Etiket arşivi: ne gördüm

Eskişehir

14. yüzyılda Hititler tarafından kurulduğu düşünülen şehir, Anadolu’nun birçok şehri gibi farklı farklı çokça medeniyete ev sahipliği yapmıştır.

Met helvası, Nuga Helvası, Haşhaşlı Çörek, Kalabak Suyu, Çibörek, Balaban Kebap gibi yiyecekleri en bilindikleridir. Lise bilgimiz ile bile bildiğimiz meşhur Lületaşı, Eskişehir’e aittir.

Balaban

Aynı zamanda Porsuk Çayı ve yakın dönemde yapılan çevre düzenlemesi ile belki de en Avrupai şehrimiz durumundadır. Özellikle son 20 yıldaki belediyecilik anlayışı ile hem görüntü hem de kültür sanat faaliyetleri şehri benzerlerinden belirgin biçimde ayırmış durumdadır.

Şehir turistik anlamda da hayli ilerlemiş durumda. Gezip görülecek çok yeri var. Ankara’ya çok yakın konumda olması, İstanbul için de 3 saatlik mesafesi ile günü birlik bile gezilebilir durumdadır.

Kendi gezip gördüklerimizin içinden yaptığım aşağıdaki listenin, sizin için de tatmin edici bir rehber olması dileği ile başlayalım.

1- Odunpazarı Evleri

Merkezde bulunan tarihi Osmanlı evlerinin olduğu bölgedir. Yaklaşık 300 evin yanında cami, külliye gibi yapılar da restore edilerek turizme açılmıştır. Özellikle renkli evleri ile ön plana çıkan semt aynı zamanda dinlenmek için kahvelerin, yemek için restoranların ve bir çok müzenin de olduğu bir alan.

Odunpazarı Evleri

Bölge merkezi konumunun yanı sıra ünlü Balmumu Heykel Müzesine de komşu konumda. Zaten, burayı gezip de müzeyi gezmeden Eskişehir’den çıkmaya çalışırsanız, sınırda geri çeviriyorlar bilginize:) Buraya geleceğiz…

Odunpazarı Belediyesi heykeli

Odunpazarı, UNESCO Dünya Mirasları Listesinde bulunuyor. Cumbalı, rengarenk ve yan yana olan Odunpazarı Evleri, keyifli bir nostalji yaratmasının yanında, tarihi bilgilerinizi artırmanız için de güzel bir yer.

Atlıhan

Sokak sokak gezip yorulmamak mümkün olmadığından, kendinizi atabileceğiniz en minimal yerlerden biri El Sanatları Çarşısı olarak geçen Atlıhan. İçinde hem alışveriş için küçük dükkanlar var hem de Türk kahvesi içebileceğiniz bir kıraathane. Keyifli bir yarım saat için tercih edilebilir.

Atlıhan iç
2- Kurşunlu Camii ve Külliyesi

Odunpazarı’nda tarihi evlerin olduğu lokasyon hayli geniş bir alana sahip. Bu alan içinde gezilecek yerlerden biri de Kurşunlu Camii ve Külliyesi.

Kurşunlu Camii ve Külliyesi

Kurşunlu Camii 16. yüzyılda Osmanlı veziri Çoban Mustafa Paşa tarafından yaptırılan bir Osmanlı yapısı. Burası sadece bir camii değil, içinde birçok bölümü de barındırıyor. Bu sebeple geldiğinizde uğramanızı önerdiğimiz yerlerden biri.

Lületaşı Galerisi

Kurşunlu Camii ve Külliyesi’nin içindeki bazı bölümler ise, Eskişehir Sanatlar Çarşısında (Tabhane bölümü) lületaşı, kilim-halı dokumacılığı, gümüş, ebru ve benzeri sanat dallarına ait eserlerin bulunduğu bölümlerle birlikte, Lületaşı Müzesi ve Cam Atölyesi. Külliyesi dahilinde cami, şadırvan, medrese, talimhane, kervansaray, Mevlevi şeyhlerine ait türbe de yer alıyor.

Eskişehir El Sanatları Çarşısı

Geldiğinizde Lületaşı bölümü özellikle ilginizi çekeceği gibi, saf haliyle de taş satın alabilirsiniz.

3- Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi.

Şimdi, geldiniz, Odunpazarı’nı gezdiniz, kahvenizi içtiniz. Şöyle değişik bir şeyler görmek istiyorsunuz, tam bu isteğe göre bir yer hemen Odunpazarı semtinin yanı başında bulunuyor.

Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi

5 bölümden oluşan müze, 2013 yılında açılmış. Bizim gezdiğimiz sene giriş ücreti 10 liraydı. Balmumu Heykeller Müzesi’nde kapsamlı bir sergi mevcut. Bilim insanları, müzisyenler, yerli yabancı sinema ve tiyatro oyuncuları ile birlikte, Kurtuluş Savaşı kahramanları, Mustafa Kemal Atatürk ve Ailesi, Osmanlı dönemi padişah ve devlet erkanı, Türk ve Dünya Liderleri, hatta şehrin takımı  Eskişehirspor’un efsane isimleri bile var.

Atatürk Balmumu Heykeli

Heykeller öylesine gerçekçi duruyor ki hayret etmemek imkansız görünüyor.

Albert Einstein

Arkadaki abiyi tanımıyorum, öndeki benim balmumu heykelim :) Şaka şaka Einstein ile ben, balmumu olan ünlü olanımız:)

Kurtuluş Savaşı Kahramanlarımız

Gerçek anlamda etkileyici olan bu müzeyi gezmenizi özellikle tavsiye ederim. Hem yaşayan ünlü yazar, sinemacı veya müzisyenlerle konuşursunuz hem de aramızdan ayrılmış olanlarla hasret giderme şansı bulursunuz.

Aşık Veysel Balmumu Heykeli

Bazı gereksiz gazetecilerin heykellerini de gördüğünüzde canınız sıkılabilir ama takmayın kafaya, onlar zaten yaşarken de heykel olanlar.

4 – Kent Merkezi / Caddeler

Eskişehir merkeze geldiğiniz zaman Porsuk çayı etrafında bir yerleşim göreceksiniz. Porsuk’un kenarında gezebileceğiniz gibi şehrin birkaç ünlü caddesini de turlamanızı öneririz.

Eskişehir Merkez

Merkezin ünlü caddelerinin başında Doktorlar Caddesi geliyor, doktor muayenehanelerinin çokluğundan bu ismi almış olan cadde, kafeler, eğlence mekanları ve alışveriş yerlerine sahip.

Eskişehir Merkez

Merkezin bir başka ünlü caddesi “İki Eylül Caddesi” olarak söylenebilir. Şehrin Yunan işgalinden 2 Eylül 1922 tarihindeki kurtuluşunu simgelediğinden bu ismi almış. Tramvay yolu boyunca uzanan bu iki ünlü cadde özellikle şehrin havasını solumak isteyenler için çok iyi alternatifler.

Merkeze gelmişken yakın lokasyonda Arasta Çarşısını, Hamamları ile ünlü şehrin birkaç hamamını ve sanat eserleri yerleştirilmiş “Hamam Yolu Köprüsü”nü de görme şansınız var.

Hamamyolu Sanat Köprüsü
5 – Porsuk Çayı

Zamanının sinek ve pislik yuvası olan, şehrin merkezi içinden geçen park, Yılmaz Büyükerşen ile birlikte öyle bir hale getirilmiş ki, deseler ki Avrupa’da bir kenttesiniz hiç garip olmaz.

Porsuk Çayı

Çevre düzenlemesi yapılmış. Dere temizlenmiş. Çaya çıkan yollar düzenlenmiş. Kano gezileri ile size Paris havası yaratılmış durumda.

Porsuk Çayı köprüleri

Üstünden geçen köprülerin üstleri heykellerle süslenerek şehre hem sanatsal bir dokunuş oluşturulmuş hem de estetik olarak çok şık bir yapı kazandırılmış durumda. Porsuk, sadece akan bir su olarak da değerlendirilmemiş. Kano turları ile yaşayan bir organizma konumu kazandırılmış.

Porsuk Çayı Kano

Kano ve gondolların yanında küçük teknelerle yapabileceğiniz gezi için kişi başı ücretlendirme yapılıyor. Biz gezdiğimizde kişi başı 5 TL ücreti vardı, hey gidi günler hey!

6 – Sazova Parkı

“Eskişehir’in Disneyland’ı” olarak isimlendirilmeye başlanan bu alan sanırım son zamanlarda şehirle ilgili en çok duyduğunuz, fotoğraflarını en çok gördüğünüz hatta sinema filmlerinde bile kullanılan bir yer konumunda.

Sazova Parkı

400 bin metrekare alan üzerine kurularak 2008 yılında açılan park, hem şehrin hem de ülkenin en bilindik parkı olma durumuna geldi. Özellikle çocukların ve kendini çocuk hissedenlerle birlikte içindeki çocuğu hala yaşatanların ilgisini çekmeyi başaran bir park burası.

Sazova Parkı Korsan Gemisi

Sazova Parkı’nda bulunan Bilim – Deney Merkezi, Sabancı Uzay Evi ve Masal Şatosu gibi yerlerle birlikte küçük bir tren gezisi, gölet, korsan gemisi ve Esminyatürk alanı ile tüm gününüzü alacak bir gezi yapabilirsiniz.

Masal Şatosu

Tek tek bütün alanlardan bahsetmeye gerek görmüyorum. Zamanınızın çoğunu geçireceğinizi düşündüğüm Masal Şatosu’ndan biraz bahsetmek yeterli olacaktır. Hele çocukla geldiyseniz sadece burayı anca gezebileceksiniz :)

Masal Şatosu

Tasarım olarak ülkemizdeki dokuz tarihi yapıdan esinlenen Masal Şatosu çok başarılı bir çalışma olmuş. Masal Şatosu 8 kule ve 18 kulecik olmak üzere toplamda 26 kuleden oluşmuş.

Masal Şatosu Kuleler

Galata Kulesi (İstanbul), Burgulu Kule (Amasya), Sindirella Kulesi (İstanbul – gravür), Kız Kulesi (İstanbul), Adalet Kulesi (İstanbul – Topkapı Sarayı), Ulu Kule (Mardin), Çan Kulesi (Diyarbakır), Yivli Kule (Antalya).

Dışarıdan gezebileceğiniz gibi içine girip üst katlara da çıkabildiğiniz yapı içinde Masal bölümleri düşünülmüş katlar, bölümler isimlendirilmiştir.

Efsaneler Diyarı katında Nasreddin Hoca, Keloğlan ve Dede Korkut’un görselleri vardır. Bunların yanında Tepegöz, Şahmaran ve Zümrüd-ü Anka alanları bulunmaktadır.

Gizemli Yolculuk alanı, 6-11 yaş aralığındaki çocuklar için gerçekleştirilen etkinlik alanıdır.

Masal Tüneli Alanı, Masal Şatosu’nun kuleleri hakkında kısa bir animasyon film izleyebileceğiniz, çeşitli masalların anlatım alanıdır.

Şatonun içinde aynı zamanda Sihirli Elma Kafe ve Hediyelik eşya alanı bulunmaktadır.

Şatonun üstünden şöyle kısa bir park gezisi için Negördüm Youtube kanalı ziyaret edilebilir. Değişik videolarımızı da izleme şansı bulabilirsiniz.

Şatoyu gezdikten sonra hala gücünüz kuvvetiniz yerinde ise Korsan Gemisini gezebilir, Gölet çevresinde göle maya çalmaya çalışan Hoca’yı görebilirsiniz. Ya tutarsa efendim!

Sazova Park Gölet

Hayvanat Bahçesi, Eti Su Altı Dünyası, Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi, Japon Bahçesi, Esminyatürk bu devasa parkın diğer alanlarını oluşturmaktadır. Sadece bir gün buraya ayırmanızı öneririm.

Esminyatürk
7 – Devrim Otomobili

Ülkemizin yüz akı mı yoksa oluşan durumdan mütevellit yüz karası mı olduğuna karar vermekte zorlandığımız ünlü Devrim Arabası’nı görmek isterseniz, bu aracın adresi de Eskişehir’de ki TÜRASAŞ Fabrikası.

Devrim Otomobili

4 ay gibi bir süre içinde üretilmiş. 50 beygir güce ve 140 km/h hıza sahip  olan araba, Türk demir yolu mühendis ve ustalarının meydan okuma öyküsüne, o dönemin basiretten ve vizyondan yoksun yöneticilerinin de çapsızlık öyküsüne eşlik ediyor.

Porsuk Çayı yakınlarındaki TÜRASAŞ Devrim Arabaları Müzesi’ne gidip görebileceğiniz araç, buruk bir his bırakacak üstünüzde.

Yazımızın sonuna gelirken, konaklama konusunda da biraz bilgi vereyim. Turizm açısından gelişmiş bir kent olduğundan her bütçe için alternatifli konaklama seçenekleri bolca mevcut. Oteller, pansiyonlar, kiralık evler rahatlıkla bulabilirsiniz. Biz geldiğimizde Sazova Parkına yakınlığı sebebi ile Sarar Otel’de konakladık. Fotoğraftan da anlayacağınız üzere yeşillikler içinde güzel bir yerdi.

Sarar Otel Bahçe

Eskişehir’e gelmişken ayrıca neler göreyim derseniz, Odunpazarı Modern Müze (OMM), Kentpark, Eti Arkeoloji Müzesi, Şelale Park, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Haller Gençlik Merkezi, Eskişehir Havacılık Müzesi, Anadolu Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Müzesi, TCDD Müzesi, Tayfun Talipoğlu Daktilo Müzesi, Taşbaşı Çarşısı, Kanlıkavak Parkı, Sabancı Uzay Evi ve şehrin biraz dışında yer alan Musaözü Tabiat Parkı gibi yerleri de ilgi alanına göre ziyaret edebilirsiniz.

Sonuç olarak Eskişehir güzel bir yer. Her yeri birden gezmeye gerek var mı? Ara ara buraya gelmek için bahaneniz olur :)

Barış, 2019

Manila, Boracay ve Cebu | Filipinler

Pasifik kıyısına vardığımız bu gezimizde Filipinler’in 3 şehrini ziyaret ettik. Aşırı sıcak olmayan Nisan ayında rahat rahat gezdik ve bolca denize girdik. Manila’dan başlayan seyahatimizi önce ünlü Boracay adasına sonra da pek bilinmeyen Cebu’ya giderek tamamladık. Filipinler ile ilgili en güzel şeyin herkesin ingilizce bilmesi olduğunu baştan söyleyelim ve anlatmaya başlayalım. Tüm yazıyı okuyacak zamanı olmayanlar aşağıdaki listeden ilgilendikleri kısıma atlayabilirler.

Manila

İstanbul’dan 11 saat uzaktaki Manila’ya seyahatimiz gece yarısı başladı. Uzun yolculukları sevenler için bol filmli, bol uykulu, arada dolanmalı ve saat farkından dolayı gündüz görmeden tekrar geceye ulaşan bir yolculuk bu.

Manila’nın hava alanı derli toplu ve şehrin aksine çok kalabalık değil.

Ancak terminalden dışarı çıkınca, hele bizim gibi akşamın erken saatlerinde inmişseniz İstanbul’u aratacak bir trafikle karşılaşıyorsunuz. Her tarafta tıklım tıklım insanlarla dolu Jeepney adı verilen rengarenk dolmuşlar göze çarpıyor.

Bu araçlar Amerikan askerlerinin çekilmesi sonrası kalan Jeeplerden modifiye edilmiş. Duraklarda sıra beklemek belli ki Filipinliler için çok olağan.

Jeepney’den daha pratik olan ve her köşeden çıkan, diğer kentlerde daha sık göreceğimiz motosikletler de bir diğer renkli toplu ulaşım aracı.

Manila’yı aslında transfer amacıyla kullandığımızdan sadece bir gece konakladık. Yolun yorgunluğu ve saat farkından dolayı şaşkın geçen bir gecenin ardından ertesi gün otelden çıkış yaptık ve şehrin önemli yerlerini gezdik. Maalesef Manila görülecek yeri pek olmayan bir şehir. İlk durağımız bağımsızlık mücadelesinin sembolü olan Jose Rizal’ın anıtı oldu.

Sonra Manila’nın tarihini barındıran Fort Santiago’ya yani şehrin kalesine gittik.

Burası bir müze ve girişte bilet almanız gerekiyor. Biz gittiğimizde bilet ücretleri aşağıdaki gibiydi.

1600’lü yıllardan beri birçok savaş ve yıkım gören kalenin Avrupa mimarisi ile yerel mimariyi birleştiren garip bir havası var.

Eski günlerinden kalan bazı kısımlar sanki özellikle savaşlarda yaşanmış yıkımları hala hatıralarda tutmak için tamir edilmeden bırakılmış.

Ancak en etkileyici olanı Jose Rizal’in idama götürülürken yürüdüğü yoldaki son adımlarını temsil eden ayak izleri.

Kale gezimiz bitince civardaki bazı hediyelik eşya mağazalarını gezdik. Köşedeki seyyar dondurmacının arabası çok güzeldi.

Manila’dan Boracay’a geçmeden, ilgimi çeken bir detayı anlatmak isterim. Bir benzinliğin yanından geçerken fark ettim, fotoğrafını çekmekte de biraz geciktim ama dikkatle bakınca anlaşılıyor, yakıt tabancaları yukarıda, yani tavanda asılı. Yani pompadan gelen hortumlar yerlerde dolaşmıyor. Hiç fena fikir değilmiş.

Diğer bir detay da bir marketin raflarında karşılaştığım Spam marka konserveler. Başka yerde karşıma çıkmamıştı, emaillerde sıkça adı geçen bu kelime aslında bir konserve markasıymış meğer. Şaka değil, bir skeçte (ki bu skeç Python yazılım diline de ismini vermiş meğer) menüdeki her yemekte Spam konservesi olması üzerine çok sık gelen reklam maillerine adını vermiş. Dileyen araştırsın, benden bu kadar.

Kısa Manila gezimizi burada sonlandırarak havaalanına, oradan da iç hatlar uçuşu ile Boracay’a doğru yola çıktık.

Boracay

Boracay ince uzun bir ada ve üstünde pist yapılacak bir alan bulunmuyor. Onun yerine hemen yanındaki büyük adanın tam köşesine bir hava alanı yapmışlar.

Terminalden çıkınca minibüslere binerek Boracay’a geçen deniz araçlarının kalktığı iskele binasına (Caticlan Jetty Port) geçiliyor.

Burası oldukça kalabalık. Tekneye binene kadar bazı kontrollerden de geçiliyor. Sonra kısa bir yolculukla Boracay bize merhaba diyor.

Boracay’ın en kalabalık ve ünlü uzun plajını olduğu kısım adanın ortasında ve batı tarafında kalıyor. Kent kısmı oldukça küçük ve en düzgün kesimi tam olarak aşağıdaki gibi.

Diğer kesimlerde kaldırım yok, yollar bozuk ve her yer motosiklet dolmuşlarla dolu. Ama gelin biz adanın güzelliklerine odaklanalım. Minibüslerle otelimize vardık ve hızlıca deniz kenarına geçtik. Kaldığımız otel adanın doğu sahiline bakıyordu. İnsan vay canına diyor.

Sahil otele özel olduğundan bu kadar sakin ama aslında adanın tercih edilmeyen tarafındaymışız. Deniz biraz dalgalı ve dibi biraz taşlık. Fotoğraf çekmek için uygun ama denize girmek için çok değil.

Yine de denize girince anında bu coğrafyanın farkı göze çarpıyor. Hiç görmediğimiz deniz canlıları görünmek istercesine önümüze çıkıyor. Mavi bir deniz yıldızı mı o?

Şu aşağıdaki mercan da geometrik yapısı ile etrafında epey dolaştırdı. Bizim denizlerimizden çok farklı buradaki canlılar.

Ertesi gün ünlü White Beach’e yani adanın merkezindeki batıya bakan plaja gittik. Neden bu kadar ünlü olduğu anında anlaşılıyor.

İncecik kumu denizin içinde de aynı şekilde devam ediyor. Deniz mi havuz mu belli değil. Deniz canlıları açısından pek canlı değil (iyi ki otelde denize girmişim) ama gerçekten çok farklı hissettiren bir suyu var.

Sahilde kumsalın hemen arkası palmiye ağaçları ile dolu. Bu nedenle gölge ihtiyacını karşılamak kolay. Havlusunu bırakan denize giriyor, sonra gelip ağaçların altında dinleniyor.

Bu arada Filipinler’de sokakta sigara içmek yasak. Yürürken ya da sahilde otururken de. Özel alanlarda ve restoranların sigara içilen bölümlerinde içilebiliyor.

Deniz kıyısında dalış merkezlerine giden tekneler bulunuyor. Buraya özel bu teknelerin, dalgalardan daha az etkilenmeleri için iki taraflarında kanatları bulunuyor.

Yeri gelmişken arka sokaklarda karşıma çıkan bir kasabın fotoğrafını da paylaşayım. Sadece et değil balık da satılan bu dükkanda ürünlerin açıkta satılıyor olması, hele de bu sıcakta bana epey ilginç geldi.

White Beach’in kenarındaki palmiyelerin altındaki yol geceleri de halkın yürüyüş yaptığı ve restoranlar, hediyelik eşya dükkanları ve canlı müzik mekanlarıyla dolu bir kordon haline geliyor.

Son günümüzde Boracay’ın etrafını denizden dolaşmak için aşağıdaki tekne ile bir tura katıldık.

Tekneye binmek için otelimize en yakın iskelenin bulunduğu Shangri-La oteline gittik. Otelin muhteşem plajı sanırım hep aklımda kalacak.

Tekne ile adanın etrafını dolaşmak bir iki yerde deniz molası da vererek neredeyse tüm gün sürdü. Turun en keyifli kısmı ise etraftaki diğer teknelerle beraber güneşin batışını izlemekti.

Ertesi gün yine geldiğimiz gibi hava alanına geçtik ve iç hat uçuşuyla Cebu’ya doğru yola çıktık.

Cebu

Bugüne kadar adını hiç duymadığım, oysa ki epey ünlü olduğunu öğrendiğim bu kent Filipinler’in en büyük şehirlerinden biri. Biz kentin hemen önünde bulunan Mactan adasında kaldık. Hava alanından otele geçerken bir anıtın önünden geçtik. Macellan anıtıymış.

Hatta buradaki körfezin adı da Macellan körfeziymiş. Kendisi  burada Mactan savaşında ölmüş. Gariptir, dünyanın etrafını denizden dolaşmış olan Macellan, buradaki gelgit’i doğru hesaplayamadığından (öyle dediler) gemisi karaya oturunca canından olmuş. Ama onun keşfi sonrası fethedilen bu ülkenin adı günümüzde bile İspanyol kral Felipe’nin adından geliyor. Avrupalıların izleri her yerde.

Yolumuza devam ederken etraftaki sokaklar Filipinler’in güzel manzaraları haricinde nasıl göründüğünü güzel anlatıyordu.

Bir de tipik bir bakkal fotoğrafı paylaşalım. Ülke genelde bu tip düzensiz ve ucuz yapılarla dolu. Zaten hava da pek soğuk olmuyor tabi.

Neyse, biz otel odamızın manzarasına dalalım. Otelin önündeki plaj kumsal ve ortadaki kayalığın etrafında hafiften renkli balıklar görünmeye başladı.

Gece yemek için Cebu’ya gittik. Manila’daki gibi ağır bir trafik eşliğinde şehre vardığımızda etrafta yine Jeepney’ler dolanıyordu.

Çok güzel bir restoranda harika deniz mahsülleri yedik. Ne yemek istediğinizi açık büfe seçtiğiniz bu restoranda neler olduğunu tek bir fotoğrafla paylaşmak mümkün. Ama yine de okyanus balıkları bizim balıklarımız kadar lezzetli değiller. Bol baharatla tatlandırmaya çalışıyorlar.

Cebu’nun yollarında dolaşırken güvenlikle ilgili pek tasalanmıyorsunuz, ülke genel olarak çok güvenli. Zaten ikinci resmi dilleri İngilizce olduğundan (gerçekten resmi) iletişim gibi bir derdiniz hiç olmuyor. Ama yine de şu görüntü insanı biraz ürpertiyor.

Gelelim Cebu’nun en güzel kısmına yani denizin altına. Otelimizin önündeki iskeleden bindiğimiz aşağıdaki tekne ile Nalusuan adasına denize girmeye gidiyoruz.

Bu teknelerin ilginç bir özelliği, kıyılara yakın manevra yaparken Venedik gondolları gibi çubuklarla yönlendiriliyorlar. Tayfa ellerinde sopalarla sağa sola koşturuyor.

Teknenin kanatlarının minyatürü, yanında taşıdığı küçük kayıkta da vardı. Aşağıdaki fotoğrafta hem bahsettiğim küçük kanatlı kayığı hem de teknenin bambu kanatlarını yakından görebilirsiniz.

Nalusuan adası aslında minicik bir toprak parçası. Üstünde yaşayan yok, sadece teknelerle denize girmeye geliniyor. Kartpostal gibi. Filmlerde gördüğümüz gibi.

Ama asıl güzellik denizin altında. Şnorkeli takıp suya atladığınız anda bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz.

Anlatılmaz yaşanır derler ya, gerçekten etrafta o kadar çok çeşit balık var ki, acaba görmediğim balık var mıdır diye oradan oraya yüzüp duruyor insan.

Burası gerçekten denizin ortasında bir vaha. İnsanın denizden çıkası gelmiyor. Ama sayılı günler çabuk geçiyor, ertesi gün uçağımıza atlayıp İstanbul’a dönmek için son adımımız olan Singapur’a doğru yola çıkıyoruz.

Cebu hava alanı şehrin tersine çok modern bir yapı. Ama terminal içinde yurt dışına çıkabilmek için izin almaya çalışan Filipinlileri görünce insan görünene aldanmamak lazım diye düşünüyor.

Gürkan, Nisan 2019

 

Corfu

Yazılarımızı takip edenler bilir, Ege’deki bize yakın Yunan adalarının çoğunu ziyaret ettik. Bu sefer ise bir değişiklik yapıp İyon Denizi tarafındaki bir adaya, oradakilerin en ünlüsü olan Corfu adasına gitmeye karar verdik. Corfu’ya gitmek için Yunanistan’ı boydan boya geçen Egnatia Odos otoyolunu baştan başa geçerek Igoumenitsa kentine kadar gitmeniz gerekiyor.

Yol epey uzun. Bu nedenle biz şurada anlattığımız gibi önce Meteora’da konakladık, sonra devam ederek öğleden sonra adaya vardık. Egnatia Odos otoyolunun bu kesiminde yaklaşık 50 kadar tünel var, epey ilginç bir yol. Igoumenitsa kenti, İtalya’ya giden feribotların kalkış limanı olduğundan büyükçe bir liman. Biz limana vardığımız saatte direk Corfu merkeze değil, adanın güneyinde bulunan Lefkimmi’ye giden feribota denk geldik ve beklemeden atladık.

Fazla bir mesafe gidilmediğinden çok büyük olmayan feribotlarla sefer yapılıyor.

Yeni gittiğimiz bir adanın uzak köşelerine gidecek bir mazeret bulmayı seviyoruz. Yaklaşık 1 saat süren rahat bir seyahat sonunda Corfu adasının en güney kesiminde kalan Lefkimmi’ye vardık.

Adanın güneyi oldukça ıssız, sakin ve dağlık olan kuzeye göre düzlük. Corfu merkeze araba ile yaklaşık bir saat uzakta. Corfu’nun merkezine vardığınızda epey yoğun bir araç ve yapı kalabalığı ile karşılaşıyorsunuz. Bizim konaklayacağımız tesis Corfu’nun biraz kuzeyinde Gouvia’da olduğundan çevre yolundan devam ediyoruz. Büyük caddelerden geçerek tesise varınca odamıza yerleşip sessiz sahiline iniyoruz.

Manzara ve sakinliği güzel ancak burada maalesef denize girilmiyor. Odaya yerleştikten sonra Corfu merkeze gidip sahile park ettik. Tipik Yunan alışkanlığı burada da var, araba park etmek için ücret vermenize gerek yok ve geniş park alanları ayrılmış. Park ettiğimiz yer yeni kale’nin kapısına yakındı.

Kentte eski ve yeni olmak üzere iki adet kale bulunuyor. Ada çok uzun yıllar Venediklilerin hakimiyetinde kalmış. Kalenin hemen yanından sokak aralarına dalıyoruz.

Buradan sonra ara sokaklarda İtalyan, Venedik ve Orta Avrupa mimarisini görebiliyorsunuz.

Küçük mağazalar bulunan ara sokaklardan şık hediyelikler satan mağazaların olduğu genişçe sokaklara doğru geziniyorsunuz.

Corfu bizim bildiğimiz Ege’deki Yunan adalarına hiç benzemiyor. Daha Avrupa gibi. Şurada anlattığımız Capri’den bile daha kalabalık ve yerleşik. Adada gibi hissettirmiyor hiç. Bu taraftan girince bir iki küçük meydanla ufak ufak ısınıyorsunuz.

Kentin merkezinde büyük bir park bulunuyor. Park etmiş motosikletlerden biraz Yunan havası gelmiyor değil.

Ama parkın hemen yanındaki geniş cadde, sanki bir başkenttesiniz gibi hissettiriyor. Sanki Roma’da Navona Meydanındayız.

Diğer taraftaki Asya Sanatları Müzesi binası da bence hiç Yunan tarzı değil.

Bu ada sanki Avrupa’nın göbeğindeymiş gibi hissettiriyor. Ya da biz Ege’deki sıcakkanlı Yunan havasına alışmışız da bize ters geldi. Ama tabi bu hislerimiz Corfu’nun tatsız bir yer olduğu anlamına gelmesin. Sadece alıştığımıza göre değişik.

Güzel binalar, sıcak kafeler ve her köşede yaşanan biraz da lüks bir hayat hissediliyor. Biz artık sakinliği seviyoruz demek ki. Oysa ki gençler güzel kafelerde oturuyorlar.

Ara sokaklarda bolca kilise ile karşılaşıyorsunuz. Ada halkının en azından dindarlık anlamında epey Yunan olduğunu söyleyebiliriz.

Gece çökmeye başlayınca sokaklar daha da renkleniyor ve restoranlar doluyor.

Tipik Akdeniz insanları hava karardıktan sonra gezmeye ve güzel zaman geçirmeye başlıyorlar. Bu adanın güzel yapıları ve ışıklandırmaları da üstüne ayrı bir güzellik katıyor.

Yukarıda bahsettiğimiz büyük parkın arka tarafındaki eski kale pek bir manzara sunmasa da kapılarının birinden içerisi güzel görünüyordu. Kaleyi gezmek için bilet alıp gündüz gelmedik açıkçası.

Sabah olunca denize girmek için yola düştük. Biraz kuzeye çıktığımızda buranın geniş ve ünlü kumsalı Ipsos’a vardık. Uzun bir plaj ve deniz de çok güzel görünüyordu.

Ancak biz keşfetmeye devam etmeliydik ve henüz adanın batısına geçmemiştik. O nedenle dağların arasından batıdaki Paleokastritsa bölgesine geçtik. Bu tarafın daha sakin olmasını beklerken oldukça kalabalık ve sahili tesislerle dolu sıkışık bir yerle karşılaştık. Az sonra kalabalık biter, sakin yerler başlar diye diye tekrar dağa tırmanmışız. En azından şu güzel manzarayı görmüş olduk diyerek geriye döndük.

Dönüşte haritadan gözümüze kestirdiğimiz Glyko plajına giden yolu zar zor bulup park ettik. Neredeyse son park yerine bırakmıştık. Dik bir yamaçta ve sık ormanın içinde olan yol üzerinde manevra yapmak da epey zorlu ve sıkışık. Keyifli bir plaj.

Burada yediğimiz gyrosların (döner) tadı hala damağımızda. Akşama kadar kumda oynayıp denize girdikten sonra otele döndük. Ertesi sabah dönüşe geçeceğimiz için feribot saatlerini kontrol ettik ve sabah tam saatinde Corfu merkez limanından feribotumuza bindik.

Yaklaşık bir buçuk saat sürecek olan seyahatimiz limandan çıktıktan sonra Corfu’nun eski kalesine el sallayarak başladı.

Igoumenitsa sonrası Egnatia Odos otoyolundan dönüş. Bu keyifli keşfin de sonuna gelmiş olduk.

Gürkan, Haziran 2019

Meteora

Yukarıdaki fotoğrafta yüksek dağlar ve vadi haricinde dikkatinizi çeken bir yapı var mı? Muhtemelen ortanın hafif sağında bir manastır olduğunu görmüşsünüzdür. Ancak Meteora’ya giderseniz, bu fotoğrafta tam 4 tane manastır olduğunu öğrenirsiniz. Nerede bu Meteora? Neredeyse Yunanistan’ın ortasında.

UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde bulunan bu bölgede dağların tepesine kurulmuş manastırlar bulunuyor ve hepsi de halen kullanılıyor. Kalambaka kentinin yakınındaki Meteora’ya gitmek için Yunanistan’ı baştan başa geçen Egnatia Odos otoyolundan çıkınca, coğrafyanın yavaştan değiştiğini görmeye başlıyorsunuz.

Bu kayaların bazı kısımlarının oyulmuş olmasının, şuradaki yazımızda anlatmış olduğumuz Kapadokya‘da gördüğümüz yapıya benzeyen bir form yaratacağını ufaktan hissediyorsunuz. Kalambaka kent merkezine geldiğinizde yanı başınızda duran dev kayalık da göreceklerinizin tanıtımı gibi.

Kalambaka, pek kalabalık olmayan sakin bir kent. Konaklama için ufak tefek oteller bulunuyor.

Meteora’ya giderken içinden geçeceğiniz Kastraki köyünde ise daha çok butik oteller var. Kastraki’yi geçer geçmez, Meteora’nın ihtişamı ile karşılaşmaya başlıyorsunuz ve hemen ilk manastır olan St. Nicholas’ın altından geçiyorsunuz.

İlk bakışta epey etkiliyor ama az ileride Rousanou Manastırı’nın önünden karşı tepenin üstündeki Varlaam Manastırı’nı görünce henüz yeni başladığınızı anlıyorsunuz.

Gerçekten çok değişik bir coğrafya. Manastırlar kadar manzara da etkileyici olduğundan döne döne çıkınca ulaşılan ve rahatça park edilebilen iki de manzara izleme noktası yapmışlar. İlk noktadan sola doğru tepenin ardında aşağıda Kalambaka kenti görünüyor.

Ancak asıl güzellik karşıya bakıldığında önünüzde duruyor. Dağların tepesinde 4 farklı manastırı bir arada görebiliyorsunuz.

Biraz daha ilerideki ikinci manzara noktasında yine müthiş bir manzara var, burası Kalambaka’ya daha hakim sanki. Söylendiğine göre karşıdaki tepelerin bazılarının üstlerinde de eskiden manastırlar varmış.

Bu noktadan manastırlar dizisinin sondan ikincisi olan St.Stephen Manastırı da çok güzel görünüyor.

Meteora’daki ilk günümüzde etrafı dolanıp nerede ne olduğunu anladıktan sonra kente inip güzel bir akşam yemeği yedik. Bölgenin adını almış olan Restaurant Meteora, bol şişeli dekorasyonu ile ilgi çekici bir yer. Yiyecekler de oldukça lezzetli.

Ertesi sabah tekrar Meteora’ya çıktık ve manastırlarlardan birini gezmeye karar verdik. Manastırlardan her biri haftanın en az bir günü ziyarete kapalı. Önce en büyük manastır olan Great Meteoron’a gittik. Kocaman bir vadinin karşısında tüm tepeyi kaplayan adı gibi büyük bir manastır.

Ama kapalı olduğu güne denk gelmişiz. Biz de hemen karşısındaki Varlaam Manastırı’na gitmeye karar verdik. Great Meteoron’un önünden Varlaam’ın görünüşü şöyle.

Manastırın girişindeki tepenin etrafını dolanıyorsunuz. Peşinde derin bir vadinin üstünden küçük bir köprüyle geçip merdivenlere varıyorsunuz. Aşağıdaki fotoğrafta ileride merdivenler de görünüyor.

Giriş ücretini ödedikten sonra kadınların kutsal mekana saygı adına örtünebilmeleri için bırakılmış örtülerden dileyen alıyor.

Tepedeki manastırın orta boy bir avlusu ve küçük bir kilisesi var. Kilisenin çok bir özelliği yok ama yine de güzel.

Her manastırın girişi ve rahiplerin ve erzakların ulaşması için yapılmış özel yöntemleri varmış, Varlaam’ın da bir çıkrık sistemiyle rahipleri kaldıran bir mekanizması bulunuyormuş. Bir de kocaman 12 tonluk şarap fıçısı varmış. İlginç ama çok bir numarası yok açıkçası.

Görüldüğü gibi manastırın içinin de en etkileyici yanı manzarası. Hem diğer manastırların hem de derin vadinin görüntüsü çok güzel. Aşağıdaki fotoğrafta yazının başında önünden Varlaam’ı görüntülediğimiz Rousanau Manastırı’nın bu sefer Varlaam’dan görünüşü var.

Meteora bir günde bile görülüp geçilebilecek bir bölge. Ancak biraz sapada kaldığından geçerken bir gece konaklayıp akşam ve sabah dolaşılması daha pratik. Biz iki gece kaldık ve doya doya gezip gördük. Hatta sonradan motosikletlerle yaptığımız turda sadece bir gece kalarak hem bölgeyi görebildik hem de yolda konaklamış olduk.

Meteora Selanik’ten günü birlik gidilip gelinecek bir mesafede veya bizim gibi Igoumenitsa’ya giderken yolda uğranabilecek pozisyonda bir yer. Buralara yolunuz düşerse muhakkak uğrayın.

Gürkan, Haziran 2019

Aydos Ormanı

Hafta sonu gelince, hele bir de hava güneşli olunca nereye gitsek diye düşünüp duruyoruz. Bu sefer bugüne kadar nedense gitmediğimiz Aydos Ormanı’na gitmeye karar verdik. Sizin de bu güzel yerden haberiniz olsun diye de anlatalım istedik.

Aydos Ormanı, Anadolu yakasında Kartal’ın yukarısındaki Uğur Mumcu mahallesi ile Sultanbeyli arasında bulunuyor. Doğuda Kurtköy’e kadar da uzanıyor. Aşağıda gördüğünüz gibi şehrin göbeğinde yer alıyor.

Ormanın hem Uğur Mumcu’nun üzerinden geçen Yakacık caddesinden hem de Sultanbeyli tarafından girişi var. Yukarıdaki haritada da görülen göl kenarına gitmek için Sultanbeyli girişi daha yakın ama orman içindeki yollar iyi durumda olduğundan çok da farketmez. Orman alanına giriş ücretli. 2017 yılı ücret tablosu aşağıdaki gibi. Biz şubat 2018’de gittik ama tablo hala geçerliydi.

2018 Ekim’de tekrar gittik ve eskinin üzerine yeni liste asıldığını gördük. Yeni fiyatlar aşağıdaki gibi olmuş.

Görüldüğü gibi pek de ucuz sayılmaz. Ancak içerisi çok büyük ve kalabalık zamanında bile sakin bir köşe bulunabilir olduğunu tahmin ediyoruz. Biz 5 numaralı kapıdan girdik. Girdikten sonra karşıdaki tepe korkutucu ama asfalt yol sola kıvrılıyor. Her köşede “Göle Gider” tabelaları bulunduğundan kaybolmak zor.

Buradan itibaren piknik alanları başlıyor. Biz göle gideceğiz dediğimiz için 17 lira ödeyip fiş almıştık. Girişteki görevli fişi kaybetmeyin, yukarıda sorarlar dedi, gerçekten de sordular. Tahminim girişteki piknik alanlarına gelenlerden bu bedeli almıyorlar. Ya da yanılıyorum, denemedim, yanlış söylemiş de olabilirim. Öyle ya da böyle, biraz ilerleyince yolumuzu bir keçi sürüsü kesti.

Şehirden daha 5 dakika bile uzaklaşmadan keçilerle karşılaşmak insana uzaklara gitmiş gibi hissettiriyor. Neredeyse sırf bunun için gitmeye değer. Yukarıda bahsettiğim gibi yol asfalt ve bir miktar çukurlu olsa da oldukça rahat. Biraz daha ilerleyince büyük bir açıklığa çıkılıyor.

Aramızda bu açıklığın yazın mangal dumanıyla kaplı olma ihtimali çok yüksek derken sağda solda piknik yapanları farkettik.

Fotoğraflardan anlaşıldığı gibi orman çok büyük. Ağaçların arasına geleneksel ahşap piknik masalarından yerleştirilmiş. Piknikçiler bazılarını bir araya getirmişler bazıları ise uzak aralıklarda duruyorlar. Bu masaların kullanımı ücretsiz.

Biz gittiğimizde neredeyse hepsi boştu ama yazın boş masa bulunacağını tahmin etmiyoruz. Diğer yandan ağaçların arasına araçlar rahatça girebildiğinden, masanın yanına arabasını çekenler de bulunuyordu. Biz göl tabelalarını takip edip meydandan sağa döndük ve az ileride göl ile karşılaştık.

Bu yokuştan aşağıya inen araçlar vardı ama biz cesaret edemedik ve sağa dönüp parkettik. Zaten o tarafta bir tesis varmış.

Tipik uyarı levhaları arasından göle doğru indiğinizde göl kenarında küçük bir otopark bulunuyor. Ama bizce yazın buralar hep araba dolar, trafik olur.

Sağdaki tesis genişçe bir restoran. Et yemek isterseniz deneyebilirsiniz. Sadece çay içmek isteyenlere de hizmet veriyorlar gibi görünüyordu. Yolun aşağısına indiğinizde göle varmış oluyorsunuz.

Buranın aktivitesi ise göldeki ördeklerin fotoğrafını çekmek, etrafta dolaşan horozlara bakmak ve zamanınız varsa deniz bisikleti ile gölde dolaşmak. Yarım saati 20 lira, bir saati 30 lira.

Yok ben göl kenarında yürüyüş yaparım diyorsanız maalesef bu tarafta bu pek mümkün değil. Karşı kıyıda bir yürüyüş yolu var gibiydi ama biz o tarafa geçişi bulamadık. Bu tarafta ise göl kenarı mangal masaları ile dolu.

Masaların arasından yürünebilir tabi ama zemin bir parkur gibi değil. Buraya kadar gelip de bir semaver çay içeriz diyenler için de fiyat listesini paylaşalım, belki gelirken termosta çay getirirler.

Göl kenarında biraz turladıktan sonra yukarıdaki açık alana tekrar geri döndük ve gözümüze kestirdiğimiz bir aralıktan ormana daldık.

Ne de olsa orman. İnsana huzur veren kokusu, bol oksijeni, çiğ düşmüş otları ile keyif dolu. Uzaktan TEM bağlantı yolunun gürültüsü de gelmese çok daha güzel olacak ama bu da oldukça yeterli. İlerledikçe yol da daralıp iyice patika haline geliyor.

Arazi aracı ile bu yollardan epey dolaşılabileceğini tahmin ediyoruz. Zaten sanki birileri sık sık geçiyormuş gibi görülüyor. Bu bol oksijenli yürüyüşten sonra arabamıza binip geriye döndük. Sultanbeyli tarafındaki kapıya da baktık ama bize ters olduğu için yine Uğur Mumcu tarafına döndük. Meğerse bizim girdiğimiz kapıdan daha geride dördüncü, üçüncü, ikinci ve birinci girişler bulunuyormuş. O tarafa giden yol üzerinde eğlence parkı niyetine yerleştirilmiş bir gondol vardı.

Daha da ilerlediğimizde bir de macera parkı ile karşılaştık. Muhtemelen yazın açılan bu parkın içinde ağaç tepelerinde cambazlık yaparak yürünen ve başka bazı zorluklara sahip parkurlar bulunuyordu. Güzel bir havada keyifli zaman geçirilebilir gibi görünüyordu.

Kısacası, üç saat kadar zaman geçirdiğimiz Aydos Ormanı’nın muhtemelen sadece bir kısmını görebildik. Haritada da görüldüğü gibi çok büyük bir alana yayılan bu güzel ormanın şehirin içinde yaşamaya devam etmesini umarak ayrıldık. Havalar ısınınca tekrar geleceğimizden eminiz.

Gürkan, Şubat 2018

Sakız Adası

Bu yazı 2015 yılında yazıldı. 2016’da yine gittik, bir kaç revizyon yaptık. 2017’de yine gittik, yine revize ettik ve bazı eklemeler yaptık. Her yıl her noktaya tekrar gitmesek de aşağıda okuyacağınız yazı oldukça günceldir.

Yaz tatilimizi planlamaya başladığımızda haziran ayına gelmiştik bile. Barselona seyahatimizde 3 aylık vize aldığımız için geçen yıl Samos (Sisam)‘a gittiğimiz gibi yine bir Yunan adasına gitmeyi düşündük. Kendi arabamızla gidebileceğimiz bir ada olduğu için Sakız Adası’na gitmeye karar verdik. Çok da memnun kaldık.

Yurtdışına, hatta bir Yunan adasına arabayla gitmeyi de ilk kez tecrübe ettiğimiz 10 günlük bu seyahatte neler yaptık, nerede kaldık, nerelerde denize girdik, nerelerde ne yedik tüm detayları bu yazıda bulabilirsiniz. Aşağıdaki konu başlıklarına tıklayarak ilginizi çeken kısıma hızlıca gidebilirsiniz.

Arabayla Adaya Gidiş

Sakız’a gidip istediğimiz gibi bir tatil yapmak için önce arabamızı nasıl götüreceğimizi bulmamız gerekiyordu. Araba kiralamak da mümkündü tabi ama uzun kalacağımız için hem daha pahalıya gelecekti hem de serbest gezmemizi sağlayacak plaj malzemelerimizi yanımıza alamayacaktık. Yine de arabayla gitmeyip de kiralamak isteyenler şuradaki siteden en uygun firmayı bulabilirler.

Seyahat tarihlerimize karar verdikten sonra Çeşme’den Sakız’a feribot seferi yapan iki firmayı bulduk, Ertürk Lines ve Ege Birlik. 2015 yazında Ege Birlik sabah 9:20’de Sakız’a gidip 18:00’de Çeşme’ye geri dönüyordu. Ertürk ise sabah 9:30 ve akşam 19:00’da gidip 8:00 ve 18:00’de dönen iki sefer yapıyordu. Her ikisi de araç için gidiş-dönüş 90 € istiyordu. (güncelleme: Artık Sakız’a Turyol ile de gidebilirsiniz, fiyatı da 70 €, Ege Birlik de artık gitmiyor) Biz İstanbul’dan sabah 8:00 gibi çıkıp akşam 17:00 civarı Çeşme’ye rahat rahat varabileceğimizi bildiğimizden Ertürk’ün akşam 19:00 seferi ile gitmeye karar verdik. Dönüşümüzde de Çeşme’ye akşam varıp aynı gece yola çıkmak istemediğimizden sabah 8:00 seferi ile döndük.  Bu şekilde adada iki gece fazla konakladık ama hem konaklama Çeşme’den daha ucuza geldi, hem de Sakız’da iki akşam fazla geçirmiş olduk. Kişi başı gidiş-dönüş için de 26 € ödedik. Araç bilet bedeline şöför dahil değil yani. İnternetten online bilet aldık, hiç sorun yaşamadık. Hatta eğer erken geri dönmek isterseniz ve feribotta yer varsa telefon açarak bedelsiz bilet değişimi bile yapabiliyorsunuz.

Arabayla yurtdışına daha önce çıkmamıştık. Ne tip evraklar gerekiyor ve gümrükte neler oluyor öğrenmek için internette epey dolaştık. Yunanistan’a arabayla gitmek hakkında en çok bilgi İpsala sınır kapısı ile ilgili ve orada uluslararası ehliyet istiyorlarmış. Bu ehliyet yaklaşık 450 TL masrafa yol açtığından öncelikle gerekliliğini araştırdık. Doğrusunu kaynağından öğrenmek için Ertürk’ün çağrı merkezini arayıp sorduk ve Sakız Adası’na girişte bu ehliyetin sorulmadığını öğrendik. Yeni ehliyetlerden almışsanız zaten uluslararası geçerliliği var.

Yunanistan gümrüğünde muhakkak sorulan bir belge olan, arabanız ile yurtdışında üçüncü şahıslara karşı vereceğiniz zararı sigorta etmeniz için hazırlanan ve Yeşil Sigorta, Yeşil Kart gibi isimlerle anılan uluslararası sigortayı mevcut sigorta şirketinize kolayca yaptırabiliyorsunuz. Turing Kurumu’nun yeşil sigorta ücretlerini açıkladığı sayfasında farklı geçerlilik süreleri için bir liste bulunuyor.

Arabanızın ruhsatı adınıza kayıtlıysa başka bir evrağa ihtiyacınız yok. Sahibi olduğunuz şirketiniz adına kayıtlıysa imza sirkülerinizi yanınıza almanız gerekiyor. Çalıştığınız şirketin üzerine kayıtlıysa şirket imza yetkilisinden noterden aracın plakasına özel hazırlanmış yurtdışına çıkarabilme vekaleti almanız gerekiyor. Kiralık araç için kiralayan şirketten noter onaylı izin belgesi gerekiyor. Hepsi bu kadar. Bize ehliyet bile soran olmadı, o kadar yani.

Feribotlar Çeşme’de Ulusoy Limanı’ndan kalkıyor. Otoyoldan çıkıp Çeşme’ye girdiğimizde limana doğru giderken sağda Ertürk’ün ofisini gördük. Tabelasında Check-in yazdığı için durduk.

Çeşme Ertürk Lines

Buradan kendimiz için gidiş ve dönüş biniş kartlarımızı aldık ama arabanın biniş kartını limandan almak gerekiyormuş. 19:00 feribotu için 18:00 gibi limanda olmak yeterli dediler ama biz yine de önce limanı bulalım diye gittik. Zaten liman da yaklaşık 800 m. ileride. Liman girişinde Ertürk’ün bir check-in kulübesi bulunuyor. Direk buraya gelsek daha iyiymiş, arabaya gidiş-dönüş biniş kartlarını buradan aldık. Saat 17:00 gibi arabayı limanın araç giriş kapısına yanaştırdık. Bu kapıdan sadece araç ile şöför giriş yapabiliyor. Yolcuların liman terminal binasından girmesi gerekiyor. Kapıda biniş kartlarına baktılar ve aracı terminal binasının arkasına yönlendirdiler. Evrak soran olmuyor burada.

Terminal binasının arkasına arabayı park edip içeriye girdiğimde pasaport bankolarının arkasında kaldığımı farkettim. Gümrük memurlarına aracım olduğunu söylediğimde önce bankoların diğer tarafına geçip pasaport çıkışını yapmamı söylediler. Bu arada, yurtdışı çıkış pulu terminalde satılıyor, aklınızda olsun. Çıkışı yaptıktan sonra arabayı X-Ray’den geçirmemi söyleyip beni arabayla limanın uzak bir köşesine gönderdiler.

Çeşme Limanı araba x-ray tarama

Burada arabayı bir platformun üstüne çıkarıyorsunuz ve üzerinde x-ray ekipmanı olan kamyon otomatik bir şekilde geriye ve ileriye giderek aracın röntgenini çekiyor. Bizim bagajda 3 koli küçük su bulunduğundan röntgen sonrası bir de bagajı açıp çok miktarda sıvının ne olduğuna baktılar, su olduğunu anlayınca sorun çıkmadı. Memurlar çok nazikler ve çok yardımseverler. Röntgen sonrası tekrar terminal binasına dönüp, memurlara ruhsat ve pasaportumu verdim. Sisteme plakayı, nereye gittiğimi, aracın şase numarasını, noter vekalet numarasını işlediler. Şase numarasını dikkatli kontrol etmek lazımmış, dönüşte bunu iyi kontrol ediyorlar. Bu işlem de bitince artık her şey tamamlanmış oldu ve arabayı limanda Ertürk gemisinin yanaştığı yere çektim.

Çeşme limanı feribot

O sırada feribot karşıdan gelmişti, fotoğrafta biraz kalabalık görünüyor ama aslında gayet sakin bir liman. Gerçi dönüşte biraz kalabalığa denk geldik ama onu sonra anlatacağız. Yazının en sonunda Türkiye’ye dönüş detaylarını da bulabilirsiniz.

Bir not daha düşeyim, giderken Duty Free’den fazla alışveriş yapmamak lazım, karşı tarafta gümrük girişinde sıkıntı çıkabiliyormuş, feribot görevlileri yolda uyardılar.

Feribota önce yolcuları alıp sonra arabaları alıyorlar. Görevliler sayısına ve tiplerine göre araçları sırayla feribota alıyorlar. Küçük bir feribot ama sorduğumda 14 araca kadar taşıyabildiğini öğrendim. Biz giderken sadece 3 araba olduğundan rahat rahat araçları yerleştirdik ve yola çıktık.

Ertürk feribotu araba

2017 yazında Turyol ile gidip geldik, feribot kocaman, aşağıda gördüğünüz gibi koskoca gemide rahat rahat gidip geldik.

45 dakika süren yolculuk sonrası Sakız limanına girdik. Açıkcası limana girişte çok etkileyici bir kentle karşılaşmıyorsunuz, tipik bir Ege kasabası. Ama bizimkiler gibi kocaman binaların, yüksek otellerin olmadığı sakin bir kent.

Sakiz Limanı

Feribot gümrük binasının önüne yanaşıyor. Önce arabaları indirip park ettiriyorlar. Sonra yolcular iniyor. Pasaport kontrolü sonrası bankoların hemen arkasında araçların kaydını yapan bir gümrük memuru gerekli evraklara bakıyor. Plakayı, şöförün pasaportunu ve bilgilerini bilgisayara işliyor. Tüm araçların girişi yapıldıktan sonra araçların başına gidiliyor ve bagaja, arka koltuğa vs bakılıyor. Bizim aracımıza neredeyse hiç bakmadılar ama feribot personeli bazen çok sıkı kontrol yapıldığını söyledi. Kontrol bitince kapı açılıyor ve arabanızla Sakız adasında olmanın keyfini yaşamaya başlıyorsunuz. Gümrükten çıkınca hemen soldaki ücretsiz otoparkta genelde boş yer oluyor. Merkeze geldiğinizde buraya park edebilirsiniz, hem de belki o sırada yunan adaları arasında seyahat eden dev feribotu yakından görebilirsiniz.

Sakiz-Liman-2

Otopark demişken, adada her gittiğimiz yerde rahatça park yeri bulduk ve hiç ücret ödemedik.  Merkezde bir kaç ufak ücretli park yeri gördükse de hiç ihtiyacımız olmadı. Aklınızda bulunsun. Sakız merkezi ise uzun bir kordondan oluşuyor. Kent dağa doğru tırmanıyorsa da hayat sahilde. Sıra sıra kafeler ve restoranlar akşamları çok kalabalık oluyor.

Sakiz-Liman-3

Konaklama

Geçen yıl Samos‘ta konakladığımız yerlerde yaşadığımız en büyük sıkıntı kahvaltıydı. Oda-kahvaltı konaklama yapmak çok pratik, sabah kahvaltıyla uğraşmıyorsunuz ama otellerin verdikleri kahvaltılar hiç bize göre değil. Bir iki gün dayanıp sonra marketten peynir ve bize uygun sallama çay alıp kahvaltıya indirmek zorunda kalmıştık. Kahvaltı yapmayı da çok sevdiğimizden bu sefer kahvaltı dahil olmayan ama odasında mutfak bulunan otellerde kalmayı denemek istedik. İyi ki de öyle yapmışız, çok rahat ettik, her sabah uzun uzun aşağıda gördüğünüz kahvaltıyı yaparak güne başladık.

Kahvaltı

Giderken yanımızda sadece tuzluk, biberlik ve siyah zeytin götürdüğümüzü söyleyeyim. Bizim zeytinlerden orada yok diye mecbur götürdük, diğerleri ise pratik olsun diye. Kaldığımız 3 tesiste de tam teşekküllü mutfaklar bulunmaktaydı, istesek yemek bile yapabilirdik, gerçekten çok rahat ettik, hem de balkonumuzda istediğimiz kadar oturarak lezzetli kahvaltımızı yaptık.

Gelelim kaldığımız yerlere. Sakız’da 3 ayrı yerde kaldık. Aslında rezervasyon sıramız buna sebep oldu. Şöyle ki, önce beğendiğimiz bir otele 3 gece rezervasyon yaptık. Sonra çok güzel olduğunu anlayıp uzatmak istedik ama dolmuştu. Mecburen başka bir otele 7 gece rezervasyon yaptık. Son anda da İstanbul’dan gelip Çeşme’de bir gece kalmanın akşamdan Sakız’a geçip bir gece kalmaktan daha pahalı olduğunu farkedince ilk gecemiz için de başka bir yere rezervasyon yaptık. Bu nedenle 3 ayrı yer oldu.

İlk gecemizi Agia Fotinis’te Ilioxenia adlı tesiste geçirdik. Agia Fotinis Sakız merkezinden 10-12 km kadar güneyde, doğu sahilinde yer alıyor. Sakin ve küçük bir köy, bir bakkalı ve 2-3 tavernası var. Köyün girişinde geniş bir otopark var, otelin önüne araba bırakılamıyor ama otopark 100 m. mesafede. Bu tesiste iki kişi bir gece konaklama için 37 € ödedik. Otel çok rahattı, geniş bir odası vardı, odanın koridorla geçilen arka kısmında kocaman bir mutfak, bir divan ve banyo bulunuyordu. Yüksek tavanlı ve büyük dolaplıydı. Bahçe katıydı ve önünde kocaman bir balkon bulunuyordu. Çok rahat ettik, burada daha uzun kalınırmış dedik ve ayrıldık. Denize de giremedik ama plajın resmini çektik. Plajları ileride anlatacağız ama burayı kısaca anlatıp geçeyim, şemsiye ve şezlong bulunan ender plajlardan ve sahili çakıl.

Agia Fotinis

Sonraki üç gecemizi Karfas’ta bulunan Sideratos Apartments adlı tesiste geçirdik. Karfas, Sakız adasının merkezden sonra en turistik ve en çok tesisin bulunduğu yeri. Merkezden 4-5 km kadar güneyde bulunuyor. Ulaşımı en kolay bölge burası. Adadaki büyük süpermarketler çok yakında, bol taverna ve bakkal hatta bir de taze ekmek yapan fırını var. Keşke baştan tüm tatilimizi burada geçirecek şekilde ayarlasaydık diye düşündüğümüz muhteşem bir yer. Çok modern tasarlanmış odası, büyük ve tam teşekküllü mutfağı, kocaman banyosu, plaj havluları ve aşağıda gördüğünüz müthiş balkonuyla en rahat ettiğimiz yer burası oldu.

Sideratos Karfas

Buraya iki kişi gecelik 75 € ödedik. Neredeyse odanın önüne arabamızı park edebiliyorduk ve akşamları Karfas merkezine kısa bir yürüyüş yapıyorduk. Otelin önündeki Karfas plajı adanın en kalabalık ve en çok sevilen plajı, ileride plajlarda ayrıca anlatacağız. Geceleri Türkiye tarafından yükselen ay’ın denize vuran yansıması da odanın en güzel hatıralarından biri oldu bizim için. Burayı o kadar çok sevdik ki 2016’da ve 2017’de yine kaldık.

Sideratos Karfas

Sonraki yedi gecemizi ise Agia Ermioni bölgesindeki Maria Rooms isimli tesiste geçirdik. Agia Ermioni Karfas’tan iki kilometre daha güneyde, sahilin devamında. Sabahları Karfas’a ekmek almaya gelecek kadar yakın yani. Sessiz sakin, genelde adanın yerlilerinin yazlıklarıyla dolu, iki tavernası ve güzel bir balıkçı barınağı olan hoş bir köy. Araba olduktan sonra ulaşımı Karfas ile aynı sayılır. Buradaki odamız da çok rahattı. Sideratos’tan sonra biraz küçük geldi ama çok rahat ettik. Gecelik 40 € ödedik. Tesisin sahibi Maria bizi rahat ettirmek için elinden geleni yaptı, çok da rahat ettik. Otopark tesisin önündeydi, Türkiye’ye karşı olan balkonumuzdan sabah ve akşam güzel manzaramız aşağıdaki gibiydi.

Villa Maria

2016’da gittiğimizde Karfas’ta Sideratos‘ta, 2017’de ise Sideratos‘ta ve Oceania Hotel‘de kaldık. Oceania Hotel deniz kenarı değil ancak ikinci sırada. Yukarıdan denizi gördüğünüz gibi geniş ve sessiz odalarından çok memnun kaldık. Oda için 63 € ödedik ama iki odası ve bir mutfağı olan kocaman bir daireydi, ayrıca her gün temizlenmesi bizi çok memnun etti. Banyodaki duşun dar olması haricinde bir eksiği de yoktu. Tavsiye ederiz.

 

Plajlar

Sakız adasında liman hariç denize giremeyeceğiniz yer yok. Tüm plajlar halka açık ve ücretsiz. Eğer şezlong ve şemsiye isterseniz ücret ödemeniz gerekiyor. Genelde deniz kenarındaki tavernalar önlerindeki plaja şezlong koymuşlar ve bir frappe bile içseniz sizden para almıyorlar. Frappe 2,5 €. İki kişiyseniz 5 €’ya iki kahve içip akşama kadar da şezlongu kullanabilirsiniz. Bizim arabayla gitmemizin temel sebeplerinden biri de deniz kenarında kullandığımız malzemelerimizi yanımızda götürebilmekti. Uzun uzun anlatmaktansa aşağıdaki resimde neyden bahsettiğimi göstereyim.

Vroulidia

Yanımızda bu malzemeler olduğundan bir yer hariç şezlong kullanmadık. Aslında şezlong ve şemsiye de çok az plajda var, iyi ki arabayla gelmişiz. Aşağıda gittiğimiz ve gördüğümüz plajları teker teker anlatalım.

Mavra Volia

Adanın en ünlü plajı. Volkanik taşlardan oluştuğu söyleniyor ve iri siyah taşlardan oluşmuş olduğundan oldukça değişik görünüyor. Rüzgar doğudan estiğinde deniz biraz dalgalı oluyor ama pırıl pırıl ve çabuk derinleşiyor. Plaj ayakkabısı gerekiyor. Bir kafe var, frappe, sandviç, dondurma ve su gibi temel ihtiyaçları bulabilirsiniz. Fiyatlar uygun. Şezlong veya şemsiye yok ama üst taraftaki ağaçların gölgesinde oturulabiliyor. Plajın sağ tarafında Turkcell ve Vodafone çekiyor.

Mavra Volia-1

Plajın sağında bulunan küçük tepeden yürüyerek bir sağdaki koya da geçebilirsiniz. Orası daha sakin.

Mavra Volia

Plajın girişinde aracınızı park edebileceğiniz ücretsiz park yeri mevcut. Buraya gitmek için Pirgi köyüne bir kilometre kala soldan yolu ayırılan Emborios köyüne gelmeniz gerekiyor. Bu küçük köyde iki üç tane taverna var.

Emborios

Emborios’a vardıktan sonra yola devam ettiğinizde yolun bittiği nokta Mavra Volia plajı.

Vroulidia

Emborios köyüne gelmeden az önce sağa doğru aşağıdaki tabelayı göreceksiniz.

Vroulidia-4

Dotia Tower yazan bu tabeladan sağa ayrıldığınızda adanın en güneyine doğru gitmeye başlıyorsunuz. Yolun üstündeki köyün sakız ağaçları arasından devam ediyorsunuz.

Sakız agaci

Adanın güneyinde bolca sakız ağacı var ama bizce en güzel bahçeler burada. Yolun sonuna vardığınızda bir yamaca varıyorsunuz. Kıvrılarak denize doğru inen beton yolun sonunda bir otopark ve aşağıdaki manzarayla karşılaşıyorsunuz.

Vroulidia

Soldaki burunun ucu Sakız adasının en güney noktası. Arabayı bıraktığınız nokta denizden yaklaşık 30 metre yüksekte olduğundan, rahat ve geniş bir merdiveni kullanarak sahile inmeniz gerekiyor. Ama buna değeceğine emin olabilirsiniz.

Vroulidia

Aşağıya indikçe denizin güzelliği daha çok anlaşılıyor. Sahil ince taşlı, neredeyse kum. Plajda ne bir tesis var ne de gölge. Her şeyiniz yanınızda olmalı yoksa denize girip geri dönmeniz gerekebilir. Deniz biraz serin ama pırıl pırıl, kayalıklar şnorkel için orta canlılıkta. Sessiz, sakin, genelde yerli halkın denize girdiği muhteşem bir yer. Isıran kara sineklerin bol olması bizi epey rahatsız etse de, genel olarak çok güzel bir yer.

Komi

Pirgi yolunda seramikçilerin olduğu Armolia köyünü geçince sola dönerek gidilen küçük bir sahil köyü. Köyün girişindeki kocaman ücretsiz otoparklara arabanızı bırakıp 50 metre uzaktaki sahile indiğinizde yan yana 3-4 tane tesisle karşılaşıyorsunuz.

Komi Sakız

Sakız adasının en teşkilatlı plajlarından birisi burası. Yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi burada da şezlonglar ücretsiz, yeter ki bir şeyler yiyip için. Komi’nin merkezindeki plajlar epey kalabalık olsa da, biraz sol taraftaki Karavela tavernanın önü daha sessiz ve konforlu.

Komi sakız karavela

Karavela tavernada frappe 2,5 €. Yani her yer gibi burası da normal fiyatlarda. Burada öğlen ve akşam yemek de yiyerek tek noktada günü bitirebilirsiniz, yemekleri gerçekten çok lezzetli.

Komi-1

Plaj ince kum, denize giriş rahat, derin ama çok çabuk derinleşmiyor ve diğer plajlara göre ılık bir suyu var. Burada daha çok aileler denize giriyor, her evin önünde plaja sabitlenmiş bir şemsiye ve dibine bağlanmış şezlonglar mevcut.

Komi-2

Komi’ye üç farklı günde gittik ve adadaki en sevdiğimiz yerlerden biri oldu. Özellikle akşam üstü adanın yerel birası olan Fresh Chios Beer eşliğinde dinlenmek çok keyifliydi.

Fresh chios beer

Turkcell çok sabit olmasa da çekiyordu ve iş görüyordu. Bir pazar günümüzü de burada geçirdik ve köy merkezindeki tesislerde olmadığımıza sevindik çünkü o kadar uzaktan müzik sesi bize kadar geliyordu. Akşam dönüşte o tarafa doğru yürüdük ve gördük ki pazar akşamları buradaki mekanlarda yüksek sesli partiler yapılıyormuş.

Sakız Komi plaj partisi

Agia Dinami

Pirgi’yi geçtikten sonra Olymbi tabelasından sağa döner dönmez, U dönüşle sola dönüp yolun altından geçerek Olymbi Cave yazısını takip edin. Mağarayı geçtikten az sonra Agia Dinami’ye geldiğinizi anlayacaksınız.

Agia Dinami

Plaj ve deniz kum, şezlong ve şemsiye yok, ağaçların altı müsait, çabuk derinleşmeyen rahat bir koy. Sağdaki kayaların üstünden yürüyerek bir sağdaki koya da gidebilirsiniz ama yol zahmetli ve orada ağaç yok. Biz o tarafa yüzerek gittik, ilk koy rüzgarlıyken o taraf sakindi. Tesis yok, sadece güzel deniz var.

Salagona

Burayı bilen ve anlatan görmedik, sanki biz keşfetmişiz gibi hissediyoruz. Agia Dinami’de çok rüzgar olunca, rüzgara ters yöne bakan karşı dağdaki yere biraz zahmetle de olsa vardık. Olymbi’ye girmeden Mesta’ya doğru devam ederken Salagona tabelasından sola döndük.

Salagona

Yol asfalt başlıyor ama az ileride tek şeritli toprak bir yol oluyor. Geri dönsek mi dönmesek mi derken şu aşağıdaki manzarayla karşılaşınca doğru yolda olduğumuzu anladık. Toprak yolumuz da kenarda görünüyor, hatta solda ileride görünen koy da Agia Dinami.

Salagona

Aşağıya inince önce sol taraftaki koya geliyorsunuz. Burası çok güzel bir yer, sanki inşa halinde bir tesis de var ama daha da bozulan toprak yola devam edince sağdaki koya kadar gidilebiliyor. Soldaki yarım tesisli koy aşağıda.

Salagona

Aslında burada denize girebilirdik ama meraktan devam edip diğer koya gittik. Biraz da kayalık deniz sevdiğimizden olsa gerek, kimsenin olmadığı çakıl taşlı şu deniz kenarına yerleştik.

Salagona

Toplam dört yatın demirlemiş olduğu bu muhteşem koyda akşama kadar yüzdük ve dinlendik. Gerçekten “kimse” yoktu. Sadece bazen teknelerdekilerin sesleri geliyordu. Sanki bize özel ayırılmış bir yerdi. Deniz serin ama çok soğuk değil, deniz ayakkabısı şart, çabuk derinleşmiyor, kayalıkların dibi canlı, rüzgardan korunaklı, özetle muhteşem bir yer. Yalnız olmayı sevmiyorsanız sevmezsiniz ama belki denize girip geri dönebilirsiniz.

Apothika

Mesta’yı geçince el ile yazılmış küçük bir tabeladan sola dönerek gidilen bir plaj. Yol asfalt ama yarısından sonra bir tarafı uçurum olan tek şerite düşüyor, karşıdan araba geldiğinde biraz korkutucu olabiliyor.

Apothika

Deniz kenarında solda bir balıkçı barınağı, sağda da plaj var. Plajın üstünde bulunan ve plajdan merdivenle, arkadan da arabayla çıkılan bir kafe var. Plaja servis yapıyorlar. Salagona’ya çok benzeyen bir denizi var ama geniş bir koy ve dalgaya daha açık olduğundan su epey soğuk.

Apothika

Tesisin şezlong ve şemsiyeleri var ama oldukça az miktarda. Deniz ayakkabısı gerekli ama olmasa da bir şekilde girilir, ileride görünen siyah kayalığın önünde deniz daha sıcak, şnorkel için pek keyifli değil, burada sörf ve dalış yapılıyormuş ama sanırım biz gittiğimizde çok rüzgarlı olduğundan sörf yapan da yoktu.

Didyma ve Potamoi

Bu iki plajda aşırı rüzgar nedeniyle denize girmedik ama yine de nasıl gidileceğini ve neye benzediklerini söyleyelim. Mesta’yı geçip Port of Mesta’ya devam ediyorsunuz. Paşalimanı da denen bu liman adanın ikinci limanı olarak yapılmış ama pek de çalışıyor gibi görünmüyor. Batı kıyısı buradan başlıyor. Fotoğrafını bile koymaya gerek görmediğimiz bu yerde Ertürk’ün günlük gezi turunun yemek molası vermiş olduğunu görünce biraz şaşırmadık desek de yeridir, sanki adanın en özelliksiz yeri ile anlaşmışlar.

Port of Mesta’dan kuzeye doğru devam ettiğinizde önce solda Didyma’yı görüyorsunuz.

Didyma

Çok güzel görünen bir plaj. Artık batı yakasının sakin ve tesis olmayan plajları başlıyor. Rüzgar sert olduğundan yola devam ederek bir sonraki koy olan Potamoi’yi gördük.

Potamoi

Burası daha geniş ve çok güzel görünüyor. Bu iki plajda da kimsecikler yoktu. Zaten adanın batı sahilleri genelde çok sakin. Girmediğimiz denizlerden bahsetmeyi pek sevmiyoruz ama buralara gelmek epey zaman aldığından en azından merak ettiğinden gelmek isteyenlere küçük bir tüyo vermiş olalım.

Lithi ve Xeropotamos

Potamoi’den sonra yol sahilden devam etmiyor ve batıya devam edip Elata köyünü geçtikten sonra tarihi bir köy olan Vessa’ya geliyorsunuz. Gezecek bir yeri yok ama yolların kesiştiği bir yerde.

Vessa

Bu köyden güneye gidip Armolia’ya yani Pirgi tarafına çıkabilirsiniz. Ya da doğuya giderek zahmetli bir yoldan geçerek dağ köyleri arasından Sakız merkeze gidebilirsiniz. İsterseniz de kuzeye devam edip tekrar batı sahilindeki Lithi’ye çıkabilisiniz. Lithi aslında bir dağ köyü ama sahiline bir balıkçı barınağı yapmışlar, balıkçılarıyla ünlü olmuş. Burada deniz girmedik ama tepeden görünüşü güzel.

Lithi

Lithi sahilini geçince deniz kenarındaki gözetleme kuleleri başlıyor. Stratejik noktalara yerleştirilen bu kuleler eski çağlarda adaya yaklaşan gemileri haber veren gözcüler tarafından kullanılıyormuş. Doğu ve güneydekilerden pek ayakta kalan yok ama batıdakilerin çoğu gayet iyi durumda. Bu kulelerden birisi de Xeropotamos denen yerdeki küçük burunun üstünde.

Xeropotamos

Burunun her iki tarafında da çok güzel iki koy var. Arabayla iniş var, kimse yok, tesis zaten yok. Biz burada da denize girmedik, az ileriye gittik.

Elinda

Bu tarafta gördüğümüz en kalabalık plaj. Geniş bir koy, girişinde arabanın biraz zor geçtiği çakıllı bir yol var. Orada arabayı bırakanlar da var ama devam edince sahile kadar gidilebiliyor.

Elinda

İri taşlardan oluşan bir plaj ve derin bir denizi var. Su soğuk ve berrak. Koya sol taraftan bir dere aktığından olsa gerek, şnorkelle yüzerken en çok balığı burada gördük. Tesis yok, şezlong yok, geniş plajda kalabalık yok. Kıyıda birkaç ağaç var ama pek yeterli değil.

Tigani

Biraz daha ileriye gidince bir başka gözetleme kulasinin dibinde muhteşem bir başka plajla karşılaşıyorsunuz. Burada anlatırken sıralama karıştı tabi ama aslında bizim adada ilk denize girdiğimiz plaj burasıydı.

Tigani

Gerçekten pırıl pırıl bir deniz. Suyu oldukça soğuk, sakin, iri taşlı plajı ve derin denizi olan, kıyıya yakın ağaç bulunmayan ama arabayı ağaç altına bırakabileceğiniz, tesis olmayan bir yer.

Batı tarafında daha yukarıya 2017’de çıktık. Limnos sahili sakin ve güzel ama çok uzak. Sadece denize girmek için bu kadar uzağa gitmeye değmez.

Bu tarafta yediğimiz bir akşam yemeğini ileride anlatacağız ama bu kadar batı sahilinden bahsetmişken, 2012 yılının Ağustos ayında meydana gelen orman yangınının etkisini de gösterelim. Adanın diğer bölgelerinde neredeyse hiç farkedilmiyor ama batı tarafına yangın ciddi zarar vermiş. Uzun süre şu aşağıdaki yanmış ağaçların arasından seyahat ediyorsunuz.

Sakız orman yangını

Nagos

Adanın neredeyse en kuzeyi. Burayı sadece görmeye gittik, akşam üstü olduğundan deniz girmedik ama denizi çok güzel dediler, sadece biraz soğukmuş. Küçücük bir köy Nagos.

Nagos

Sakız merkezden yaklaşık 45 dakikalık bir seyahatle gelinen bu bölge adanın diğer bölgelerinden çok daha yeşil. Yolu çok keyifli ve orman içinden gidiyorsunuz. Diğer bölgelerde böyle sık bir bitki örtüsü yok.

Sakız adası

Glari

Artık doğu kıyısındayız. Eskiden halka açık olan, şimdi ise bir beach klübe dönüşmüş olan küçük bir koy. Doğu tarafını kuzeye bağlayan yolun dağa tırmanmaya başlamadan hemen önceki son noktasında. Merkeze çok uzak değil. Bu tarafa gelmeden önce buradaki tesiste yüksek sesli müzik olduğunu duyduğumuz için aşağıda bahsedeceğimiz Mersinidi’de günümüzü geçirdik, sonra kuzeyi görmeye giderken burayı da gördük. Denize girmedik ama şezlong ve şemsiyesi olan bu tesisin gayet de güzel bir yer olduğunu görmüş olduk.

Glari

Mersinidi

Adanın en güzel denizlerinden birisi. Merkezden 20 dakika kadar kuzeyde, Vrontados’u geçtikten sonra yolun kenarında. Biz geldiğimizde saat bir gibiydi ve plaj aşağıdaki gibi sakindi.

Mersinidi-1

İnce çakıl taşlı ve dar bir plajı var. Kenarda birkaç ağaç var ama şezlong, şemsiye ya da tesis yok. Deniz ayakkabısı şart değil ama olursa rahat edersiniz. Turkcell tam çekiyor, deniz biraz soğuk, derin ve berrak. Biz yerleşip deniz girdikten sonra saat 3 gibi gençler gelmeye başladı. Hatta bir ara yukarıya arabaya çıktığımda yol kenarında araba koyacak yer kalmadığını gördüm ve park halindeki motosikletleri de üşenmeyip saydım, tam 32 taneydi. Plaj saat 4 gibi aşağıda görüldüğü gibi kalabalık oldu.

Mersinidi-2

Gelenlerin hepsi herhalde civar köylerdendi ve biz aralarında tek turist olarak kaldık. Herkes birbirini tanıyor, gençler sohbet ediyor, denize girip çıkıp güneşleniyorlar. Hiç rahatsız olmadık ama biraz garip hissettik. En kalabalık günümüz burada geçti.

Buradan merkeze doğru giderken Vrontados köyünden geçiyorsunuz. Hani şu noel zamanı kiliselerin birbirine havai fişek attığı ünlü köy. Ama bu konu turistik bir konu değil, biz sahilden geçerken bu tarafın plajını da görmüş olduk sadece. Yol boyunca aralarda aşağıda gördüğünüz gibi halkın kullandığı plajlar var.

Vrontados

Bu plajların bazılarında birkaç tane şezlong bulunabiliyor ama genelde ağaç altlarını kullanıyorlar, aslında Yunanların pek de gölgede durduklarını söyleyemeyiz, güneşin altında saatlerce kalabiliyorlar.

Karfas

Sakız merkezinin güney çıkışında bir plaj daha var ama pek kalabalık ve pek şehir içi olduğu için oraya uğramadık. Tesis bulunan bir plaj, dışarıdan da pek kalabalık görünüyordu.

Son olarak da adanın en ünlü plajından bahsedelim. Karfas’ın plajı ince kum, denizi sığ, suyu sıcak, bir çok taverna, kafe var ve bolca şezlong, şemsiye var. Çocukla gelinebilecek en rahat plaj. Aynı zamanda merkeze çok yakın, ki konaklama imkanının da en çok Karfas civarında olduğunu düşündüğünüzde adanın en kalabalık plajı burada.

Karfas-2

Biz pek bu tip plajları sevmediğimizden, sırf size anlatabilmek için bir akşam üstü burada denize girdik. Gerçekten yumuşacık kumlu, denizi sığ ve suyu sıcak olan rahat bir plaj. Denizde epey yürüyünce derinlik yüzülebilir kıvama geliyor ve su biraz soğuyor. Kalabalık ama aşırı kalabalık değil. Çok rahat ve konforlu bir yer. Civarda bakkal ve tavernalar da bulunduğundan hiç sıkıntı çekmezsiniz.

2015’de böyle dedik ama 2016 ve 2017 tatillerimizi Karfas’ta geçirdik. Buranın denizinin adadaki en sakin ve ılık deniz olduğunu, tesis olarak en zengin yer olduğunu, özellikle çocuklu aileler için hiç macera aramadan buraya gelmek gerektiğini tekrar belirtmeden geçmeyelim.

Burada artık plajları bitiriyoruz. Ne gördüysek anlattık, adanın dört bir yanında gidilebilecek yerlerin çoğuna gittik.

Köyler

Sakız adasındaki irili ufaklı bir çok köyü ya ziyaret ettik ya da yolumuz üzerinde içlerinden geçtik. Turistik hale gelmiş köyler dışındaki köyler genelde sessiz, sakin ve dar sokaklı klasik rum köyleriydi. Adanın güney köylerine mastichoria deniyor, mastik köyleri anlamına geliyor ve sakız ağaçları sadece bu köylerde yetişiyor. Gittiğimiz yerleri teker teker anlatalım.

Chios (Sakız Merkezi)

Adanın elbette en kalabalık ve en büyük yeri. Limanı çevreleyen uzun bir kordona sahip. Kordon boyunca restoranlar, kafeler ve mağazalar bulunuyor. Kuzey tarafında feribotların yanaştığı liman yer alıyor. Limanın kuzeyinde ise Sakız Kalesi var. Kale surlarının bir kısmı gayet iyi durumda.

Sakız kalesi

Kale içindeki binaların durumu pek iyi durumda değil. Osmanlı zamanından kalan bazı yapılar harap durumda. Aşağıda gördüğünüz Bayraklı Cami’nin minaresi yıkılmış, kendisi de kullanılmaz halde.

Sakız bayraklı cami

Ara sokaklarda dolaşırken çok sevimli evlerle de karşılaşıyorsunuz ama genelde bakımsız evler ve bahçelerle dolu.

Sakız kale içi

Ama deniz kenarına yakın bulunan Osmanlı Hamamı restore edilmiş durumda ve ziyaret edilebiliyor. Biz akşam üstü gittiğimizden içine giremedik ama gerçekten çok iyi durumda görünüyordu.

Sakız osmanlı hamamı

Kalenin kapısından çıkınca kentin en büyük meydanına geliniyor. Meydan ve kocaman bir park olarak ayırılmış bu geniş alan Sakız’lıların toplanma ve dinlenme yeri olmuş.

Sakız adası parkı

Uzakta görülen minare adanın en iyi durumdaki Osmanlı eseri olan Mecidiye Cami’nin minaresi. Halen kullanımda olan bu cami sade bir güzelliğe sahip.

Sakız mecidiye cami

Bu bölgede kentin yayalara ayrılmış uzun alışveriş sokağı da bulunuyor. Bir çok mağazasıyla gündüz çok renkli olacağına eminiz. Biz gittiğimizde mağazalar kapanmıştı.

Sakız adası sokak

Sahil ve kordonu yazının başında anlattığımız için, kentten kuzeye giden yok üzerinde bulunan yel değirmenlerinin de bir fotoğrafını koyarak bu kenti bitirelim.

Sakız yel değirmeni

Kampos

Adanın en zengin bölgesi burası. Portakal ağaçlarıyla ünlü ve büyük konakların bulunduğu geniş bahçeler yüksek duvarlarla çevrili.

Kampos

Sakız merkezden güneye giderken havaalanının üstünde kalan bu bölgeden sıkça geçmeniz gerekiyor. Biraz aralara girdiğinizde yüksek duvarların arasında sıkışmış gibi hissedebiliyorsunuz.

Kampos-2

Bu bölgenin en ünlü bahçesi organik reçeller ve lokum yapan, ayrıca da nasıl yapıldığını bir müze gibi sergileyen Citrus adlı mekan. Adaya ayak bastığınız andan itibaren her yerde reklamlarını görüyorsunuz ve elbette uğruyorsunuz.

Kampos citrus

Ürünlerin fiyatları oldukça pahalı ama bahçe kısa bir yürüyüş yapmak için oldukça güzel. İlla gitmek gerekmeyen ama zaman varsa uğranabilecek bir yer.

Kampos citrus

Pyrgi (Pirgi)

Adanın en güzel köyü. Adaya bir günlüğüne bile gelseniz bu köyü muhakkak görmeniz lazım.

Pyrgi

İlginç sıva işçiliği ile kendine has cepheleri olan bu köyün orta büyüklükte bir meydanı ve daracık sokaklarında zaman geçirmeniz gerekir.

Pirgi

Bazı sokaklar çok dar ve evler birbirine kemerlerle bağlanmış.

Pirgi

Sokaklara bakan musluklarda hortumlar var, herkes sokakta kendi evinin önünü yıkıyormuş. Evlerin kapıları genelde açık ya da kapı üstlerinde anahtarlar takılı.

Pirgi

Pirgi meydanındaki kafelerde oturup birer frappe veya ev yapımı limonata içmeden de ayrılmayın bizce. Etraftaki köylülerin sobetlerini anlamasınız da komşuluğun hala yaşadığını anlayabilirsiniz.

Pyrgi-1

Bu arada köyün girişindeki açıklığa ya da sağdaki ilk sokakta bir yere arabanızı park etmeyi unutmayın, köyün içine girmeye çalışmayın.

Pirgi

Resimler biraz dar hissettiriyor ama gidip ferahlığını ve sakinliğini görmenizi tavsiye ederiz.

Mesta

Pirgi’nin biraz batısında yer alan Mesta daha renksiz bir köy. Bu hissin sebebi cephelerde siyah beyaz sıva kullanılmamış olması.

Mesta

Pirgi’den daha küçük ama daha korunaklı tasarlanmış. Köyün girişinde arabanızı park edip bir kapıdan içeriye giriyorsunuz. Koridorlardan oluşmuş büyük bir konak gibi hissettiriyor.

Mesta

Köyün bizim gördüğümüz üç kapısı var. Bunların ilkinden köye girdik, sokaklarda dolaşırken bir başkasından çıktık, bir yandakinden gireriz dedik ama çevredeki evlerin arasında hiç boşluk olmadığından epey dolaşmak zorunda kaldık.

Mesta

Savunma amaçlı yapılmış olan bu yerleşimde anlaşılan kapılar kapanınca köy bir kale halini alıyormuş.

Mesta

Yukarıda saat kulesi görülen kilisenin köyün geneliyle ortak olmayan ihtişamlı bir mimarisi var.

Mesta

Pirgi’ye göre daha sakin olan Mesta’yı da ziyaret etmenizi öneririz.

Olymbi

Pirgi ile Mesta’nın arasında yer alan bu köy her iki köyün karışımı gibi. Hem Mesta gibi kalın duvarlı kapalı bir yapısı var, hem de Pirgi gibi desenli sıvaları var.

Olymbi

Yeni farkedilmiş ve gittikçe turistikleşen bir köy olduğu söyleniyor ve ziyaret edilmesi tavsiye ediliyor ama Pirgi ile Mesta’yı gördüyseniz buraya gitmenize hiç gerek yok.

Olymbi

Diğer yandan köylüler de turistlere pek alışamamış gibiler, diğer köylerdeki gibi kafe ve restoranlar burada yok.

Thymiana

Bu köyle ilgili özel bir şey yok, gitmenize de gerek yok. Biz bir restoranı ararken gittik ve aşağıda gördüğünüz güzel kiliseyi gördük, sadece paylaşmak istedik.

Thymiana

Langada

Kuzeyin ünlü balıkçı köyü. Batıya bakan bir koya yerleşmiş küçük ve sakin bir köy.

Langada

Sıra sıra balık restoranlarının bulunduğu bu güzel koya Türkiye’den balık yemeye gelen çok oluyormuş.

Langada

Biz de bu köye bir akşam yemek yemeye gittik, çok taze, çok lezzetli ve uygun fiyatlı bir akşam yemeği yedik. Yemekten sonra biraz yürüyüş yapmak için köyü dolaştık ve çok beğendik.

Langada

Sakinliğini ve sadeliğini çok beğendik. Merkezden yarım saat kadar kuzeyde kaldığından tekrar gidemedik ama aklımızda kaldı.

Langada

Sakız’da çok kısa kalmayacaksanız veya adanın en güzel balık ürünlerini yemek istiyorsanız mutlaka Langada’yı ziyaret edin.

Agia Ermioni

Bu köyün de bir özelliği yok. Biz bu köyde yedi gece geçirdiğimiz için sık sık yürüyüş yapmaya sahilindeki balıkçı barınağına gittik. Akşamları güzel görünen bir yer ama özellikle gitmeye gerek yok. Balıkçı kayıklarına bakan şu aşağıdaki evi çok beğendiğimiz için paylaşmak istedik.

Agia Ermioni

Avgonyma

Merkezden batı kıyısına giderken önünden geçilen ve batıya bakan bu köy ile ilgili de çok özel bir şey yok. Ama gün batımında oluşan şu aşağıdaki manzarayı sadece burada görebilirsiniz.

Avgonyma

Tavsiye üzerine gittiğimiz bu köydeki To Asteri restoranda keçi eti bulabilirsiniz, ayrıca köylü bir amcanın sattığı fıstık reçelinden de alabilirsiniz. Merkezdeki reçellerden daha ucuz. Güneş batmak üzereyken biraz da Uzo içerek keyif yapabilirsiniz.

Avgonyma-1

Anavatos

Buraya kadar gelmişken muhakkak uğramanız gereken bir köy. Biz 2017’de uğrayabildik. Bir dağın tepesine kondurulmuş ve tek girişi olan bir yer. Aşağıdaki resimde karşıda gördüğünüz zirvede.

Döne döne arabayla çıkıyorsunuz ve park ettikten sonra tırmanmaya başlıyorsunuz. Girişteki tavernadan ve belki bir iki evden başka köyde hiç bir hayat yok. Hatta bir kaç adım sonra aşağıda gördüğünüz “bu noktadan sonrasına gitmekle riski kabul ediyorsunuz” diye bir tabela bulunuyor.

Bence riski alın ve tepeye çıkın. Biz çıktık. Evlerin bittiği noktadaki uçurumdan bakın, evlerin içine girin, bu köyün terk edilme efsanesini de biraz araştırırsanız etkileneceksiniz.

Nea Moni Manastırı

Evet, manastır, köy değil ama burada anlatayım dedim. 2017’de gidebildik. Siz siz olun saat 13:00’den önce gidin, sonrasında kapanıyor. Avgonyma’ya yakın, oraya giderken üğrayabilirsiniz. Giriş kapısından geçince karşıda manastırın şapeliyle ve solda duvarda kadınların üstünü başını biraz kapamasını isteyen bir yazıyla beraber askıda duran bir çok şal ve gömlek ile karşılaşıyorsunuz. Bunlardan giymek istemeyenler yanlarında bir örtü getirirlerse rahat ederler.

Küçük şapelin içinde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Buradaki mozaiklerin Yunanistan’daki üçüncü en iyi durumda bulunanlar olduğu söyleniyor. Manastırın bir de müzesi var, giriş kişi başı 4 € ancak biz kapanışa yakın geldiğimizden giremedik.

Armolia

Pirgi tarafına giderken içinden geçilen bu köyün özelliği seramik atölyeleri. Köyün girişinde üç dört tane seramik satan mağaza var. Günlük tur otobüslerinin de mutlaka durduğu bu mağazalarda elbette biz de durduk, size de göstermek istedik. Güzel şeyler var.

Armolia

Böylece köyleri de anlatmayı bitirmiş oluyoruz ama daha anlatacaklarımız var. Önce biraz genel bilgi verelim, sonra yemeklerden bahsedelim.

Genel Bilgiler

Adada arabayla gezmek şart olduğuna göre benzinliklerin çalışma saatlerini bilmek lazım. Bizdeki gibi 24 saat açık benzin istasyonu maalesef yok. Çarşamba ve Cumartesi günleri saat 15:00’e kadar, diğer günler 19:00’a kadar açıklar ama en önemlisi Pazar günü benzin istasyonları kapalı. Gerçekten kapalı. Birkaç tanesi açık olabiliyormuş ama arayacak kadar yakıtınız varsa. Bazılarında ise 24 saat self-servis yakıt alabileceğiniz ekipman mevcut, gerçi nasıl kullanıldığını bilmiyoruz çünkü bu riske girmeyi düşünmedik.

Her köyde en az bir bakkal mevcut. Günlük ihtiyaçlar için mini market dedikleri bu bakkallar gayet yeterli. Pazar dahil açıklar, akşam sekiz civarı kapanıyorlar. Süper market olarak ise havaalanının altında, Karfas kavşağında yanyana bulunan Lidl ve MyMarket’a gidebilirsiniz. Bir de şehir içinde AB Market var, Kampos’tan şehre direk giren yolun üzerinde solda. Bu marketler akşam 21:00’e kadar açık oluyorlar ama pazar günleri bunlar da kapalı. Ciddi ciddi kapalı. Hani olur da marketten alacaklarınız varsa ve pazar günü gidelim derseniz şaşırmayın diye söylemek istedik.

Para çekmeniz gerekecekse Sakız merkezde, MyMarket’te, Karfas’ta, Armolia’da ve Pirgi’de ATM bulabilirsiniz. Uzak bir köyde parasız kalmamak için bir sonraki ATM’den çekerim demeyin.

Araba kiralama için bir tavsiye veremeyeceğiz ama Chios Economy markasını çok yerde gördük, etrafta bu logoyu taşıyan bolca da araç vardı. Güvenilir olabilir, fiyat bilmiyoruz.

Bu kadar farklı yerden bahsedince, okuyana da kolaylık sağlamak lazım, aşağıdaki haritada bahsettiğimiz yerleri görebilirsiniz.

[geo_mashup_map]

Yemekler

Bizim için Yunanistan’da tatil yapmanın bir numaralı sebebi yemekler olduğundan, bu konuya bir başlık açmayı doğru bulduk. Neredeyse her restoranda ahtapot yiyebileceğiniz başka bir coğrafya var mıdır bilmiyoruz ama bizim için Yunan adasına tatile gitmek demek bol bol deniz ürünleri yemek demek. Yemek yediğimiz tavernalar, ne yediğimiz, kaç para hesap ödediğimizi aşağıda anlatalım.

To Asteri – Avgonyma

Adalarda her ne kadar en çok deniz ürünleri yense de, bazı dağ köylerinde oğlak eti bulmak mümkün oluyor. Sakız’da da Avgonyma köyündeki To Asteri tavernasında oğlak tandır bulduk ve çok lezzetliydi.

To Asteri Avgonyma oglak

Yanında grek salatası, patates kızartması ve uzo ile 27 € hesap ödedik. Restoranın Türkçe menüsü var. Yemekten sonra reçelli yoğurt ikram ettiler. Yediğimiz her şey çok lezzetliydi, manzarası muhteşemdi. Burada kasada satılan şahane fıstık reçelini de 3 €’ya aldık, daha ucuzunu bulamazsınız.

To Bahari – Agia Ermioni

Buraya iki kez gittik, ikisinde de çok memnun kaldık. Ahtapot (ya da kalamar), patlıcan salatası, lakerda, sardalya ve uzo ile 33 € hesap ödedik, yemekleri de bitiremedik.

To Bahari Karfas

Yemekten sonra ikram olarak meyveli jöle, minik kremalı pasta ve yanında küçük bir şişede sangria veriyorlar. Muhakkak gitmeniz lazım.

2016 yılı dahil Karfas’ta olan To Bahari, 2017’de Agia Ermioni’ye yeni yerine taşındı. Karfas’tan devam edip Agia Ermoni limanına geldiğinizde solda limana yukarıdan bakan yerde. Gidiniz, rahat rahat ne isterseniz yiyiniz. Bizim neredeyse Sakız’a gitme sebeplerimizden birisi olan bu restorana akşam gitmek isterseniz mutlaka rezervasyon yaptırın. Gün içinde de gidebilirsiniz.

Hotzas – Chios Merkez

Şehrin sahilde olmayan gizli güzelliklerinden. Yürüyerek gitmek zor olur ama taksiyle fazla para tutmaz. Zaten Turkcell çektiği için telefondan navigasyonla rahat bulabilirsiniz. Hafta sonu rezervasyonsuz gitmemek lazım diyorlar ama biz hafta içi gittik, rahatça yer bulduk. Daha çok ev yemeği yapan çok hoş bir bahçe.

Hotzas-Fetali Patlican

Yukarıda görülen feta peynirli patlıcan, arapsaçı köfte (sebze köftesi), incirli elmalı et ve yarım litre ev şarabına 30 € hesap ödedik. İkram ettikleri tatlı kocaman ve çok güzeldi. Hafiften laz böreğine benziyordu.

Kehribari – Chios Merkez

Merkezde, parkın karşısındaki Homerion Kültür Merkezi’nin arkasındaki sokakta. Yazın sadece öğlen 12:30 ile 17:00 arasında açık. Yani gerçekten akşam açık değil ve pazar günü de kapalı. Açık olduğu dar zamanda da hep dolu. Rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ederiz. Ancak öyle ya da böyle muhakkak gitmeniz gereken bir restoran.

Kehribari

Restoranda menü yok. Balık ya da et istiyorsunuz, kendileri sırayla yiyecekleri servis ediyorlar. Karışık da istenebiliyor ama biz balık seçtik. Yukarıda görünenler gelenlerin ilk kısmı. İki kişi tıka basa doyduk, bir de küçük uzo içtik ve 27 € hesap ödedik.

Karavela – Komi

Burada iki kez yemek yedik. Her ikisinde de çok memnun kaldık. Papalina (balık), cacık, kızarmış mastelo peyniri, kalamar ve uzo ile 34 € ödedik.

Karavela komi

Bir gittiğimizde de akşam üzeri bamya, patates kızartması ve cacık yedik, bamya gerçekten çok güzeldi.

Aperanto Galazio – Agios Ioannis

Komi’den Armolia tarafına değil de denizi sağınıza alıp yolu takip ettiğinizde varacağınız Ag. Ioannis köyünde eski bir manastırın bahçesinde. Şansa bulduk ama çok sevdik.

Aperanto Galazio

Deniz kenarında, sakin ve serin. Geniş bir bahçesi, çocuk oyun alanı ve çok taze balıkları olan bir yer. İngilizceleri biraz az ama her şey çok lezzetli. Kayalık deniziyle tüm günü bile geçirebileceğiniz bir yer ama şezlong vs yok. Fiyatları da uygun. Bu tarafa yolunuz düşerse muhakkak uğrayın deriz.

Nostos – Langada

Adada yediğimiz en lezzetli deniz ürünleri buradaydı. Midye, sardalya, ahtapot, patates kızartması ve yarım litre ev şarabı ile 30 € hesap ödedik.

Langada Nostos

Özellikle midye muhteşemdi. İkram olarak minik kornet dondurma verdiler. Türkçe menü mevcut.

Agyra – Agia Ermioni

Agia Ermioni merkezinin beş yüz metre kadar güneyinde, adada kabak çiçeği dolması bulduğumuz tek yer. Türkçe menüsü yok ama biraz Türkçe biliyorlar. Porsiyonlar biraz küçük ama yemekler çok lezzetli.

Agyra

Sahanda domatesli karides, cacık, ahtapot, kabak çiçeği dolması ve uzo ile 32,50 € hesap ödedik. Yemek sonrası ikram ettikleri içi dondurma doldurulmuş burma ise inanılmazdı.

To Çikido – Chios merkez

Sakız kordon boyunun en kalabalık restoranlarından birisi. Sıra beklemek gerekebilir. Biz hafta içi geç saatte gittiğimiz halde zor yer bulduk. Türkçe menüsü var, kalamar, aterina balığı, radika ve duble uzo ile 26,50 € hesap ödedik. Yemek sonrası ikramı küçük kornet dondurma ve sakız likörü idi. Çok başarılı bir restoran.

Apomero – Kampos

Havaalanına yukarıdan bakan ünlü restoran. Bulması zor. Taksi tercih edilebilir ama yunanca Απόμερο yazan tabelayı okuyabilirseniz gayet rahat. Kampos’tan Pirgi yönüne giden, havaalanının üstündeki yoldan devam ederken yol sağa kıvrılır, karşınıza bir duvar çıkar ve sola Pirgi’ye devam edersiniz. O duvardan sağa dönüp tabelaları takip edince tepeye çıkan yol sizi restorana götürüyor. Tarifi gerçekten zor ama tabelayı takip edebilirseniz rahatça bulursunuz.

Hafta içi gittiğimiz için rahat yer bulduk, hafta sonu rezervasyon gerekir. Manzarası güzel, yemekleri değişik, Türkçe menüsü var, porsiyonlar biraz küçük ve sanırım bu yüzden yemekler daha ucuz. Dedemin ahtapotu, ada usülü mezgit, ada otlarından yapılmış salata, buharda midye, patlıcan salata ve uzo ile 35 € hesap ödedik, elbette yemekleri bitiremedik. Midye Nostos’taki kadar güzel değildi ama diğerleri şahaneydi. Mezgit özellikle denenmeli. İkram tatlı vermediler.

Yemekleri bitirmişken bir de Sakız adasının sembolü olan sakızı nereden alabileceğinizi söyleyelim. Biz neredeyse tüm adayı dolaştığımızdan şunu rahatça söyleyebiliriz ki Sakız kordon boyundaki iki üç sakız satan yer, adada en çok çeşiti bulabileceğiniz ve en uygun fiyatlı yerler. Hiç başka yer aramayla uğraşmayın. Özellikle To Çikido’nun solunda köşedeki hediyelik eşya dükkanı bu konuda en ekonomik çözüm.

Sakız’dan Dönüş

Biz sabah 8 feribotu ile döndük. İşlemler uzun sürer diye 6:50 gibi limanda olduk ama pek gerek yokmuş. Arabaları ilk geldiğimizde çıkış yaptığımız kapının önüne bırakıp yürüyerek binanın üst tarafındaki girişten girdik. Görevliler zaten saat 7 gibi geliyorlar. Masalarına geçmeleri falan derken 7:15’e kadar bir işlem yapılamıyor. Araç sürücülerinden araçları liman içine park etmelerini istiyorlar.

Sakiz Donus

Pasaport çıkışını yaptıktan sonra, girişte arabayı kaydettirdiğiniz yerden tekrar arabanın çıkışını yapıyorsunuz. Arabaya kimse bakmıyor. Eğer tax free işleminiz varsa sol taraftaki odada evrağa damga basıyorlar. Sonra feribot görevlileri sırayla arabaları içeriye çağırıyorlar. Dönüşte araba sayısı fazla olduğundan, geminin ortasındaki asansörle bizim arabayı alt kata indirdiler.

Sakiz Dönüş

Feribota binen yolcuların biniş kartları bilgisayarla kontrol ve kayıt ediliyor. Arabalar için de ayrıca bir Yunan görevli gelip elindeki listeye plaka, isim vs kaydediyor. O gelmeden feribot kalkmıyor. Sonrası Çeşme limanı. Çeşme’de arabayı yine terminalin arkasına park edip gümrük işlemlerini yapmak için içeriye giriyorsunuz. Burada arabanın özellikle şase numarasına çok dikkatle bakıyorlar. Bagaj ve arka koltuğa da bakıyorlar. Aşırı detaylı bakmıyorlar ama biz koliyle sakız reçeli aldığımızdan, o koliyi açtırdılar. İsterseniz duty free’ye uğrayıp pasaport çıkışını da yaptıktan sonra arabanıza binip limandan çıkabilirsiniz.

Son söz olarak şunu belirtelim ki, sessiz, temiz, lezzetli, huzurlu ve ekonomik bir tatil yapmak isterseniz Sakız adasına gitmeyi kesinlikle düşünmelisiniz. Biz uzun kaldık ve adada 870 km yol yaptık ama adayı tanımak için 3-4 gün yeterli olacaktır. Tadını çıkarmak ise daha uzun sürer.

Şimdiden iyi tatiller.

Gürkan, Temmuz 2015, 2016, 2017

Yunanistan ile ilgili diğer yazılarımıza da göz atmak isterseniz buyrunuz ⇒ Yunanistan Yazıları