Kategori arşivi: İstanbul

Kartepe Kayak Merkezi

Kartepe, İstanbul’a en yakın kayak merkezi. Yaklaşık 1.500 m yüksekliğe sahip bir dağ, bu nedenle 2.000 m yükseklikte olan Uludağ’dan daha kısa bir sezona sahip. Daha uzakta bulunan Kartalkaya Kayak Merkezi hakkındaki yazımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Yakın olduğundan, günübirlik gitmek için çok uygun. TEM’de Sapanca’ya doğru giderken hep önünden geçtiğimiz Kartepe aslında çok kolay ulaşılan bir yer. Aşağıdaki fotoğrafta tam karşıda tepesi bulutlu görülen dağ Kartepe.

Kartepe-Yol1

Kartepe’ye gitmek için İzmit-Doğu gişelerinden çıkmanız gerekiyor. Gişe tabelalarından itibaren Kartepe yönlendirmeleri başlıyor. Bu nedenle yolu tarif etmek çok gerekli değil. Anadolu yakasından 1 saatte Maşukiye köyüne, oradan da 20 dakikada Kartepe zirveye rahatça varabilirsiniz. Yol Kartepe Belediyesi tarafından çok iyi temizleniyor, bu nedenle çok sert hava koşulları yoksa zorlanmadan yukarıya çıkabilirsiniz. Yine de karlı havalarda yanınızda muhakkak zincir bulundurun.

Kartepe-Yol2

Dağda sadece bir otel var. The Green Park Kartepe. Pistlerin yatırımını yapmış olan bu otel, yukarıdaki her şeyin hizmet sağlayıcısı. Otele vardığınızda otoparka günübirlik girmek için 10 TL ücret ödüyorsunuz.

-Güncelleme- 2016 yılında otopark ücreti 20 TL olmuş. 2017 yılında da hala 20 TL.

-Güncelleme- 2018/2019 sezonunda otopark 25 TL olmuş.

-Güncelleme- 2019/2020 sezonunda otopark 30 TL olmuş.

-Güncelleme- 2020/2021 sezonunda otopark hala 30 TL.

-Güncelleme- 2022/2023 sezonunda otopark 50 TL olmuş.

Büyükçe bir otopark mevcut ancak hafta sonları bu otoparka girmek pek mümkün olmuyor, otele yakın yol kenarına aracınızı bırakabiliyorsunuz. Otel ana binasının hemen altında pistler başlıyor.

Kartepe-Otel1

Eskiden aşağıdaki telesiyej noktalarında skipass satılıyordu. O zamanlar otoparktan doğruca piste inip, aşağıya indikten sonra skipass alınabiliyordu. Ancak artık sistem değişmiş. Skipass kayak odasının hemen yanında bir odada satılıyor. O nedenle kayağa başlamadan önce bu noktaya uğramanız gerekiyor. Kartlar depozitolu olmuş. 30 TL nakit verip kartı alıyorsunuz. Akşam çıkarken de kartı geri götürüp paranızı geri almanız gerekiyor. 2014-2015 skipass ücret tablosu şöyle.

Kartepe-Skipass2015

-Güncelleme- 2015-2016 skipass ücret tablosu şöyle. Bu arada bir not düşelim, sömestr tatilinde hafta içi de hafta sonu fiyatlarını uyguluyorlar.

Kartepe-Skipass2016

-Güncelleme- 2016-2017 skipass ücret tablosu aşağıda.

-Güncelleme- 2018-2019 skipass ücret tablosu aşağıda.

-Güncelleme- 2019-2020 skipass ücret tablosunun fotoğrafını çekmeyi unutup döndük, ama hafta içi tüm gün 120 TL idi. Kart depozitosu da 30 TL.

-Güncelleme- 2020-2021 skipass ücret tablosunda dev bir gelişme olmuş, dijital ekran yapmışlar. Artık A4 kağıt asmıyor olmalarına şaşırdık tabi. Fiyatlar hafta sonu da hafta içi de aynı. Yarım gün saat 12:30’dan itibaren çalışıyor. Geçen yıla göre dev bir zam olduğu dikkatimizden kaçmadı elbette.

-Güncelleme- 2021-2022 skipass ücret tablosu aşağıda. Günlük skipass 200 TL., depozito da 50 TL olmuş.

Kayak yapacaksanız ve kendi kayak takımlarınız yoksa buradan kiralayabilirsiniz. Ancak, otelden daha ucuza, dağa çıkmadan önce Maşukiye köyündeki bir çok kayak kiralama firmasından (biz hep Kardan Adam’dan kiralıyoruz) da kiralayarak gelebilirsiniz. Kayak yapmayı bilmeyenler için burada kayak dersi alma imkanı da var. Kayakla hiç ilgilenmeyenler ise telesiyejlerle pist başlarına rahatça gidip manzarayı izleyip geri dönebilirler. Kafelerde oturup serin ve temiz havada bir şeyler yiyip içebilirler.

-Güncelleme- 2018/19 sezonunda kayak yapmayanlar için bazı eğlenceler eklenmiş. Zipline ve zıplama gibi bazı aletler yerleştirilmiş, bunlardan faydalanabilirsiniz.

Kartepe Kayak Merkezi’nde 4 ana pist var. Otel Pisti, Geyikalanı, Kartepe ve Karlıktepe. Bunlardan Karlıktepe’ye teleski ile çıkılırken, diğerlerine telesiyejle çıkılıyor. Bu pistlerin birden fazla iniş rotası bulunduğundan otelin reklamlarında daha fazla pistten bahsediliyor.

Kartepe-Kartepe-1

Yukarıdaki fotoğraf telesiyejle Kartepe’ye çıkarken çekildi. Sağ tarafta Geyikalanı, karşıda Otel, solda da Karlıktepe çıkışları bulunuyor.

Kartepe-Geyikalan-1

Yukarıda Geyikalanı telesiyeji ve aşağıda pistin geniş bir kısmı görünüyor. Bu pist başlangıç seviyesindeki kayakçılar için çok uygun. Genelde az eğimli ve geniş.

Kartepe-Geyikalan-2

Pistin sonlarına doğru dik ve zorlu bir kısım var ancak yine de çok zorlanmadan iniliyor.

Kartepe-Geyikalan-3

Aşağıdaki video Geyikalanı pistinin orta bölgesideki geniş alanda çekildi.

Otelden aşağıya inilen ve en basit pist olan Otel pisti genelde acemiler ve ders alanlarca kullanılıyor. Bu pistte çok düşen kalkan oluyor ve bu nedenle ilk iniş haricinde pek kullanmamak daha doğru bence.

Kartepe-Geyikalan-4

Geyikalanı pistinin zirvesinde manzara oldukça güzel. Yukarıda görüldüğü gibi Sapanca gölü hemen ayaklarınızın altında. Zirvede rahat bir kafe bulunuyor. Yeme, içme çok pahalı değil.

Kartepe-Geyikalan-5

Kartepe pistinin çıkışı daha yaman. Bu tarafta telesiyejler 3 kişilik.

Kartepe-Kartepe-2

Zirveye yaklaştıkça rüzgarın ve soğuğun arttığını hissedebilirsiniz. Bu zirve çok daha zorlu pistlere sahip ve acemilerin denememesi gereken bir yer.

Kartepe-Kartepe-3

Ancak çok da uzman olmak gerekmiyor. Hızını kontrol edebilen orta ayar bir kayakçı biraz yorularak da olsa çok zorlanmadan inebilir. Aşağıdaki video Kartepe pistlerinin en soldaki en kolayından inişte çekildi.

Kartepe-Kartepe-5

Kartepe’ye çıkarken bir tarafta Sapanca gölü daha da yüksekten görülürken, diğer tarafta İzmit Körfezi de önünüzde beliriyor.

Kartepe-Kartepe-6

Bu zirvede hava şartları daha sert olduğunu her yerde hissettiriyor.

Kartepe-Kartepe-7

Yukarıdaki fotoğraf Kartepe zirvede çekildi, aşağıdaki fotoğraf da aynı gün Geyikalanı zirvede çekildi. Aradaki ısı farkı ağaçların dallarından çok net belli oluyor sanırım.

Kartepe-Geyikalan-6

-Güncelleme- Yıllardır çalışırken yakalayamadığımız Karlıktepe teleski’yi Ocak 2019’da çalışırken yakalayınca hemen çıkıverdik.

Aslında bu bölge çok keyifli pistlere sahip ama maalesef tesis yönetimi bu tarafa çıkışı açmışsa da pistleri temizlememiş. Epey de kar yağmış olduğundan teleski yanındaki iniş bol karlıydı ve inişte oldukça zorlandık. Gerçekten bu kadar ücret alıp da pistleri temizlememelerini anlamak mümkün değil. Bir gazla üstteki resimde de görünen sağa giden pist açılmıştır diye tekrar çıktık, ama maalesef bu taraf da temizlenmemişti. Oldukça da az eğimli olduğundan kendimizi çeke çeke oldukça yorulduk. Manzara güzel ama pistler kötü. Karlıktepe’de zaman kaybetmeye değmez.

İstanbul haliyle deniz seviyesinde olduğundan, dağa tırmanmaya başlamadan önce yukarıda havanın ne kadar değişeceğini tahmin etmeniz zor. Diğer yandan Meteoroloji de yukarının tahminini vermiyor. Benim gitmeden önce muhakkak baktığım Snow-Forecast hava tahmin sitesinin Kartepe için olan sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.

Kayak yapmasanız bile, dağ yolu üzerindeki restoranlarda kahvaltı yapmak ya da yemek yemek için, yukarının da temiz havasından faydalanmak için, kısacası keyifli bir kaçamak için Kartepe güzel ve yakın bir tercih.

Gürkan, Mart 2015 ve sonraki neredeyse her yıl.

Son Güncelleme, Gürkan, Ocak 2021

Kartalkaya Kayak Merkezi hakkındaki yazımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Ormanya Doğal Yaşam Parkı

Daha önce çok duyduğumuz ama bir türlü gitmeye fırsat bulamadığımız Ormanya Doğal Yaşam Parkı’na sonunda güneşli bir cumartesi günü gidebildik. Ormanya, İzmit’ten Adapazarı’na  D100 ya da eski adıyla E5 üzerinden giderken 15-20 km kadar ileride solda. TEM’den gidenler için ise Kartepe çıkışından çıkıp Adapazarı yönüne giderken onuncu kilometrede. E5 üzerinde yeterince yönlendirme tabelası bulunuyor, rahatça bulabilirsiniz. Ormanın önüne geldiğinizde kocaman bir otoparkla karşılaşıyorsunuz.

Otopark ücretsiz. En azından 2019 Mart ayında öyleydi. Otopark çok büyük ama biz saat 15:00 gibi geldiğimizde zor yer bulduk, aklınızda olsun. Otopark doluysa da geliş yolu üzerinde araba bırakacak çok yer var, sadece biraz yol yürürsünüz, ki zaten yürümeye geldik. Ormanya’nın girişine turnikeler yerleştirilmiş.

İlginç ama parka giriş de ücretsiz. Her şeye para ödemeye o kadar alışmışız ki ücretsiz olunca insan mutlu oluyor. İleride ücretli yaparlar mı bilmiyoruz ama böyle çok iyi. Girince yol ikiye ayrılıyor.

Soldaki beton yoldan hayvanat bahçesine doğru gidiliyor. Sol tarafın hemen solunda da aromatik bitki yolu var.

Sağ tarafa giden toprak patika ise mesire alanıyla başlıyor, ilerisinde de farklı uzunluklarda yürüyüş parkurları bulunuyor. Buraya erkenden gelip güzel bir kahvaltı yapılabilir.

Biz hayvanat bahçesine doğru döndük. Beton yol geniş ve rahat, ve uçsuz bucaksız bir ormanın içinden geçiyor. İlkbaharda gelip yeşil halini de görmek lazım.

Yoldan biraz ilerleyince hayvanat bahçesinin girişine geliyorsunuz. Kocaman bir kapı yapmışlar. Bu bahçenin çocuklara özel hazırlanmış olduğunu baştan belirtelim. Şurada detaylı anlattığımız Darıca kadar zengin bir hayvanat bahçesi değil.

Girer girmez bir yerleşim planı sizi karşılıyor. Plandan dairesel bir yerleşim olduğunu ve içinde de göletlerin olduğunu anlıyorsunuz.

Numaraların açıklandığı bir lejant görmedik ama ya biz kaçırdık ya da henüz hazır değildi. Çok da önemsemedik çünkü karşınıza hemen basit ve işini iyi yapan bir yönlendirme tabelası daha çıkıyor.

Biz sol tarafı seçtik. Bu tabelanın hemen arkasında ördeklerin yüzdüğü ve arkasında da birazdan bahsedeceğimiz lemurların evinin olduğu ilk gölet bulunuyor.

Sola dönünce önümüze önce bir alpaka çıktı. Hemen yanında da keçiler vardı.

Keçilerin yanında normalde çok sık gördüğümüz koyunlar ve koçların olduğu bir alan bulunuyordu. Koç iyi tanıdığımız bir hayvandır ancak aşağıda gördüğünüz arkadaşla selfie çekenler bile bulunduğundan biz de burada bir fotoğrafını paylaşalım istedik.

Tanıdık hayvanlardan başlamışken yan bölümdeki eşeklerden de bahsedelim. Cinsi için Mardin eşeği yazıyordu. Kendilerini sevdirmek için çitlere yakın duruyorlardı.

Sonrasında çocukların ata binmesine fırsat veren küçük bir bölge ayrılmış. Hafta içi ve hafta sonu farklı kuralları var, yolunuz düşerse çocuğunuzu ata bindirmeniz mümkün. Biz maalesef şartları not almadık. Bu noktada bahçenin ortasındaki çocuk parkına çok yaklaşmış olduğumuzdan oraya da uğradık.

Hemen yanına bir de kafeterya yerleştirilmiş olan kaydırak, salıncak gibi tipik oyuncakları olan bir park. Görüldüğü gibi epey kalabalık olabiliyor. Çocuklar için asıl eğlenceli olan kısmı ise hemen yanındaki parkur. Televizyondaki ünlü macera yarışması gibi zıplamalı ve atlamalı bir takım bölümlerden oluşan parkta çocuklar gerçekten çok eğleniyorlardı.

Çocuk parkının hemen yanında ise içinde Pekin ördeklerinin ve siyah kuğuların yüzdüğü daha büyük bir başka gölet bulunuyor.

Buradan sonraki bölümde bize biraz yabancı gelen hayvanlarla karşılaştık. Aşağıda gördüğünüz büyük deve yakından epey dikkat çekiciydi.

Hemen yanında deve kuşlarının olduğu bölümde bize meraklı gözlerle bakan aşağıdaki arkadaşla karşılaştık.

Tüm hayvanları tek tek gösteremiyoruz ama zebralar ata benzer halleriyle gerçekten çok ilginç hayvanlar.

Tavşan, hindi derken oklu kirpileri gördük. Kabuklu yer fıstıklarının peşinde birbirlerini ittirip kaktırmalarını izlerken heyecanlı anlar yaşadık.

Sonrasında kuşlar, tavuklar, sürüngenler gibi farklı hayvanları görebiliyorsunuz. Son olarak evlerinde oraya buraya tünemiş dinlenen lemurları da gösterelim. Arka duvarda iple çitin arasına kendini sıkıştırmış olana dikkat edin.

Böylece hayvanat bahçesinden çıkıp sol tarafa doğru yürüyüş yolunu takip etmeye başladık. Bu tarafta Ormanya’nın asıl farkını anlayacağınız Vahşi Yaşam Alanları bulunuyor. Geyikler ve atlar için karşılıklı iki kocaman alan ayrılmış ve çitlerle yürüyüş yolundan ayrılmış.

Belki başka bölgeler de vardır, biz sadece bu ikisini gördük. Yılkı atları uzakta dinleniyorlardı o nedenle göremedik. Geyikler de uzaktalardı ancak ufak bir kızıl geyik çitlerin dibinde ilgi odağı olmuştu.

Bu güzel hayvanı yakından görmek çok keyifli. Özellikle çocukların hayvanlara olan ilgisi görmeye değer. Ufaklık bazen çitin yanına yaklaşıyor, bazen de arkadaşlarına doğru gidiyordu.

Burada da bir gölet ve kenarında gürültücü hindiler bulunuyordu. Patika ileriye doğru oldukça da keyifle devam ediyordu ama biz yorulmuştuk ve geri döndük.

Ormanya Doğal Yaşam Parkı çok özenerek hazırlandığı her köşesinden belli olan bir yer. Henüz tüm işlevleri çalışmasa da mevcut haliyle bile şehirden uzaklaşıp doğada keyifle zaman geçirmek için çok uygun. Özellikle çocuklu aileler için mutlaka gidilmesi gereken bir park. Sadece yürüyüş için bile gitmeye değeceğinden emin olabilirsiniz.

Bu arada parkın girişinde bir karavan parkı ve çadır alanı da mevcut, o işlere ilgilenenler için de güzel bir destinasyon olabilir.

Gürkan, Mart 2019

Darlık Baraj Gölü | Şile

Yine bir hafta sonu, yakınlarda bir orman bulup nefes alsak diye yollara düştük. Aklımıza önce şurada anlatmış olduğumuz Aydos geldi ama oraya yeni gitmiş olduğumuz için direksiyonu Şile’ye çevirdik. Darlık baraj gölünün kenarında bir yürüyüş yolu olduğunu duymuştuk ve baraj bentinin bulunduğu Korucu köyüne doğru yola çıktık. İstanbul’dan ve hafriyat kamyonlarından uzaklaştıkça zaten yol güzelleşiyor, bir de köylere doğru ayrılınca hep özlediğimiz ağaçlarla karşılaştık.

Yol üzerindeki birkaç köyü geçtikten sonra Korucu köye vardık ve biraz dinlenmek için köy camisinin bulunduğu meydanda soldaki kahveye oturduk. Kahvenin sahibi de köyün muhtarı çıkınca, çaylarımızı içerken göl kenarına nasıl gidileceğini de öğrenmiş olduk.

Aslında oldukça basit, yukarıda gördüğünüz gibi köyden düz devam edince karşınıza çıkan İSKİ baraj girişinden sola dönüyorsunuz. Zaten başka yol yok. Biraz ileride asfalt yol bir tepeyi geçince toprak yola dönüşüyor ve baraj gölü sizi karşılıyor.

Toprak yoldan arabayla rahatça ilerlemek mümkün. Normal bir binek arabadan bahsediyorum. Yol genelde oldukça düzgün ama yağmur sonrası kayganlaşabilir.

Ancak bazı noktalarda bozuk kısımlar var ve özellikle içinde ne işe yaradığını bilmediğimiz vana benzeri ekipmanların bulunduğu beton kapakların bazıları yerinden oynamış olduğundan dikkat etmek gerekebilir.

Biz zaten yürümek için geldiğimizden uygun bir yere arabamızı parkedip yürümeye başladık. Sonbaharın tonları ile yeşilin canlılığı hemen etrafımızı kapladı.

Biraz ilerleyince sağ tarafta göl kenarına inen yolun ilerisinde birçok aracın parketmiş olduğunu ve aşağıda bolca kamp çadırı olduğunu farkettik. Yürüyüşe devam ettiğimiz için kampçıların yanına inmedik ama bazılarıyla yürürken karşılaştık.

İlerledikçe gölü ve kampçıları başka açılardan da görebildik. Muhtar bize yaz aylarında gölde yüzenler olduğundan da bahsetmişti, gerçekten özellikle kamp yapanların olduğu bölgede göle girilebilecek bolca nokta bulunuyor. Yine de biz söylemiş olalım, baraj göllerinde yüzmek her zaman yasaktır, burada da öyle ve gerçekten tehlikeli olabilir, dikkat etmek lazım.

Yürüyüşe devam ettikçe orman daha da sıklaşıyor ama yol hep temiz ve konforlu. Az ileride yol çatal olunca biz sağa doğru gölün kenarını takip ederek gitmeyi tercih ettik. Sol tarafı da merak etmedik değil ama artık bir sonraki sefere.

Ormanda gözlerimiz dağ çileği aradı ama maalesef bulamadık. Bunun yerine bazı noktalarda az da olsa böğürtlen bulduk. Gelen giden biraz fazla olsa eminim bunları da bulamazdık.

İlerledikçe yeşilin şiddeti daha da arttı. Sağa sola orman içine giren bazı patikalar da bulunuyor ama oralarda yürümek için daha donanımlı olmak lazım, bizim gibi günlük kıyafetlerle gelenlere uygun olmaz.

Yavaş yavaş yürüyerek manzaraya çok hakim olan bir tepeye varılıyor. Burada da kamp yapanlar vardı ve oldukça da keyifli görünüyorlardı.

E şu manzaraya karşı oturup semaverden çay içmek kesin çok keyiflidir. Kamp sevenlerin buraları çok beğeneceklerinden eminim.

Yoldan pek araç geçmediğinden sarkan dallar rahat rahat gelişmiş. Bu durum yürüyüşü daha da keyifli hale getiriyor.

İlerledikçe daha dik yamaçlardan yürüyorsunuz ve ağaçlar müsaade ettiğinde göl görünüyor. Göl ile çok içi içe olmayan ama uzağında da kalmayan bir parkur.

Biz çok fazla yorulmadan yürüyüşümüzü tamamladık. Bu parkurdan biraz batısında kalan Saklıgöl’e geçiş olduğundan bahsedenler var ama biz denemedik. Dönüş yolunda bir de şansımıza taze nane bulduk, mis gibi oldu.

Şile uzak gibi görünse de yaz ayları haricinde yolu kalabalık olmadığından rahatça gidip gelinebiliyor. Biz açıkcası bu kadar sakin ve rahat bir orman yolu beklemiyorduk, arada sırada gitmeye karar verdik. Bizce siz de gidin.

Gürkan, Ekim 2018

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi | Ataşehir

İstanbul’un Ataşehir ilçesinde cennetten küçük bir bölüm var. Belki de sürekli önünden, yanından, sağından, solundan geçip duruyorsunuz ama içini bilmiyorsunuz.

 

Aşağıdaki krokide de göreceğiniz gibi çevre yollarının ortasında kalan (belki de bu yüzden hala var olabilen) küçük cennet bahçesi.

 

Bahçenin tarihçesi hakkında  bilgi almak isteyen olabilir diye kendi site linkini buraya bırakayım. NGBB

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), 1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve başlangıçta ‘hatıra parkı’ amacına yönelik bir bitkilendirme ve ağaçlandırma planı uygulanmıştır.”

Bizim için bu açıklama yeterli diyenler ile yazımıza devam edebiliriz. Zira birazdan fark edeceğiniz gibi, yazımızın amacı daha ziyade bahçenin doğal ve huzurlu güzelliğini size tanıtmak.

Bahçenin iki ayrı girişi var. Ataşehir ve Ümraniye girişleri.

Bu girişlerden hariç TEM bağlantısı üzerinden bir kapı görüp girmek isteyebilirsiniz ama bu kapıdan sadece gelin ve damatları alıyorlar, bu sebepledir ki evlenip gitmeniz gerek :)

Yok biz evlenmeden gitmek istiyoruz, eşimin gelinliğini güveler yedi, damatlık benim oğlanda diyorsanız, Ataşehir veya Baraj Yolu üzerinde ki Ümraniye girişi tercih edilmeli diye önemle öneriyorum. Zira biz TEM kapısından girmeyi denedik ama almadılar. Düğün yapmayacağız bizimki sadece nikah dedimse de dinlemediler, esefle kınıyorum. :)

Bahçeye biz Ataşehir tarafından çevre yolunun altlarından geçen, yukarıda fotoğrafını gördüğünüz, tünelden giriş yapıyoruz. Alın size Alice Harikalar Diyarında… Bu da  tavşan deliğimiz:)

Tünelden çıktığınızda hemen önünüze nilüfer havuzu gelecek. Daha ilk dakikadan burayı sevmeniz için yeterli bir sebep. Ha yetmez derseniz, kurbağalar var, kazlar var, mesire alanı, çocuk oyun alanı hepsi yan yana…

Adı bahçe diye gözünüzün önüne küçük bir alan gelmesin. 8 ayrı adaya ayrılmış, bir günde ancak gezebileceğiniz bir yerden bahsediyorum.

Dışarıda acımasız kapitalizm gökyüzünü yutarken, siz içeride çiçek kokuları ve kaz sesleri ile ömür boyu mutlu olacaksınız. Tamam bizim yazımızın edebiyat değeri Lewis Carroll gibi olmuyor, siz buraya takılmayın efendim, bahçeyi gezin, çiçekleri koklayın :)

Merkez Ada, Mesire Adası, Ertuğrul Adası, İstanbul Adası, Meşe Adası, Anadolu Adası, Trakya Adası ve Arboretum Adası olarak isimlendirilen ve hepsinin aslında sizin gördüğünüzden farklı işlevli  bölümlere ayrılmış olan bahçe için günlük geziciyi ilgilendiren kısmı çevresindeki yeşil ve rengarenk çiçeklerin verdiği huzur.

Ne gördüm burasını bilimsel bir yazı olarak ele almış olsaydı, burada yapılan veya yapılmaya gayret edilen şey için çok fazla bilimsel sözcük ile birlikte ne kadar değerli ve geleceğe yönelik olduğu konusunda da bir şeyler mutlaka eklerdi.

Yazılarının temel içeriği geziler olan bir site olarak, bizim değineceğimiz ve değinmeye çoktan başladığımız şey, hafta içi veya hafta sonunuzu  (bireysel olabilir, aileniz ile olabilir, ailenizde çocuk varsa olabilir, evleniyorsanız ve fotoğraf çektirecek yer arıyorsanız olabilir) keyifle değerlendirebileceğiniz güzel bir yer hakkında birkaç kelam söz söylemektir.

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçe’sine giriş aslında ücretsiz ama bağış yapmak isterseniz, gönlünüzden ne koparsa kaidesi devreye giriyor, bu 5 TL de olabilir, 20 TL de olabilir. Gönlünüzden bir şey kopmazsa giremezsiniz denmiyor.

Bu bahçe eşinizle el ele gezmeniz, çocuklarınıza ağaçları, çiçekleri, bazı hayvanları göstermeniz için düzenlenmiş. Amacınız mangal yapmak, çizgili pijama ile plastik top peşinde koşmak, askılı atlet ile küçük tüpteki çayın posasını nereye döksek diye düşünmekse, hayır burası size göre değil, zaten bunlar yasak.

Çocuklar için yukarıda fotoğrafını koyduğum keşif bahçesi küçük ama işlevsel, hemen yanındaki mini labirent bahçe de çok eğlenceli.

Labirent bahçenin kenarındaki ahşap kuleye çıkıp şöyle tepeden etrafı seyretmek, buradan fotoğraf çekmek ayrıca keyifli.

Bu eğlenceli alanları geride bıraktıktan sonra 50 hektar üzerine kurulmuş, bazıları üzerinde özel koruma ve araştırma yapılan bitkilerden oluşan bahçeyi gezebiliriz.

Bahçe çevre yolunun adalarına kurulduğundan, buralarda bazen üst geçitler bazen de alt geçitler ile geçişler sağlanıyor.

Eğitim çalışmaları da yapıldığından, her şey o kadar mükemmel düzenlenmiş ki,bahçede çocuklar için küçük sürprizler de oluşturulmuş.

Adaları kendi isteğinize göre belli bir sırada ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. Fotoğraf seviyorsanız her yerde çekmek ve çektirmek isteyebilirsiniz.

Bahçedeki tüm bitkilerin isimleri türkçe ve latince olarak belirtilmiş. Merakınız varsa sadece bakmalık değil aynı zamanda çok şey de öğrenebiliyorsunuz.

Merkez Ada kısmında küçük bir havuz var. İçinde her daim kazlar yüzüyor.

Havuz kazların yüzmesi için, siz sadece fotoğraf çekip, izleyeceksiniz. Yanına mayo almış olanlarınız varsa aman ha diyeyim. :)

Havuzun kenarında bizim çok sevdiğimiz bir heykel var.

Böyle uzanıp ağaç dallarının arasından gökyüzünü seyretmek, hele bir de mevsiminde gelmişseniz  buram buram yasemin kokusunu almak.

Havuza çok yakın bir yerde mini bir nilüfer havuzu da mevcut.

Yazımızın kapak fotoğrafı buradan. Burası biraz soluklanmanız için de iyi bir nokta.

Daha görülecek çok çiçek var.

Merkez Ada kısmını bitirdikten sonra, Ngbb’nin en değerli alanlarından olan Ertuğrul Adası bölümüne geçelim.

Tavşan deliğimize doğru ilerlerken yine bir nilüfer havuzu sizi karşılayacak.

Havuzun tam karşısındaki geçitte fotoğraflar ve Ertuğrul Adasının anlatıldığı sesli yayın var.

Bu bölüm için sitesi şöyle diyor: “2005 yılında açılan Ertuğrul adası, II. Abdülhamit’in emriyle 1890 yılında gittiği Japonya’dan dönüşte, fırtınada batan Ertuğrul Firkateynindeki 527 denizcinin anısına dikilen anıta ithafen adlandırılmıştır.” 

 

Biz ne zaman geldiysek hep sakinlik ve sükûnetle bizi karşılayan bir yer bulduk.

Bu bölümü özellikle çok sevmemizin ilk sebebi bahsettiğim gibi her zaman sakin olması, ikincisi nilüfer havuzlarının olduğu bir bölümü olması.

Üçüncüsü de burada dinlenebileceğiniz bir kaç yerin yan yana olması

ve çok güzel bir kokunun hem uzaklardan geliyor gibi hem de hemen yanınızdaymış gibi sizi sarması.

Bahçe için daha ne söylesek bilemiyorum. Gezerken, kendiniz keşfettikçe güzelleşen bir yer burası.

İçeride yiyecek ve içecek satılan bir bölüm yok. Siz abartısız bir şeyler getirip, yeşile yayılarak,  piknik moduna girmeden ama, atıştırabilirsiniz.

Bahçede tuvalletler mevcut bunu da belirteyim de çoluk çocuk ne yapacağız diye düşünmeyin.

Ertuğrul Adası’nın üst kısmına çıktığınızda da İstanbul Adası’nı görebilirsiniz. Burada da mini bir Galata Kulesi ve mini minnacık Boğaziçi Köprüsü ile Boğazı görebilirsiniz.

Bu bölümün fotoğraflarını kaybettim. Bir dahaki sefer çekip ekleme yaparım artık.

Siz ne kadar yaratıcı olursanız burası da size o kadar kendini gösterecektir.

Dönüş yolunda Tavuskuşlarının olduğu bir yer göreceksiniz. Merkez Ada’nin içinde Yönetim binasının alt bölümünde. Eğer siz de bizim gibi uslu olursanız böylesi bir manzara ile karşılaşabilirsiniz.

Sanırım bu kadar yazı yeterli.

Yeşilin ve kırmızının ve sarının…

Yani kısaca tüm renklerin, gittiğiniz mevsime göre size en güzel yönlerini gösterdiği bir cennet burası.

Siz de, kendinize hediye alırken, önce gözünüzü, sonra ruhunuzu doyurabileceksiniz.

Belki de içinizdeki sanatçı bir şeyler fısıldayacak size.

Keşfetmenin tadını çıkartırken, yapılan doğru şeyler için şükran duyacaksınız.

Velhasıl kelam küçük bir bahçe de olsa, umut etmekten vazgeçmemek gerektiğine sizi inandıracak.

Dünyamızın bizim sevgi ve saygımıza ihtiyacı olduğunu, bu minicik yer, bir ışık gibi içinize işleyecek. Hazır olun yeter.

Son söz, diyelim ki bizim gibi Ekim ayında geldiniz, yerlerde sarıdan kızıla bir sürü yaprak var ama siz birini bile elinize alıp yukarıdaki gibi fotoğraf çekmediniz. Bahçeden çıkartmıyorlar haberiniz olsun :)

Fotoğraflar için instagram hesabımıza, videolar için Youtube kanalımıza bakabilirsiniz.

Barış, Ekim 2018

Darıca Hayvanat Bahçesi

Darıca’da bulunan Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nı çok duymuştuk ama bir fırsat bulup ziyaret edememiştik. Bugün ne yapsak diye düşündüğümüz bir cumartesi günü erkenden yola çıkıp rahatça gidip geldik. E-5’den giderken Tuzla’yı geçtikten sonra geldiğiniz Darıca kavşağından sağa ayrıldığınızda tabelaları takip ederek kolaylıkla tesise ulaşabilirsiniz.

Tesisin civarında otopark bulmak erken saatlerde çok sorun değil. Ama kalabalık geldikçe zorlaşıyor. Tesisin 100 metre kadar ilerisinde karşı tarafta kendine ait otopark alanı bulunuyor.

Oldukça büyük bir otopark alanı hazırlamışlar. Biz sabah 11 gibi orada olduğumuz için otopark epey boştu. Ama saat 3 gibi çıkarken hiç yer kalmamıştı. O nedenle erken gitmekte fayda var. Otopark ücreti biz gittiğimizde 10 TL idi.

Tesisin girişi oldukça geniş ve güzel tasarlanmış. Çok sayıda gişe mevcut, ziyaretçiler sıraya girme konusunda daha saygılı olsalar çok medeni bir şekilde girilebilir.

Giriş ücretleri değişebileceği için şuradan kontrol etmenizi tavsiye ederiz. 2018 yılı başında yetişkinler için 40 TL ücret isteniyordu. Ancak öğretmen ve polis gibi bazı memurlardan ücret alınmadığı gibi, onların eşlerinden de sadece 20 TL isteniyor. Diğer yandan, özellikle yakında oturanlar için düşünülebilecek bir yıllık abonelik seçeneği de mevcut. Sık gelecekseniz 70 TL verip bu fırsatı değerlendirebilirsiniz.

Buraya kadar anlatması güzel ama bir hayvanat bahçesi hakkında gördüğümüz hayvanların fotoğraflarından başka bir şeyler anlatmak zor olacak. Biz en iyisi bu sefer anlatmaktansa ne gördüysek gösterelim. Girince hemen solda papağanları gördük.

Meğerse burası çıkış tarafıymış, dönüp diğer tarafa geçtik. Buradan sonra yönlendirme yapmamız çok zor, pek sıralama düşünmeden anlatacağız. İlk olarak çok merak ettiğimiz Tembel Hayvan’ı gösterelim.

Camın arkasında olduğu için fotoğraf iyi çıkmadı. Ancak zaten fotoğraftan anlamak zor, arkadaşa neden tembel dendiğini aşağıdaki videodan daha iyi anlayabilirsiniz.

Bu tarafta Altın Sülün denen ve erkeği çok güzel renklere sahip olan bir sülün tipiyle karşılaştık.

Zürafa, Zebra ve Deve Kuşu aynı alanda yaşıyorlardı. Diğerleri tamam da, Zürafa beklediğimizden çok uzunmuş meğerse.

Ağır ağır hareket ediyorlar ve çok heybetliler. Boyunları da hortum gibi kıvrılıyor. Burada da bir video çekmek gerekti.

Tam karşılarında bulunan Tapir de bizi oldukça şaşırttı. Düşündüğümüzden irilermiş.

Bu civarlarda maymuna benzeyen Lemur’larla karşılaştık. Farklı tipleri topluca büyük bir kafeste yaşıyorlar ve çok sevimliler.

Gördüğümüz tüm hayvanları burada göstermemiz mümkün değilse de bazı az bulunan hayvanlardan bahsetmesek olmaz. Mesela Kızıl Panda.

Bu arkadaş da çok sevimli. Nasıl bir tatlılığı olduğunu anlayasınız diye burada da kısa bir video çektik.

Buralarda ilginç bir şekilde açıkta duran leylekleri gördük. Gidip geliyorlar mı, biz şansa mı gördük bilmiyoruz ama öylece duruyorlardı.

Leylek demişken göz alıcı renkleriyle Flamingo’ların da bir fotoğrafını paylaşalım.

Böyle sulak yerlere gelmişken iri cüsseleriyle sakin sakin duran Timsah’lardan da bahsedelim. Korkutucu bir sakinlikleri var.

Parkın en eğlenceli hayvanları olan maymunların bölgesine geldiğimizde yiyecek verilmemesi gereken hayvanlara yiyecek veren kişilerle karşılaşıyoruz. Maymunlar tabii ki yiyecek isteme konusunda uzmanlaşmışlar.

Farklı cins maymunlar ayrı kafeslerdeler. Aslına bakarsanız hapiste bu kadar çok hayvan olması insanı oldukça üzüyor ancak iyi bakıldıkları da her hallerinden belli.

Yukarıdaki küçük adada yaşayan maymun ailesinde annelerinin göbeğine sarılmış durumda bebekler de bulunuyordu. Fotoğrafta görmeniz çok zor olacağından bir video da burada çektik.

Artık iyice parkın alt köşesine gelmiştik ve büyükçe bir akvaryum yapısına girdik. İçeride bolca balık bulunan akvaryum da çok etkileyiciydi.

Büyük balıklar büyükçe akvaryumlara yerleştirilmişken daha küçükleri ayrı yerlerde bulunuyor. Çok geniş olmasa da oldukça güzel.

Akvaryum bölgesinden sonra sürüngenlerle karşılaşıyorsunuz. Çok çeşitli yılanlar var ancak heykel gibi duran şu arkadaşlar bize daha ilgi çekici geldi.

Bu bölgeden çıkınca dev gibi bir Gergedan ile karşılaştık. Belgesellerde gördüğümüzden çok daha iriymiş. Fotoğrafta yine tam anlaşılmıyor ama yanındaki kapı ile ölçeklerseniz hissedebilirsiniz. Çok kocaman.

Sonrasında sakin sakin yemlenen Lama’lar ile karşılaştık. Değişik hayvanlar.

Buraya kadar çok hayvandan bahsettik ama arada gördüğümüz siyah Jaguar’dan bahsetmedik. Oldukça sinirli görünüyordu, etrafı da çok korumalıydı, düzgün bir pozunu yakalayamadık. Onu siz gidip görürsünüz, biz büyük kedilerden Kaplan’ı gösterelim.

Öyle böyle değil, kocaman. Parmaklıklara rağmen huzursuzluk veriyor. Ama yine de bir Aslan değil. Buyrunuz.

Görmeyi en çok istediğimiz hayvanlardan olan Penguen’leri de bu civarlarda bulduk. Çok sevimli hayvanlar ve şahane yüzüyorlar.

Ancak parkın yıldızları iki Boz Ayı. Her gün 14:30 gibi bahçeye çıkan bu arkadaşlar hem sevimliler hem de ciddi atletik oldukları çok belli.

Yaklaşık 3 saat süren gezimizde burada gösterdiğimizden çok daha fazla hayvan gördük. Aynı zamanda burası bir Botanik Park ve hayvan sayısından daha fazla bitki türü olduğunu da belirtmek lazım. Ancak biz hayvanlara bakmaktan bitkilerle fazla ilgilenmediğimizi itiraf edelim. Uzmanlığımız da olmadığından yorum yapmayalım daha iyi.

Siz de bir gününüzü bu güzel parka ayırırsanız pişman olmazsınız. Çok emek olduğu belli ve ziyaretçileri memnuniyetle ağırlıyorlar. Biz girmedik ama parkın bir bölgesi de çocuklar için eğlence parkı niteliğinde tasarlanmış, orada da güzel zaman geçirilebilir.

Gürkan, Mart 2018

Aydos Ormanı

Hafta sonu gelince, hele bir de hava güneşli olunca nereye gitsek diye düşünüp duruyoruz. Bu sefer bugüne kadar nedense gitmediğimiz Aydos Ormanı’na gitmeye karar verdik. Sizin de bu güzel yerden haberiniz olsun diye de anlatalım istedik.

Aydos Ormanı, Anadolu yakasında Kartal’ın yukarısındaki Uğur Mumcu mahallesi ile Sultanbeyli arasında bulunuyor. Doğuda Kurtköy’e kadar da uzanıyor. Aşağıda gördüğünüz gibi şehrin göbeğinde yer alıyor.

Ormanın hem Uğur Mumcu’nun üzerinden geçen Yakacık caddesinden hem de Sultanbeyli tarafından girişi var. Yukarıdaki haritada da görülen göl kenarına gitmek için Sultanbeyli girişi daha yakın ama orman içindeki yollar iyi durumda olduğundan çok da farketmez. Orman alanına giriş ücretli. 2017 yılı ücret tablosu aşağıdaki gibi. Biz şubat 2018’de gittik ama tablo hala geçerliydi.

2018 Ekim’de tekrar gittik ve eskinin üzerine yeni liste asıldığını gördük. Yeni fiyatlar aşağıdaki gibi olmuş.

Görüldüğü gibi pek de ucuz sayılmaz. Ancak içerisi çok büyük ve kalabalık zamanında bile sakin bir köşe bulunabilir olduğunu tahmin ediyoruz. Biz 5 numaralı kapıdan girdik. Girdikten sonra karşıdaki tepe korkutucu ama asfalt yol sola kıvrılıyor. Her köşede “Göle Gider” tabelaları bulunduğundan kaybolmak zor.

Buradan itibaren piknik alanları başlıyor. Biz göle gideceğiz dediğimiz için 17 lira ödeyip fiş almıştık. Girişteki görevli fişi kaybetmeyin, yukarıda sorarlar dedi, gerçekten de sordular. Tahminim girişteki piknik alanlarına gelenlerden bu bedeli almıyorlar. Ya da yanılıyorum, denemedim, yanlış söylemiş de olabilirim. Öyle ya da böyle, biraz ilerleyince yolumuzu bir keçi sürüsü kesti.

Şehirden daha 5 dakika bile uzaklaşmadan keçilerle karşılaşmak insana uzaklara gitmiş gibi hissettiriyor. Neredeyse sırf bunun için gitmeye değer. Yukarıda bahsettiğim gibi yol asfalt ve bir miktar çukurlu olsa da oldukça rahat. Biraz daha ilerleyince büyük bir açıklığa çıkılıyor.

Aramızda bu açıklığın yazın mangal dumanıyla kaplı olma ihtimali çok yüksek derken sağda solda piknik yapanları farkettik.

Fotoğraflardan anlaşıldığı gibi orman çok büyük. Ağaçların arasına geleneksel ahşap piknik masalarından yerleştirilmiş. Piknikçiler bazılarını bir araya getirmişler bazıları ise uzak aralıklarda duruyorlar. Bu masaların kullanımı ücretsiz.

Biz gittiğimizde neredeyse hepsi boştu ama yazın boş masa bulunacağını tahmin etmiyoruz. Diğer yandan ağaçların arasına araçlar rahatça girebildiğinden, masanın yanına arabasını çekenler de bulunuyordu. Biz göl tabelalarını takip edip meydandan sağa döndük ve az ileride göl ile karşılaştık.

Bu yokuştan aşağıya inen araçlar vardı ama biz cesaret edemedik ve sağa dönüp parkettik. Zaten o tarafta bir tesis varmış.

Tipik uyarı levhaları arasından göle doğru indiğinizde göl kenarında küçük bir otopark bulunuyor. Ama bizce yazın buralar hep araba dolar, trafik olur.

Sağdaki tesis genişçe bir restoran. Et yemek isterseniz deneyebilirsiniz. Sadece çay içmek isteyenlere de hizmet veriyorlar gibi görünüyordu. Yolun aşağısına indiğinizde göle varmış oluyorsunuz.

Buranın aktivitesi ise göldeki ördeklerin fotoğrafını çekmek, etrafta dolaşan horozlara bakmak ve zamanınız varsa deniz bisikleti ile gölde dolaşmak. Yarım saati 20 lira, bir saati 30 lira.

Yok ben göl kenarında yürüyüş yaparım diyorsanız maalesef bu tarafta bu pek mümkün değil. Karşı kıyıda bir yürüyüş yolu var gibiydi ama biz o tarafa geçişi bulamadık. Bu tarafta ise göl kenarı mangal masaları ile dolu.

Masaların arasından yürünebilir tabi ama zemin bir parkur gibi değil. Buraya kadar gelip de bir semaver çay içeriz diyenler için de fiyat listesini paylaşalım, belki gelirken termosta çay getirirler.

Göl kenarında biraz turladıktan sonra yukarıdaki açık alana tekrar geri döndük ve gözümüze kestirdiğimiz bir aralıktan ormana daldık.

Ne de olsa orman. İnsana huzur veren kokusu, bol oksijeni, çiğ düşmüş otları ile keyif dolu. Uzaktan TEM bağlantı yolunun gürültüsü de gelmese çok daha güzel olacak ama bu da oldukça yeterli. İlerledikçe yol da daralıp iyice patika haline geliyor.

Arazi aracı ile bu yollardan epey dolaşılabileceğini tahmin ediyoruz. Zaten sanki birileri sık sık geçiyormuş gibi görülüyor. Bu bol oksijenli yürüyüşten sonra arabamıza binip geriye döndük. Sultanbeyli tarafındaki kapıya da baktık ama bize ters olduğu için yine Uğur Mumcu tarafına döndük. Meğerse bizim girdiğimiz kapıdan daha geride dördüncü, üçüncü, ikinci ve birinci girişler bulunuyormuş. O tarafa giden yol üzerinde eğlence parkı niyetine yerleştirilmiş bir gondol vardı.

Daha da ilerlediğimizde bir de macera parkı ile karşılaştık. Muhtemelen yazın açılan bu parkın içinde ağaç tepelerinde cambazlık yaparak yürünen ve başka bazı zorluklara sahip parkurlar bulunuyordu. Güzel bir havada keyifli zaman geçirilebilir gibi görünüyordu.

Kısacası, üç saat kadar zaman geçirdiğimiz Aydos Ormanı’nın muhtemelen sadece bir kısmını görebildik. Haritada da görüldüğü gibi çok büyük bir alana yayılan bu güzel ormanın şehirin içinde yaşamaya devam etmesini umarak ayrıldık. Havalar ısınınca tekrar geleceğimizden eminiz.

Gürkan, Şubat 2018

Pera Müzesi

İstanbul’un havasını, suyunu, kavgasını, pisini, trafiğini, kalabalıklığını ve alelacele yaşamasını çekenlerinden biri olarak, bu şehirde bizi tutan iş, aş ve eğitim gibi medeni ihtiyaçlarımızın yanına, bu şehri asıl büyükşehir yapan daha medeni bir ihtiyacı karşılama özelliği ile vazgeçilmez bulmuyor muyuz? Sanat, sanat ve sanat…

Evet, bence çok alengirli olan yazıya bu girişten sonra, sömestır tatilini de bahane ederek, bir de müze kart olayı var sonra değineyim, Kadıköy’den güneşli bir günde bindik martılar ile Karaköy vapuruna ve ver elini Galata… Hop Beyoğlu, yürüyerek de çıkılabilir ama biz “tarihin ilk metrosu efendim” diye öğündüğümüz fakat üstüne tek bir çivi dahi çakmadığımız küçük, minik, mini minnacık füniküler ile çıktık Asmalımescit denilen, İstiklal Caddesi’nin kimine göre başı, kimine göre sonu olan yere.

Tabi ki, çalışmalar bitmiş ve o muhteşem İstiklal Caddesi, görüntüsü geri gelmiş durumda bizleri karşıladı. Hem de 1970’lerde gibi modern. Yazıda aslında söylemek isteğini başka türlü söyleme sanatına ne deniyordu, kinaye mi?

Yoğun bir çekirge istilasının arasından (nedenini bilmiyoruz, sanırım böyle bir konsept var) eskiden kitap fuarının yapıldığı (hey gidi hey, resmen yaşımız çıktı ortaya, evet gençler biz kitap fuarı için şehir değiştirmiyorduk, kitaplarımızı buradan alıp Taksim’de de iki bira yuvarlıyorduk. Sizin için üzgünüm :) ) TRT binasının karşısındaki Pera Müzesi’ne geliyoruz.

Pera Müzesi, Suna ve İnan Kıraç Vakfına ait bir müze. Eğer müze+ kartınız var ise yılda bir defaya mahsus, bu 5 katlı müzeyi ücretsiz olarak ziyaret edebiliyorsunuz. Hadi gene iyisiniz!

Siz yazıyı okurken olacak sergi ile bizim yazdığımiz sergi farklılık gösterebileceğinden, ki kesin gösterir, müze ile ilgili buraya tıklayarak geniş bilgi alabilirsiniz. Pera Müzesi resmi sitesi

Benim anladığım kadarı ile çok bahtsız bir kişiyseniz müzeye girişte sizden ücret talep ediyorlar, zira para almamak için ellerinden geleni yapmışlar gibi bir hisse kapıldım.

Buradan yetkililere sesleniyorum, yok Cuma bedava, yok öyle bedava, yok böyle bedava kardeşim giriş bedava deseniz olmaz mı? Sudokuya çevirmişsiniz müzenin giriş ücretini.

Dedik bari şu montlarımızı çantalarımızı vestiyere bırakarak, müze giriş ücretini bir şekilde ödemiş olalım, demezler mi “ne münasebet, vestiyerimiz ücretsizdir” diye.

Evet, şımarıklığımızı da yaptıktan sonra, 5. kata çıkarak müzeyi dolaşmaya başlayabiliriz. Biz geldiğimizde “Look At Me” teması en üst katı süslüyor ve yukarda gördüğünüz aslında aynı olan ama farklı yaşlardaki halleri mevzu bahis bu abi “anam ne oluyor” tadında bir küçük şaşkınlıkla bizi karşılıyordu.

Şahsım adına söylüyorum, Robert De Niro abimin Heat filiminde otel odasında kötü adama söylediği “look at me” repliğini özümsemiş biri olarak, bu temanın beni etkileme şansı mevzu bahis bile olamaz. Böylece bir sanat eseri hakkındaki sanatçı intiharına neden olabilecek bu eleştirimden sonra, gezmeye devam edelim.

Espri bir yana, bir sanat yapıtının en işlevsel yanlarından birini bu çağdaş sanat koleksiyonunda bulabiliyorsunuz; kendine bakma. Farklı insanların portrelerine bakarken, kendi kendimizi de görme fırsatımız oluyor.

Beş katlı olduğunu belirttiğimiz müzenin her katı farklı bir tema üzerine kurulu. 4. katta suç mahalli foğraflarının farkı bir şekilde yorumlanması ile oluşmuş bir seçki varken, 3. katta  mimar Louis Isadore Kahn seçkisi var.

Kaliforniyalı mimarın bu sunusunu özellikle bu dala ilgi duyanların kaçırmaması gerekir.

2. kata geldiğimizde belki de müzenin en etkileyici tablosu ile karşılaşıyoruz.

Osman Hamdi Bey’e ait Kaplumbağa Terbiyecisi… Kültürel bir yakınlıktan mı yoksa çok bilirinirlikten mi olduğunu kestiremediğim bir muhteşemlik duygusu ile izledim 1906 yılı yapımı bu yağlıboya tabloyu.

Aynı katta bulunan “Kesişen Dünyalar” sergisinin “Elçiler ve Ressamlar” bölümü de Osmanlı ile ilgili enteresan bilgiler sunması açısından etkileyici.

Birinci kata geldiğimizde şahsen çok beğendiğim iki sergi ile karşılaştım. İlki Anadolu’da kullanılan ağırlık ve ölçüler sergisi, hep isimlerini duyduğumuz ama fiziki olarak görmediğimiz, arşın, dirhem, kantar gibi kelimelerin ete kemiğe büründüğü merdivenin sağ tarafındaki sergi.

Burası için Youtube kanalımızda bir video da var. Aşağıda izleyebilirsiniz.

Anadolu Medeniyeti tabirinin ne olduğunu anlamak için bu katı ziyaret etmenizi özellikle öneriyorum.

Aynı katta merdivenin sol tarafındaki ikinci sergi ise Osmanlı’da Kahve kültürü üzerine, fincanlar ve diğer eşyalarla ilgili.

Özellikle ” Bu fincanı siz İstanbul’a gönderin orada her şeye bir kulp takarlar” sözü hala güncelliğini koruyor gibi.

Kantarının topuzunu kaçırmadan, Pera Müzesi’ne teşekkür ederek bitirelim. Elinizdekinin kıymetini bilmeniz dileği ile …

 

Barış, Ocak 2018

Kartalkaya Kayak Merkezi

Genelde günübirlik kayak yapmaya Kartepe‘ye gitsek de, cuma gidip pazar dönmeli kayak turumuzu Kartalkaya’ya planladık. İstanbul’a daha uzak olsa da, daha çok pisti olan bu bölgede Kaya Palazzo otelde konakladık, oldukça rahat ettik.

Kartalkaya, İstanbul’dan yaklaşık 300 km uzakta ve TEM otoyolu Bolu – Doğu gişelerinden çıktıktan sonra dağa doğru yarım saat tırmanışla toplamda yaklaşık 3,5 – 4 saat kadar süren bir yolculukla varılıyor. Hava şartlarına göre değişse de, tırmanışın ilk 15 dakikasından sonra yolda kar çoğalmaya başlıyor.

Dönüşümüzde daha çok kar yağdığında daha iyi anladığımız üzere bu yolun Kartepe çıkışı gibi iyi temizlenen bir yol olmadığını belirtelim. Yol üzerinde bolca zincir satan ve takan mevcut ancak siz yanınıza zincir almadan buralara çıkmasanız iyi olur. Kartalkaya zirvesinde aslında iki farklı bölge var. Birisi çıktığınızda solda kalan Kartal Otel ve pistleri, diğeri sağda kalan Dorukkaya Otel ve Kaya Palazzo Otel pistleri. Kartal ve Kaya olarak ikiye bölünüyor gibi hissettiriyor. Aşağıdaki fotoğrafta Kartal tarafı pistleri görülüyor.

Biz Kaya tarafında kaldığımız için Kartal tarafı hakkında maalesef bilgi veremeyeceğiz. İki tarafta da çalışan ski-pass olmadığından biz sadece Kaya tarafında kayabildik. Oteller bölgesine vardığınızda sizi önce Kartal Otel karşılıyor.

Otelin önünden mecburen sağa dönünce Dorukkaya Otel’in bulunduğu bir meydana, devam edince Jandarma ve daha ilerisinde de Kaya Palazzo’nun önüne geliyorsunuz ve yol bitiyor. Açıkcası başı ile sonu arasında en çok 500 metre olan bu bölgede fazla alternatif bulunmuyor. Kaya tarafı pistlerinin birleşim noktasında bulunan Drop Lounge, Palazzo Otel’den şöyle görünüyor.

Hem yukarıda Kartal Otel’den dönünce varılan meydanda, hem de Drop’un civarında araç park edecek yer bulmak mümkün. Tek bir tesisin alanı olmadığından olsa gerek, park bedeli isteyen kimse bulunmuyor. Diğer yandan, Bolu hariç günübirlik gelinecek mesafede büyük şehir olmadığından, pazar günü bile ortalık çok kalabalık değildi ama yukarıdaki meydanda bolca tur otobüsü bulunuyordu. Cumartesi günü ise orası bile oldukça boştu. Meydan dediğimiz de şöyle bir açıklık aslında.

Gelelim otele ve pistlere. Palazzo’dan piste çıkış noktasında özellikle kayak dersi alanlar ve çocuklar için hayatı çok kolaylaştıran bir yürüyen bant sistemi bulunuyor. Gerçekten çok pratik ve hızlı bir sistem.

Bandın solunda gördüğünüz açıklık ise hafif eğimli ve geniş bir alan. Genelde ders alanlarla dolu ve alttan geçen ve ana telesiyeje giden piste inmek için herkes burayı kullanıyor. Yine de kalabalık olmuyor. Kayak bitince yine bu bandın önüne gelip sakince otele doğru çıkıyorsunuz. Aşağıdaki gibi.

Bu bandın alt tarafından geçen pistten sağa doğru kayarak zirveye çıkan telesiyejin önüne geliyorsunuz. Pistlerin en alt noktası burası ve pistlerdeki tek telesiyej de burada. Bunun haricinde tüm çıkışlar teleski ile yapılıyor. Neredeyse tüm pistlerin de bir şekilde bu noktada bittiğini söyleyelim.

Telesiyej dörtlü oturma düzenine sahip olduğundan önünde uzun kuyruklar oluşmuyor. Ayrıca kabinlerin korumalı olması da sert havalarda oldukça konforlu bir çıkış sağlıyor.

Tırmandıkça sol tarafta oteller görünmeye başlıyor. Pistlerin genel yerleşimini anladıkça bu manzara daha anlamlı olmaya başlıyor.

Biz kaldığımız süre boyunca yoğun sis nedeniyle güneşi görmeye pek fırsat bulamadık ve genelde zirveye yaklaştıkça aşağıdaki gibi ineceğimiz noktayı görmeye çabaladık.

Güneşin yüzünü gösterdiği bir fırsatta aynı yolculuğu aşağıda gördüğünüz manzarada yapma şansına da sahip olduk. Ama gerçekten sadece bir sefer.

Zirveye çıktığınızda soldan en zor pistlere iniliyor. Sağdan ise en keyifli pist olduğunu düşündüğümüz arka piste gidiliyor. Hem eğimi ortalamanın üstünde hem de oldukça geniş bir pist. Ama görevlilerin söylediğine göre bu pistte kaybolmak kolay olduğundan, hava sisli iken bu pist kapatılıyor. Genelde sis olduğundan biz sadece bir sefer kayabildik. Çıkışta teleski ile tekrar zirveye dönülüyor. Teleski kullanamayanlar buraya inmesinler.

Zirveden sağa ya da sola değil de direk karşıya giderseniz nispeten kolay pistlerden otele ya da Drop Lounge önüne inebiliyorsunuz.

Bu tarafa inen pistler özellikle sisli havada çok farklı gibi gelseler de aslında oldukça benzer yapıdalar. Güneşin yüzünü gösterdiği bir sabah otelden bu tarafın pistleri aşağıdaki gibi görünüyordu.

En ilgi çekici kısım olan ve telesiyejden iner inmez sola ayrılan zor pistlerden de bir kaç görüntü paylaşalım. İlk dönüşten sonra bir kavşağa geliyorsunuz.

Buradan sağa ayrılan pist oldukça dik ve epey uzun. Çok keyifli bir inişi var. Bu inişin ortalarında çekilmiş bir videoyu da burada paylaşalım.

Ancak sağa değil de tam karşıya giderseniz adının Olimpiyat olduğunu tahmin ettiğimiz çok dik bir piste geliyorsunuz. Bu pistin açık havada telesiyejden görünüşü aşağıdaki gibi. Fotoğrafta tepede sağdaki büyük kayanın solunda bir kayakçıyı görebilirsiniz. Çok dik ve zorlu bir pist. Yine de eğlenceli.

Böylece gördüğümüz kadarıyla Kaya tarafı pistlerini anlatmış olduk. Kayağa giden herkesin aklındaki ekipman kiralama işini de anlatalım. Dağa çıkarken yol üzerindeki bazı tesislerden kayak ve kıyafet kiralayabileceğiniz gibi otelin altındaki firmadan da kiralaybilirsiniz. 2018 ocak ayında fiyatlar aşağıdaki gibiydi.

Kayaktan arta kalan zamanımızda, bir de ATV turu yaptık. Paletli ATV araçlarla civardaki karlı bir yolda yapılan tur epey zevkli ancak o karlı yola gitmek için asfalttan gidip gelmenin pek de bir zevki yok. Merak eden katılabilir ancak kayak yapmaktan daha zevkli değil.

Son olarak dönüş yolundan bahsedelim. Pazar öğleden sonra dönüşe geçtiğimizde epey kar yağıyordu. Normalde açık olan yol karla kaplanmıştı ve oldukça kaygandı.

Başta dediğimiz gibi, kesinlikle zincirsiz girilmemesi gereken bu yolda pazar günü dağa çıkmaya çalışanların oluşturduğu kuyruk oldukça uzundu. Zinciri olanlar hareket edebiliyor olsalar da, zincirsiz olup yolda kalanlar yüzünden yukarıya çıkamıyorlardı.

Son bir not, eğer Kartal Otel tarafını merak ediyorsanız o taraf hakkında detaylı bilgi bulabileceğiniz şuradaki yazıyı okumanızı tavsiye ederiz.

Gürkan, Ocak 2018

Melen Çayı’nda Rafting

İstanbul’da yaşayıp da hafta sonu ne yapsak diye düşünenler için bir alternatiften bahsetmek istiyoruz. Melen Çayı’nda 13 km uzunluğunda zorlu bir parkurda rafting yapmak. Önce ne kadar uzakta olduğunu ve asıl gideceğinizi anlatalım, sonra detaylara gireriz.

İstanbul Anadolu yakasından yaklaşık 190 km uzaklıkta olan ve ortalama iki buçuk saatte varabileceğiniz bir mesafeden bahsediyoruz. TEM’den Hendek çıkışından çıkıp E-5’den Ankara istikametine devam ediyorsunuz. Cumayeri kavşağından sola ayrılıp kuzeye devam ettiğinizde 8 km sonra Dokuzdeğirmen Köyü’ne ulaşıyorsunuz. Basit bir krokiyi aşağıda verelim.

Dokuzdeğirmen Köyü’nde birden çok rafting tesisi var. Biz kalabalık bir ekip olarak Tahura Park içindeki Body Rafting ile turumuzu gerçekleştirdik. Kendi araçlarımızla gidip geldik, kişi başı 100 TL ödedik, çok da memnun kaldık. Yönlendirme tabelalarını takip ederek rahatça gelinen tesise oldukça dik bir rampadan inilerek varılıyor.

Derenin kenarında yer alan tesisin geniş bir arazisi var ve konaklama için bungalowlar mevcut. Aşağıdaki alanda bolca park yeri mevcut. Yokuşun dik olmasından tasalanıp araçlarını yukarıda bırakanlar da vardı ancak kuru havada çıkış sıkıntılı olmuyor.

Melen Çayı’nın kenarına indiğinizde rafting yapacağınız akıntının gücünü hemen hissediyorsunuz.

Oldukça geniş bir nehir yatağı olmasına rağmen akan suyun miktarı çok fazla.

Tesisin nehir kenarında bu güzel manzaraya hakim güzel bir restoranı var. Üst katta soba yanıyor ve sevimli bir balkonu var.

Doğanın canlılığını sadece nehir ve yeşilden değil, arkanızdaki çalıların arasında hışırdayan küçük kertenkeleden de anlıyorsunuz.

Bu kadar çevreden bahsettikten sonra gelelim raftinge. Mart ayında soğuk sulara girmek için öncelikle neopren kıyafet giymeniz gerekiyor. Can yeleğinizi giyip kaskınızı da taktıktan sonra bota binmeye hazır oluyorsunuz.

Botları suya indirmeden önce yaklaşık 20 dakika süren bir güvenlik eğitimi alıyorsunuz. Nasıl kürek çekeceğinizden, suya düşerseniz ne yapmanız gerektiğine kadar oldukça detay anlatılan bu eğitimde öğrendikleriniz suda çok işinize yarıyor.

Ve sonunda suya indiğinizde mart ayında olmanın getirdiği bol su akışı sayesinde çok eğleneceğiniz bir macera başlıyor. Suyun çok ama çok soğuk olduğunu belirteyim, aşağıda bizim botun bir fotoğrafını görüyorsunuz, anlaşılacağı gibi ıslanmamak pek mümkün değil.

Bir saati geçen sürede neler yaşadığımızın kısa bir özetini aşağıdaki videoda görebilirsiniz.

Parkurun sonunda servis araçlarına binip tesise geri getiriliyorsunuz. Rafting yapmak hem çok zevkli hem de çok yorucu. İlk fırsatta denemeniz lazım.

Gürkan, Mart 2017

Motosikletle İznik

İznik, İstanbul’a yakın olan ve motosikletle gitmek için keyifli olan yerlerden birisi. Ancak okuyacaklar için baştan söyleyeyim, bu yazıda İznik hakkında detaylı bir bilgi yok, sadece nasıl gittiğimiz ve yolda neler gördüğümüz bulunmakta.

İznik’e gidiş normalde çok kolay. Feribot ile Yalova’ya geçip, Orhangazi’ye kadar devam edip, soldan İznik tarafına ayrılarak rahatça gidiliyor. Ancak biz daha virajlı, sakin ve yeşillikler içindeki yolları tercih ettiğimizden daha uzun ve keyifli bir yolu seçtik. İzmit Körfezi’ni dolanarak gittik ama onu da otoyoldan değil, Şekerpınar’dan ayrılıp dağ yolundan geçerek yaptık. Sonrasında da Karamürsel’den ayrılıp yine dağ yolundan geçerek İznik Gölü kenarına geçtik. Rotamızı aşağıdaki haritada işaretledim.

Iznik-Rota

Bu sefer turumuzu 6 motosiklet ve 7 kişi ile yaptık. Sabah Ataşehir’de buluşup kahvaltı yaptık ve güzergahımız ile yol dizilişimizi kararlaştırdık. Sonrasında TEM’den devam edip Şekerpınar çıkışından ayrılarak Balçık Köyü yoluna devam ettik.

Şekerpınar ile Kocaeli arasındaki yol Balçık, Mollafenari, Denizli ve Sevindikli köylerinden geçerek Kocaeli Üniversitesi kampüsüne varıyor. Çok keyifli bir yol. Hafta içi çok sayıda kamyon olduğu söyleniyor ama pazar günü oldukça sakindi. Bol virajlı olan yolda rahatça yol aldıktan sonra Kocaeli’ye iyice yaklaştığımız bir noktada mola verdik.

Iznik-Izmit-1

Bu noktada manzara gerçekten çok güzel, sonrasında üniversite kampüsüne gelmiş oluyorsunuz, devamında da tepeden şehire iniliyor.

Iznik-Izmit-2

İznik’e gitmek için yola çıkmış olmasaydık, etrafta görülen toprak patikalardan birine girip çok keyifli zaman geçirirdik. Ama amacımız belli olduğundan biraz dinlenip yola devam ettik. Patikaların bazıları orman yangını müdahale yolu ancak bazıları ulaşılabilir durumda.

Iznik-Izmit-3

Tepeden Kocaeli merkeze değil de Kandıra yoluna inip, Yalova yoluna devam ettik. Körfez’in alt tarafına geçtiğimizde çay içmek için bir mola vermek istedik ve sahile direk girişi olan Halıdere’de durduk.

Halidere-1

Denizin üstüne kurulmuş bir çay ocağı bulup oturduk. Lezzetli çaylarımızı içerken bu kadar yol geldikten sonra sanki boğazdaymışız gibi önümüzden geçen vapurla daha da keyiflendik.

Halidere-2

Halıdere’den ayrıldıktan sonra, Karamürsel’den İznik tabelasını takip ederek dağa doğru çıkmaya başladık. Buralarda denizden biraz yükselince binalar hemen kayboluyor ve yol yeşilliklere bürünüyor. Karapınar köyünden geçerken fotoğraf çekmek için bir mola daha verdik. Yeşilin ve körfezin güzelliğini aşağıda görebilirsiniz.

Karapinar-Manzara

Karamürsel’den İznik gölüne geçilen yol çok keyifli. Köylerden, ormandan ve verimli tarlaların arasından geçen yolda bir müddet gittikten sonra bir dere kenarında mola verdik.

Iznik-Dere-2

Biz genelde asfalt yolları kullanan motosiklet sürücüleriyiz ama fırsat buldukça yoldan ayrılmaya çalışıyoruz. Bu derenin içinden bir yol geçtiğini farkedince sudan geçmeye karar verdik.

Iznik-Dere-1

Derenin içinde orta büyüklükte taşlar var. Suyun derinliği yaklaşık 20 cm ve debisi de fena değil. Arada taşlara takılsak da, dereyi geçebildik. Dereden sonraki patikadan tepeye çıkınca motosikletle şehirden uzaklaşmakla ne kadar iyi yaptığımızı anladık.

Iznik-Dere-3

Buralara gelince sanki insanın gözlerinden bir perde kalkıyor, renkleri görmeye ve doğayı koklamaya başlıyor. Aslında ne kadar yakınız buralara.

Bu moladan sonra tekrar durmadan İznik’e vardık. Pazar günü olduğundan oldukça kalabalıktı. Göl kenarına indik ve lalelerle renklenmiş küçük bir meydanda çay içtik.

Iznik-1

İznik, hristiyanlığın en önemli olaylarından İznik konsilinin toplandığı, çok önemli bir tarihe sahip olan bir kent. Bolca tarihi esere sahip ancak biz bu eserleri gezecek zamana sahip değildik. Bu nedenle bu eserlerle ilgili bilgi veremiyorum.

Göl kenarı ise kentte yaşayanlar ve ziyarete gelenler için ciddi bir nefes alma yeri olmuş.

Iznik-2

Alabildiğine uzanan İznik Gölü, insana deniz kenarındaymış gibi hissettiriyor. Bu güzel havada masmavi suların kenarında ağaçların altında güzel zaman geçirenler vardı. Buralara gelirseniz aklınızda bulunsun, sahile arabayla girmek pek akıllıca değil, hem park yeri sıkıntısı var, hem de trafikte çok zaman kaybedersiniz.

Iznik-3

İznik’te biraz dinlendikten sonra dönüşe geçtik. Geldiğimiz yolu çok sevdiğimizden yine aynı yolu kullanmak istedik. Ancak yolun yarısından sonra Karamürsel yerine Altınova’ya çıkan bir rotaya saptık.

Dönüşte gördüğümüz Valideköprü köyüne ismini veren Valide Sultan Köprüsü’nün de üstünde geçtik. Yeni restore edilmiş bu köprüden araç geçişi yok, ancak motosikletle geçilebiliyor.

Valide-Sultan-Koprusu

Gerçekten başarılı bir restorasyon yapılmış. Bu köprünün, Kösem Sultan olarak da bilinen Valide Sultan tarafından yapıldığı söyleniyor ancak bazı kişiler aslında daha yakın tarihli olduğunu iddia ediyorlar. Biz bu karmaşaya girmeden, çok güzel bir köprü olduğunu söylemekle yetinelim.

Valideköprü ile Altınova arasındaki yol daha da güzeldi. Durup da fotoğraf çekmeye fırsat bulamadım ama derin bir vadinin kenarından geçen yol çok keyifliydi. Bu yoldan rahatça Altınova’ya çıktıktan sonrası Yalova tarafına dönüş, Topçular’dan arabalı vapura biniş, Eskihisar’a geçiş ve sonrasında evlere doğru yolculuğa devam.Bu tarafa geçtikten sonrasında ilginç bir şey yok, her zamanki gibi arabalar, trafik, kornalar ve binalar…

Gürkan, Nisan 2016