablosuz internet sadece lobide var, yarım saati 3 €’dan kredi alıyorsunuz ama genelde çalışmıyor. Maillere bakmak tam bir eziyet oldu açıkcası. Yarım saat interneti 3 günde bitiremedik, o kadar kötüydü.

Halkidiki-Otel-Manzara

Otelin diğer tarafındaki manzara da güzel. Karşıda trident’in ikinci kolu olan yarımada görünüyor. Buraya ya kendi arabanızla gelmeli ya da buradan araba kiralayarak her iki yarımadayı da gezmeli. Çok güzel yerlerin olduğuna hiç şüphe yok.

Otelde ilk akşam açık büfe yemek yeme talihsizliğini yaşadıktan sonra, diğer iki akşam yakınlardaki Afytos köyüne gittik. Afytos çok güzel bir köy. Eski evlerle dolu.

Halkidiki-AfitosEv

Denizden yüksekte kurulmuş olan bu köyün sokaklarından geçip denize bakan yamaca geldiğinizde güzel bir manzara ile karşılaşıyorsunuz.

Halkidiki-Afitos-Manzara

Sokakları dar, köy içine araç girmiyor, turistik bir yer olmuş ama rahatsız etmiyor, çok keyif aldık. Bir çok kafe ve taverna var.

Halkidiki-Afitos-Sokak

Köyün merkezinde küçük bir kilise var. Önündeki meydan yerel halkın oturduğu kafelerle dolu.

Halkidiki-Afitos-Kilise

Balık lokantalarında çok lezzetli ahtapot, kalamar ve midye yiyebilirsiniz. Fiyatlar bize göre uygun. Her şey 7 ile 9 € arasında ve çok taze. Pişirme yönteminden ya da tazeliğinden olsa gerek hepsi çok lezzetli.

Köyde birçok taverna var ama biz en çok son akşam gittiğimiz yeri sevdik. Köye girerken okulun olduğu meydana gelmeden önceki son köşede bulunan bu tavernada çalışan Niko, her geçeni içeriye davet ediyor. Sakinliği ile çok davetkar olmayan bu mekanda bulduğumuz lezzeti hiç bir yerde bulamadık. Hele bir sahanda midye vardı ki, hala aklımızda. Tavernanın adını veremiyorum ama girişindeki şu resim giderseniz dikkatinizi çekecektir.

Halkidiki-Taverna

Bol yağmurlu Halkidiki günlerimizde son gün hava müsaade etti ve denizin tadını çıkarabildik. Sualtı fotoğrafı çekemedik ama şnorkelimizle denizin temizliğine şahit olduk. Bol balıklı ve kum tabanlı bir deniz.

Dönüş Yolu

Son gün sabah erkenden otobüsümüze binip yola çıktık. Selanik üzerinden otoyola bağlandık. Bir kaç yer daha görelim diye otoyoldan ayrılıp Kavala’ya uğradık.

Selanik-Kavala

Kavala, Osmanlı etkisinin çok daha fazla görüldüğü bir kent. Fazla zaman geçiremedik, 20 dakika kadar limanda durduktan sonra yolumuza devam ettik.

Selanik-Kavala2

Güzel bir kent. Çıkış tarafında güzel sahilleri de var. Ama kısa süreli bir ziyaret en ideali bence.

Kavala çıkışında meşhur Kavala kurabiyesi yapan bir yere uğradık. Biz bir nevi un kurabiyesi olan bu kurabiyeyi pek beğenmediğimizden almadık ama diğer yolcular kutu kutu aldılar. Seveni çok herhalde.

Öğle yemeği için yine yol üzerinde olan İskeçe’ye de uğradık.

Selanik-İskece

Meydanında güzel bir saat kulesi olan, orta büyüklükte, güzel bir kent. Pazar günü olduğu için bir çok yer kapalıydı ama karnımızı doyurup güzel birer kahve içebildik.

Burada sonra İpsala Sınır kapısına devam ettik. Yunan tarafını sorunsuzca çıktıktan sonra Yunan duty free’sine girdik. Fiyatlar çok farklı olmasa da, dönüşte bizim tarafa uğramayacağımız için son ihtiyaçlarımızı buradan karşıladık. Sonrası Türk tarafı sınır geçişi ve İstanbul.

Son Söz

Selanik ve Halkidiki’yi çok sevdik. Selanik’te bir gün geçirmek bize yetmedi. En az iki tam gün geçirilecek bir şehir. Gündüz ve gece sokakları ayrı güzel olan, kordon boyunda neşeli tavernaları olan, bir çok kez gidilebilecek bir şehir.

Halkidiki bölgesi de güzel ancak Selanik üzerinden gitmek gerekiyor ve İstanbul’dan epey uzak kalıyor. Denize girmek için bu kadar mesafe gitmeyi göze alacaksanız, gidilecek daha güzel yerler var. Yine de doğal Yunan köylerini ve tertemiz denizini görmek için bir kez de olsa gidip görmek lazım.

Gürkan, Haziran 2014

Yunanistan ile ilgili diğer yazılarımıza da göz atmak isterseniz buyrunuz ⇒ Yunanistan Yazıları