Napoli, uzun zamandır görmek istediğimiz bir şehirdi. Sadece Napoli’yi değil, aynı zamanda çevresindeki diğer güzellikleri de görme şansına eriştiğimiz bu turda Napoli’de 4 gece konakladık. Bir gün Pompei’yi, bir gün Capri adası’nı, bir gün de Sorrento, Positano, Amalfi ve Ravello’yu gördük. Bahsettiğimiz yerleri aşağıdaki haritada işaretledik, özetle Napoli körfezi ve civarını turladık diyebiliriz.
Biz turumuzu Napoli’den başlayıp anlatacağız. Sırasını beklemeden diğer yerleri görmek isteyenler aşağıdaki listeden seçerek hızlıca istedikleri yere gidebilirler.
Napoli kalabalık bir İtalyan şehri. Çok bir özelliği yok gibi görünüyor ama halkın doğallığı ve sıcakkanlı hali insanı rahat hissettiriyor. Turistlerin tipik rotasını izleyelim ve Galleria ile başlayalım. Bu pasaj, haşmetli ve simetrik görüntüsüyle oldukça ilgi çekici bir yapı.
Rehberimizin söylediğine göre Napoli, buradaki Galleria ile Milano’daki Galleria ile yarışıyormuş. Şehrin bir de Vatikan’daki San Pietro meydanı ile yarışmak isteyen Plebiscito meydanı var. Bu meydan da oldukça büyük ama bir San Pietro değil.
Aslında Napoli çok dağlık bir şehir. Plebiscito meydanı turistik diyebileceğimiz bölgenin merkezinde yer alıyor. Alt tarafında liman ve limanın hemen önünde Nuovo Kalesi bulunuyor.
Meydandan başlayarak denize dik devam eden Via Toledo yani Toledo caddesi, mağazalarla dolu ve en kalabalık bölge. Günün her saatinde canlı.
Toledo’nun sol tarafı oldukça dik bir yamaca dayanmış durumda. Dağa doğru çıkan sokaklarda pizza restoranları ve hediyelik eşya mağazaları bulunuyor.
Hatta bu yüksek yamaca çıkan ve bizim Tünel’e benzeyen bir funikülerin istasyonu da bulunuyor.
Bu funiküler’in girişinde bir bilet gişesi gözümüze çarptı. Bizim turumuza dahil olan ve bir iki gün içinde gideceğimiz yerlere günlük turlar yapan bir firma ve fiyat listesi bulunuyordu. Gideceklere faydalı olacaktır. Liste aşağıda.
Toledo’dan yukarıya doğru yürüyüp sağa dönünce daha yerel yerlere ulaşmış oluyorsunuz. Az ileride Nouvo meydanına çıkılıyor. Ortasında büyük bir anıt olan, bunun dışında pek bir özelliği olmayan bir meydan.
Bu meydandan sağa dönünce tipik bir Napoli sokağına varıyorsunuz. Bir tek balkonlarda çamaşırlar eksik, o da hafta sonu olmadığından olsa gerek.
Yokuş aşağı devam ettiğinizde tekrar sahile çıkıyorsunuz ve sağda ünlü Neptün çeşmesiyle karşılaşıyorsunuz.
Böylece Galleria’nın önüne dönerek bir tur atmış oluyoruz. Buradan otelimize giderken gece rotasını takip edelim. Plebiscito’dan Toledo’ya girerken hemen sola Via Chiaia’ya dönerek kalabalığa karıştık.
Buralar gerçekten gündüzden daha kalabalık halde. Mağazalar açık ve oldukça kalabalık. Restoranlar akşam 7’den önce servise başlamıyorlar, o nedenle herkes sokakta ya da kafelerde.
Bu yolun devamında sola dönüp bolca kafenin arasından geçerek deniz kenarındaki otelimize doğru yürüdük. Yol üzerindeki sıkışık motosiklet parklarını da burada paylaşalım, bırakın arabayı küçücük motosiklete bile park yeri bulmak dert bu şehirde.
Otelimize geldiğimizde az ileride bolca polis ışığı ve bir kalabalık gözümüze çarptı. Merakımızdan gittik ve Napoli ile maçı olan Inter futbol takımının geldiğini ve otellerine yerleştiğini gördük. Güzel bir hatıra oldu, paylaşalım.
Biz sahilde dell’Ovo kalesinin tam karşısındaki Hotel Royal Continental‘de kaldık. Hem her yere yakındı hem de deniz kenarında ve kalenin hemen önündeydi.
Kalenin kara tarafına bir küçük marina yapmışlar. Marinaya bakan restoranlar da çok kaliteli ve çeşitli. Aşağıdaki fotoğrafta arkada görülen dağın ünlü Vezüv yanardağı olduğunu da söyleyelim.
İlginç bir başka ayrıntı da, kalenin hem sağında hem de solunda denizin üstünde yüzen siyah kutucuklar olmasıydı. Sabah gün ağarırken gördüğümüz üzere balıkçı kayıkları bu kutulara gidip bir şeyler topluyorlar. Ya midye ya da balık tuzakları için kullanılıyor, çok emin olamadık.
Napoli’yi kısacık da Ulusal Arkeoloji Müzesi’nden bahsedip bitirelim. Oldukça büyük bir müze ve ziyaret etmenizi tavsiye ederiz. Büyük ve avlulu bir binası var.
Müzenin en ilgi çekici kısmı Pompei ile ilgili parçaların bulunduğu bölüm. Neredeyse mitolojik tanrı Pan’a adanmış bu bölümde çokça fotoğraf çektiğimiz halde biraz açık saçık olduğundan burada anlatması biraz zor, o nedenle sadece gidip görmeniz iyi olur diyebiliyoruz. Pan’ı Pompei’de de göreceğiz.
Müzenin en üst katındaki büyük salon içindeki sanat eserlerinin yanında mimarisiyle de çok ilgi çekiciydi.
Belki de biz Pompei’ye gittiğimiz günün dönüşünde bu müzeyi ziyaret ettiğimizden Pompei bölümü fazlasıyla ilgimizi çekmiş olabilir. Öyle ya da böyle, Napoli burada bitti, haydi Pompei’ye gidelim.
Pompei
Yıllardır Vezüv’ün patlaması ile üzerinden lavların akmış olduğunu düşünürdük. Oysa ki öyle değilmiş, yanardağ püskürmesi sonrasında şehrin üzerini volkanik tüf kaplamış. Tepesi neredeyse her zaman dumanlı denen Vezüv tüm Napoli körfezinden görülüyor.
Aşağıda gördüğünüz gibi Pompei antik kentinin girişinden Vezüv epey uzakta aslında. Sanki dağın eteğindeymiş de üstüne lavlar akmış diye düşünmek saçmaymış.
Müzenin girişi kişi başı 13 €. 18 yaş altındakiler ücretsiz girebilirken, 18-24 yaş arasındakiler 7,5 € ödeyerek gezebiliyorlar. Rahat ve geniş bir giriş alanı var, gişe sonrasında aşağıdaki rampadan tırmanarak şehre çıkılıyor.
Pompei yüzyıllarca toprak altında kalmış olduğundan zamanın hasarına az uğramış. Bizim Efes antik kentine çok benzeyen bir yapısı var.
Girişten itibaren tapınaklar ve bazilikalarla karşılaşıyorsunuz. Bu yapılara oldukça büyük alanlar ayırılmış.
Her Roma kentinde bulunan Forum alanına geldiğinizde dört bir yana genişlemiş şehrin ne kadar büyük olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.
Bu noktada Pompei’de neler olduğunu öğrendiğimiz kadarıyla anlatalım. Yanardağ patladıktan sonra insanların kaçmasına pek fırsat kalmadan gökyüzü kararmış ve volkanik tozlar şehrin üzerini kaplamış. Evlerine saklananların ve diğer kaçamayanların en son ne yapmaktalarsa o şekilde hayatlarını kaybettikleri ve taşlaştıkları söyleniyor. Forum alanının bir köşesinde bazı kalıntılar sergileniyor. Çok etkileyici.
Ancak Pompei bu taşlaşma ile ilgili değil. Aksine zamanının en canlı ve zengin şehirlerinden olan bu kentin 1700’lü yıllara kadar toprak altında kalması ve bu nedenle en iyi korunmuş antik kentlerden birisi olmasıyla ilgili.
Bu şehir zengin Romalıların yazlık evleriyle doluymuş. Hatta oldukça ahlaksız bir topluluğa sahip olduğu söyleniyor. Evlerin zenginliği restore edilmiş olanlarda çok iyi belli oluyor.
Sokakların genişliği şehrin zenginliğini ifade eder gibi. Gezecek çok yer var.
Casa del Fauno isimli ev oldukça iyi duruma getirilmiş. Bahçesi çok bakımlı ancak asıl özelliği mitolojik tanrı Pan’ın ünlü heykelinin bu evin bahçesinde bulunması.
Pan’ın eğlenceyi ve erotik zevkleri ifade etmesi, o zamanın evlerinde yaşayanların ne tip keyifler peşinde koştuğunu bize anlatıyor. Evlerin çoğu iyi halde olsa da restorasyon için pek acele edilmediği belli.
Sanki bu kentin turistik etkisini arttırmak ister gibi, ilk restore ettikleri yerlerden birisi de tarihin ilk genelevi diye tanıttıkları bina. Gerçekten ne amaçla kullanıldığı hem odalarından hem de duvarlarındaki fresklerden çok belli, diğer yandan koskoca Pompei’de kapısında kuyruk olan tek bina bu ev.
Pompei’nin içme suyu şebekesi hala epey sağlam durumda. Aşağıdaki fotoğraftaki kaldırımda görülen su boruları kurşundan yapılmış. Dolayısıyla halkın kurşun zehirlenmesi yüzünden çok kısa bir hayat sürdüğü söyleniyor. Tabii ki bu kısa hayatı zevk ve sefaya düşkünlüklerine bağlayanlar da yok değil.
Son olarak Pompei’nin her antik kentte görmeye alışkın olduğumuz tiyatrosunun bir fotoğrafını da paylaşarak tarih sahnesinden ayrılalım.
Pompei, Napoli’ye kadar gelirseniz mutlaka görmeniz gereken çok iyi durumda olan bir antik kent. Öncesinde Efes’i görmüş olmanız tavsiye edilir, zamanın nasıl bir etkisi olduğunu daha net anlarsınız.
Capri Adası
Lüks. Capri’yi tek kelimeyle tanımla derseniz doğru kelime budur. Bir de dağlık demek lazım. Napoli’nin tam karşısında olduğundan olsa gerek, bu zengin coğrafyanın en zengin bölgesi haline gelmiş. Napoli limanından deniz otobüsleriyle bir saat kadar süren bir seyahatle kolayca ulaşılabiliyor.
Capri’nin ana limanı Napoli körfezine bakan kuzey tarafta. Hem Napoli’ye hem de Sorrento’ya bir çok gemi kalkıyor. Haziran ile Eylül arasındaki yüksek sezonda mutlaka biletinizi erkenden almanız öneriliyor.
İner inmez denizden teknelerle ada turu yapan firmalarla karşılaşıyorsunuz. Adanın çevresini 2 saatte dönen sarı tur 18 € iken sadece limandan Blue Grotto denen mavi mağaraya gidip dönen ve 1 saat 15 dakika süren mavi tur 15 €. Dağlardaki manzaralar güzel ama denizi hissetmek istiyorsanız bu turları deneyebilirsiniz.
Denizi hissetmek dedik çünkü Capri tepelere kurulu durumda ve deniz kenarına tekrar inmek oldukça zahmetli. İner inmez limandan Capri’ye çıkan funikülerin önüne geliyorsunuz.
Bu hat ile çıkılan meydandan ileride bahsedeceğiz. Bizim turumuza Capri içindeki transferler de dahil olduğundan, servis minibüslerimize binerek döne döne tırmanan yollardan Anacapri’ye doğru yola çıktık.
Anacapri adanın batısındaki tepede kurulu. Yol oldukça tehlikeli virajlarla dolu. Minibüs şöförlerinin riskli ve hızlı kullanımları da seyahati oldukça heyecanlı kılıyor. Ancak yoldaki manzara muhteşem.
Anacapri köyüne geldiğinizde bir gezinti yolu ve hemen önünde bir telesiyej hattıyla karşılaşıyorsunuz. Adanın güneyine bakan Solaro dağına çıkan bu hat gidiş-dönüş 11 € ve her iki yöne de 13 dakikalık bir seyahat. Biz çıkmadık ancak yukarıdaki manzaranın çok güzel olduğunu duyduk.
Gezinti yolunun başlangıcında basit bir kroki göze çarpıyor. Yol sağlı sollu güzel evlerle dolu.
Aslında alışveriş güzergahı olan bu yolda küçük küçük hediyelik eşya dükkanları var. Adanın limonlarından yapılmış limonçello adı verilen içkiler oldukça meşhur ama Capri adasında olduğunuzdan fiyatları pahalı.
Yolun sonunda bir seyir terası ve altta geldiğiniz yolu gördüğünüz şahane bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Ne kadar dik bir yamaçta bulunduğunuza şaşırtan bir yüksekliğe sahip.
Anacapri’nin konut bölgesi ise telesiyej girişinden aşağıya doğru gidilen tarafta bulunuyor. Yokuş aşağıya giden bu yol üzerinde yine ufak tefek mağazalar bulunuyor.
Ana sokağın haricinde ara sokaklarda da gezinmek oldukça keyifli. Servis durağına gitmek için kestirme kullandığımız aşağıdaki sokak gibi daracık yerler var.
Manzara haricinde pek bir özelliği olmayan Anacapri’den adanın batı sahillerine minibüsler de kalkıyor. Minibüs durağının arkasındaki kilisenin bahçesi ise köyün mezarlığı, hem de pek güzel.
Anacapri’ye ayrılan zaman bitince servislerle Capri’ye indik. Servislerin durduğu noktada sol tarafta Anacapri’nin arkasına saklandığı tepe görülüyor. Önde ise liman var.
Terminalin hemen önündeki terasta ise çok güzel bir ada haritası bulunuyor. Büyüklüğü ve adada bulunduğunuz noktaya göre yönlenmiş olması çok hoş. Adanın arka tarafına da geçeceğimiz için bu haritadan yön almakta fayda var.
Bu noktadan sağa doğru ilerleyince mağazalar başlıyor ve Umberto meydanına geliyorsunuz. Meydanın önünde limanda gördüğümüz funikülerin çıkış noktası bulunuyor. Burada bilet fiyatına bakmak için girişe baktığımızda çok ilginç bir tabelayla karşılaştık. Funikülere valizle binerseniz valiz için 2 € ödemeniz gerekiyor. Capri gibi her şeyin pahalı olduğu bir adada çok şaşırmamak lazım belki de.
Umberto meydanı çok canlı bir yer. Kafeler ve restoranlarla dolu küçük bir mekan ve bir çok yöne ayrılan sokakların birleşme noktası.
Biz meydandan sola tepeye çıkan sokağa girerek tırmanmaya başladık. Daracık sokaklardan ine çıka yavaş yavaş ilerledik.
Yolumuzu kaybetmiş gibi hissettiğimiz ve artık geriye mi dönsek dediğimiz bir anda bir açıklığa geldik. Dinlenmek için banklar konmuş bu noktada durunca farkettik ki adanın diğer tarafına bakıyoruz.
Capri’de bir kuzeye, bir güneye dönmekten neresi nereye bakıyor anlamak gerçekten zor. Basitçe şöyle bir sonuca vardık, eğer denizi çok görüyorsanız kuzeye, az görüyorsanız güneye bakıyorsunuz demek. Yukarıdaki manzara noktasından aşağıya inen sokak sizi yine Umberto meydanına çıkarıyor.
Meydandan tekrar sola dönünce geldiğiniz sokakta yazımızın başından beri lüks dediğimiz Capri’nin ünlü mağazalarıyla karşılaşıyorsunuz. Tanıdığımız bir kaç markanın yanında bilmediğimiz o kadar çok lüks marka var ki, nasıl oluyor da bu küçücük adada mağaza açmışlar ve bu kadar pahalı kıyafetleri kime satıyorlar anlamak güç. Turistik olup herkes gelip gitse de sosyetenin özel bir tatil beldesinde olduğunuzu en iyi burada anlıyorsunuz.
Yolun devamında artık adanın güney tarafının sokaklarında dolaşır haldesiniz. Bu taraf sanki daha yeşil. Arkadaki dağın önüne yaslanmış dev gibi bahçesiyle eski bir manastır olduğunu öğrendiğimiz bir yapı ve arkasındaki manzara bize Heybeliada‘yı hatırlattı.
Yola devam ettiğinizde Krupp yolu denen ve denize döne döne inen yamaca varıyorsunuz. Maalesef muhtemelen bu yolda tamirat ya da başka bir çalışma olduğundan biz oraya kadar gidemedik. Ancak tam girişte Augusto bahçesi denen güzel bir yer bulunuyor.
Bahçede dolaşmak da keyifli ama asıl güzellik arka tarafın manzarasında. Capri adasının ünlü kayalıklarına en çok yaklaştığımız nokta burası oldu. Bu adayı tekne ile dolaşmak eminiz çok keyifli olur.
Burayı da gördükten sonra daracık sokaklardan tırmanarak tekrar Umberto meydanına vardık ve manzaraya karşı biraz dinlendik.
Sonrasında servisle tekrar limana döndük ve deniz otobüsüyle Napoli’ye geri döndük. Bir adaya gelip de denize bu kadar uzak olduğumuzu hiç hatırlamıyoruz. Yamaçlardan limana inince dayanamayıp sahile de iniverdik.
Böylece turumuzun bu kısmını da tamamladık, şimdi sıra diğer turistik noktalarda.
Sorrento
Napoli körfezinden güneye bakan sahillere doğru yol almaya başlayınca ilk köşede halen Napoli körfezine bakan pozisyonuyla Sorrento var. Coğrafya çok sertleşmeden kurulmuş olduğundan olsa gerek, oldukça büyük bir kent.
Deniz ile kent merkezi arasında kot farkı var. Yukarıda da görüldüğü gibi deniz kenarı uçurumlardan oluşmuş. Limana inmek için kayaların arasından dönerek inen dar bir yol açılmış.
Yukarıdaki manzarayı gördüğünüz Tasso meydanından sağa dönünce ortasındaki anıtıyla Sant’Antonino meydanına varıyorsunuz.
Bu meydanın arkasındaki sokaklar hediyelik eşya mağazalarıyla dolu. Ferah aralıklarda dolaşmak oldukça keyifli. Denizin kenarında ama denizden uzakta kalmış gibi görünen bu kentte sahile inecek kadar zamanımız olmadı.
Yine de sokaklarda dondurmamızı yiyerek dolaşmak ve yorulunca bir kafede oturup kahvemizi içmek bize çok iyi geldi. Çok fazla görecek yerin olmadığı Sorrento, birazdan anlatacağımız yerlerden önce uğranacak sakin bir nokta olarak aklımızda kaldı.
Positano
Sorrento’dan sonra işler değişiyor. Dağlar denize o kadar dik iniyor ki bu yolları yapmak için ne çok uğraşmışlar insan merak ediyor. Filmlerde, fotoğraflarda ve dergilerde hep gördüğümüz ve merak ettiğimiz Positano ve Amalfi’ye gitmek için bu zahmetli yollardan geçmek durumunda olduğunuzu bilmenizde fayda var.
Döne döne yamaçtan geçen bu sahil yolunda yüksek sezonda nasıl bir trafik olduğunu şöförümüz anlatıyor, özellikle büyük otobüslerin yan yana geldiklerinde ne kadar zorlandıklarını görünce yazın gelmenin cesaret isteyeceğini düşünüyorsunuz. Positano’ya geldiğinizde heybetli bir dağın eteğindeki evlerle güzel görüntüler başlıyor. Aşağıdaki fotoğrafta karşı taraftaki evler ve arabalara bakarak dağın ne kadar yüksek olduğunu hissedebilirsiniz.
Sahil yolundan Positano’ya ayırılan yol artık iyice daralıyor. Rehberimizin neden otobüsü bırakıp da bizi iki minibüse böldüğünü artık daha iyi anlıyoruz. Bırakın park etmeyi, yolda gitmek bile bir dert. Bakınız aşağıdaki viraj.
Diğer yandan aşağılara doğru indikçe Positano’nun neden bu kadar ünlü olduğunu karşınıza çıkan güzelliklerden daha iyi anlmaya başlıyorsunuz. Neredeyse her boşluğa bir ev yapmışlar ama hala çok güzel.
Servis araçlarımızı merkeze en yakın noktada özellikle turist turları için yapıldığı belli olan otoparka bırakıp yürümeye başlıyoruz. Sağlı sollu hediyelik eşya dükkanları ve restoranlarla dolu olan bir yoldan sahile doğru inmeye başlıyoruz.
Sahil oldukça renkli. Biz sezon sonunda gelmiş olduğumuzdan ve az önce biraz yağmur yağdığından denize giren kimse yok.
Deniz kenarında bir çok güzel kafe ve restoran var. Sezonda ne kadar kalabalık olabileceğini rahatlıkla tahmin edebiliyorsunuz. Denizden dağlara doğru baktığınızda Positano’nun her açıdan çok güzel olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.
Burayı da gördükten sonra yokuş yukarı servis araçlarına doğru çıkıp Amalfi’ye doğru yola çıkıyoruz.
Amalfi
Positano’dan çıkıp sahil yolundan Amalfi’ye doğru devam ederken yol daha da zahmetli bir hale geliyor. Bu kadar zorlu yollardan gelinen bu kentlerin nasıl bu kadar çok turiste hizmet eder hale geldiğini anlamak oldukça zor.
Ancak Amalfi uzaktan görününce tüm zahmetleri unutuyorsunuz. Bu bölgenin farklı bir güzelliği var. Dik yamaçlı Akdeniz ya da Ege kıyılarına çok aşina olduğumuz halde buralar ya mimarisinden ya da renklerinden, bize çok farklı geldi. Capri’de de benzer bir duygu hissediliyordu.
Amalfi’nin sahilinde genişçe bir limanı ve büyük bir park alanı var. Ancak otobüs ve minibüsler park edemiyorlar, yolcularını bırakıp geri dönüş saatinde anlaşıp uzaklaşıyorlar.
Temelde burası da bir vadi. Ancak burası daha derin ve fazla yükselmeden epey içerilere kadar giriyor. Girişte meydanın üstünde Amalfi Katedrali ile karşılaşıyorsunuz.
Sahilden yukarıya doğru çıkan tek ve en büyük sokak üzerinde bolca restoran ve hediyelik eşya mağazası bulunuyor.
Yukarılara çıktıkça etraf sakinleşiyor ve sanki sadece yerel halk kalıyor gibi görünüyor. Açıkcası etrafta çok da fazla konaklama yeri görülmüyor ama herhalde sezonda gelen o kadar insan için bir şeyler düşünmüşlerdir.
Bu taraflarda yamaçlara ev yapmak ve doğa ile başetmek ile ilgili çok gayret sarf edildiğinden, sahil yolu üzerinde de bazı yamaçlara minyatür köyler yapıldığını görmüştük. Yukarıdaki kırmızı binanın altındaki geçidin sol tarafında da böyle bir minyatür köy bulunuyordu. Yakından da gösterelim.
Yukarıları dolaştıktan sonra sahile dönmeden önce kilisenin önündeki meydanda bir kahve içip buralara özel lezzetli tatlıların tadına baktıktan sonra meydanın çeşmesini de görüp aracımıza geçtik.
Böylece Amalfi turumuzu da bitirdik ve Ravello’ya doğru yola çıktık.
Ravello
Yeni yeni ünlü olan bir kent gibi geldi bize. Bugüne kadar adını duymadığımız gibi bir özelliğini de görmedik. Ama turlar buraya uğramaya başladıysa yakında herkesin haberi olur. Olur da gitsek mi diye düşünen olursa karar vermesine yardımcı olmak isteriz. Kabaca Amalfi’nin üstünde sayılır. Ne kadar yüksekte olduğunu şu fotoğraftan anlayabilirsiniz.
Köyün bir meydanı ve meydana bakan büyük bir kilisesi var. Bu meydan pek de sevimli gelmedi ama herhalde kalabalık olmadığındandır.
Meydanın hemen bitişiğinde girişi ücretli olan ve içinde ünlü olduğu söylenen Ravello festivalinin gerçekleştirildiği terasın bulunduğu bir bahçe var. Biz zamanımız dar olduğundan içeriye girmedik ama etraftaki afişlerden birinden terasın fotoğrafını çektik. Manzara oldukça etkileyici görünüyor. Sonsuz teras diyorlarmış buraya.
Köyün ara sokaklarında da açıkcası pek bir numara yok. Küçük mağazaların olduğu bir sokakta aşağıdaki geçit hoş görünüyordu, o kadar.
Sonuç olarak, zamanınız yoksa, aracınız yoksa, Amalfi’de daha çok zaman geçirme isteğiniz varsa Ravello’ya gelmenize pek gerek yok.
Ravello da bitince araçlarımıza binip Napoli’ye dönüşe geçiyoruz. Dağların arkasına geçtiğimizde hava kararmadan hemen önce, kenarında kocaman Vezüv yanardağının bulunduğu geniş ve bereketli ova gözümüzün önüne seriliyor.
Bu yorucu ama çok renkli günün sonunda otelimize dönüyoruz. Napoli ve çevresine çok daha uzun zaman ayırılabilir. Hem şehrin sevimli ve sade hali iyi hissettiriyor hem de çevresindeki güzellikler insanı çok etkiliyor.
Gürkan, Ekim 2017